Sosyal Medya

Kürsü

İbrahim Kiras: Ahilik yalnızca esnaf teşkilatı değildi

Ä°brahim Kira- Karar



Anadolu AhiliÄŸini meydana getiren temel dinamik bu topraklara yönelik ikinci büyük “Türk göçü”ydü. 9. yüzyıldan itibaren Küçük Asya bölgesine akın akın gelen Türkmen toplulukları esas olarak göçebe ve hayvancılıkla meÅŸgul insanlardan oluÅŸuyordu. Bunlar çoÄŸunlukla kırsal alanlara yerleÅŸmiÅŸ, esas olarak hayvancılıkla ve kısmen tarımla uÄŸraşıyorlardı.
 
13. yüzyıldaki Cengiz istilası sırasında ise Türkistan ve Ä°ran ÅŸehirlerindeki esnaf ve zanaatkâr zümreleri de MoÄŸol ordularının önünden kaçıp Anadolu’ya sığındılar. Böylece daha önce “lingua franca”sı Rumca -ve kısmen Farsça- olan Anadolu ÅŸehirlerinin TürkleÅŸmesi de hızlandı. Yani göçebe Türkmen nüfusun yanına ticaret ve zanaatle geçinen ÅŸehirli bir sınıf da eklenmiÅŸ oldu.
 
Kasaba ve ÅŸehirlerde yeni bir sosyal sınıf olarak teÅŸekkül eden nispeten daha eÄŸitimli zümrenin düzenini ve güvenliÄŸini temin ihtiyacının AhiliÄŸi ortaya çıkardığını düÅŸünmek makul görünüyor. Ancak Anadolu ahiliÄŸinin hudayinabit bir oluÅŸum olmadığı, arkasında asırlar öncesinden gelen ve farklı toplumlarda farklı adlarla anılan fütüvvet geleneÄŸinin yer aldığını söylemek lazım.
 
Gerek eski Türklerde ve Ä°ranlılarda gerekse Ä°slam öncesi Arap toplumunda yiÄŸitlik, cömertlik, yardımseverlik ülküleri etrafında bir araya gelen birtakım idealist insanların oluÅŸturduÄŸu “kardeÅŸlik örgütlenmesi” örneklerine rastlıyoruz. Risalet’ten önce Mekke’de mazlumlara, kimsesiz yabancılara ve haksızlığa uÄŸrayanlara sahip çıkmak amacıyla oluÅŸturulan ve bizzat Hz. Peygamberin de üyesi olduÄŸu Hılf’ul-Fudul (Erdemliler SözleÅŸmesi) böyle bir cemiyettir. Hemen hemen bütün kültürlerde benzer kurumlar vardır.
 
Bu tür kuruluÅŸların Avrupa’daki muadili olarak ortaçaÄŸdaki ÅŸövalye örgütlerinden söz edilebilir. Anlaşıldığı kadarıyla baÅŸlangıçta eli kılıç tutan aristokratların “kardeÅŸlik teÅŸkilatı” durumundaki ÅŸövalye örgütleri belirli bir süreçte bazı sebeplerle -belki de yeni oluÅŸan burjuva sınıfı mensuplarını da bu yapıya dahil etmek için- dini/felsefi karakteri daha belirgin baÅŸka organizasyonlara dönüÅŸtü. Bunlardan biri de aslında duvarcı esnafının meslek birliÄŸi olan mason localarıydı.
 
Konumuzla ilgisi bakımından, yukarıda sözünü ettiÄŸimiz dönüÅŸümün Haçlı seferleri sonrasında yaÅŸandığını vurgulamak zorundayız.
 
Masonlukla Ahilik arasındaki benzerlikler -modern komplo teorilerinin merkezindeki masonluÄŸun uyandırdığı ilgi yüzünden- aynı zamanda popüler bir merak konusu. Popüler alana ayak basmanın cazibesine kapılmaksızın konuÅŸacak olursak, Haçlı seferleri sırasında Ä°slam dünyasındaki gençlik ve meslek örgütlerinden olduÄŸu kadar mistik dini cereyanlardan da ilham alan bazı ÅŸövalyelerin Avrupa’ya döndükten sonra bazı yeni tarikatların kuruluÅŸunu gerçekleÅŸtirdikleri ve bu arada bunlardan bir bölümünün de bazı meslek loncaları içinde örgütlenmeyi tercih ettikleri söylenebilir.
 
Duvarcılar loncası içinde örgütlenen bir grubun önce OrtadoÄŸu’da gördükleri mimari eserlerden ilhamla inÅŸa ettikleri binalarla “amelî” yani operatif masonluÄŸu, ardından buralardan aldıkları yeni fikirleri iÅŸleyip yayarak ise “fikrî” yani spekülatif masonluÄŸu oluÅŸturup geliÅŸtirdiÄŸi söylenir.
 
Gerçekten de tarikata kabul usulleri baÅŸta olmak üzere iki teÅŸkilat arasındaki benzerlikler ve hatta ortak özellikler yok sayılamayacak kadar belirgindir. Ne var Avrupa’daki masonluk ve benzeri yapıların oluÅŸumunda Anadolu AhiliÄŸinden ziyade Haçlıların daha fazla içli dışlı oldukları, yerel güçlerle ittifak iliÅŸkileri geliÅŸtirdikleri, hatta kısa ömürlü devletler kurdukları Levant/Suriye bölgesindeki Fütüvvet teÅŸkilatlarının ve buradaki çoÄŸunlukla Ä°smailî/Batıni karakterdeki bazı tarikatların ilham kaynağı olmuÅŸ olabileceÄŸini söylemek daha doÄŸru olur. (Bu çerçevede Ahi teÅŸkilatlarıyla sufi tarikatları arasındaki “erkan” benzerliklerinin de tek yanlı deÄŸil karşılıklı etkilerle açıklanması gerekir.)
 
Gerçi Anadolu AhiliÄŸinin de teÅŸekkülünde Halife Nasır’ın muhtemelen kendi iktidarına destek olacak bir milis gücü ihtiyacıyla kurmuÅŸ olduÄŸu -daha doÄŸrusu devletin bünyesine kattığı- “resmi” fütüvvet teÅŸkilatının doÄŸrudan etkisini biliyoruz. Halife o günkü bütün Müslüman devlet baÅŸkanlarına davette bulunduÄŸunda Anadolu Selçuklu Hükümdarı I. Alaaddin Keykubad Halife Nasır’dan fütüvvet ÅŸalvarı alarak bu teÅŸkilata girdi. Halife’nin bu iÅŸlerdeki danışmanlığını üstlenmiÅŸ olan Åžihabüddin Suhreverdi (filozof olan deÄŸil, sufi olan) bunun üzerine Anadolu’ya gelerek buradaki örgütlenme çalışmalarına katıldı.
 
Ancak ahiliÄŸin veya fütüvvetin bu ÅŸekilde siyasi bir karar neticesinde Anadolu topraklarına dışarıdan ithal edildiÄŸini düÅŸünmek son derecede hatalı bir yaklaşım olur. Türklerin Orta Asya’dan bu yana yaÅŸattıkları bir fütüvvet felsefesi ve bunun kurumları vardı zaten. Ä°kinci olarak Arap coÄŸrafyasındaki fütüvvet anlayışının ve teÅŸkilat yapısı ile erkanının Türkler tarafından tanınması ve buradan ilham ve etkilerin alınması çok daha erken tarihlerin olayıdır.
 
Halife Nasır’ın “resmi” teÅŸkilatının bir ÅŸubesinin Anadolu’da ihdası gibi görülen hadise gerçekte birtakım siyasi maksatlara matuf güncel bir geliÅŸme olarak deÄŸerlendirilmeli. Fütüvvet geleneÄŸinin Türk toplumunda karşılığı bulunmamış olsa bu kurumun sosyal hayatta kök salacak kapsamda ve nitelikte olmayacağı kabul edilmeli. Resmi fütüvvet teÅŸkilatıyla Anadolu AhiliÄŸi arasındaki iliÅŸki, ortaklık ve benzerlikler konusu gibi meselenin mahiyetini anlamamızı zorlaÅŸtıran iki hatalı yaklaşım da var. Hatta bunlar daha da önemli.
 
Geçen haftaki “Cumartesi Yazısı”nda da iÅŸaret etmeye çalıştım, Ahilik kurumunun veya fütüvvet teÅŸkilatlarının tasavvufi anlayışlarla veya hareketlerle ilgisi veya iliÅŸkisi yok sayılamaz ama tarikat olarak tanımlanması doÄŸru deÄŸil.
 
Bu hususta içine düÅŸülen hatalar ve yanılgılar cümlesinden olarak AhiliÄŸin yalnızca bir meslek örgütlenmesi olarak görülmesi de var.
 
Fütüvvet veya ahilik prensipleri etrafında bir araya gelen kiÅŸilerin oluÅŸturduÄŸu bu yapının ÅŸehirlerde ve kasabalarda daha ziyade esnaf içinde örgütlenmiÅŸ olması, hatta bu prensiplerin zaman içinde mesleki kuralların belirlenmesinde de iÅŸlev görmesi ahiliÄŸi meslek örgütü olarak tanımlamaya yetmiyor. Elbette ki Osmanlı merkezi sisteminin tahkim edildiÄŸi 15. asırdan sonra ahi birliklerinin yalnızca meslek örgütlerinden ibaret hale geldiÄŸi bir gerçek. Ancak Osmanlı düzeninin teÅŸekkülünde etkilerinden söz edilen ahiler bu ahiler deÄŸil.
 
Nitekim Köprülü’ye göre ÂşıkpaÅŸazâde’nin “dört taife” arasında saydığı Gaziyân-ı Rûm ile Ahiyân-ı Rûm aslında aynı zümreye verilen iki farklı isimdir. Ahiler gazilerden ayrı bir zümre deÄŸildir: “Çok iptidai, bilgisiz bir adam olan ÂşıkpaÅŸazâde, bu teÅŸekkül ile Gaziler’i birbirinden ayrı olarak zikretmek suretiyle tamamile kelimelere aldanmıştı.” (Köprülü, “Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun KuruluÅŸu”, Ötüken, 1981, sh. 154)
 
Tam da bu noktada hatırlatalım: Köprülü “gençlik eseri” olan 1919 tarihli Ä°lk Mutasavvıflar’da ahilik konusunda söylediklerinin çoÄŸunu bilahare -1934 yılında Sorbonne Üniversitesinde verdiÄŸi konferansların kitaplaÅŸmasıyla oluÅŸan- Osmanlı Ä°mparatorluÄŸunun KuruluÅŸu adlı eserinde tashih etmiÅŸtir.
 
Anadolu AhiliÄŸi konusundaki problemler üzerinde düÅŸünmeye Selçuklu dönemi Anadolu tarihi sahasının dikkate deÄŸer uzmanlarından Prof. Mikail Bayram’ın bazı tartışmalı görüÅŸleri üzerinden devam edelim…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.