Sosyal Medya

Makale

Müslümanca Düşünmek İçin Teorik Bir Zemin (2)

Episteme/biliÅŸ süreci ve bilgi zemininde aklını kendisine gönderilmiÅŸ bilgiye göre çalıştırarak kendi istikametini bulması istenen insanın, ancak gönderilmiÅŸ bilgiyi, bilgiyi alan bir resul aracılığı ile öÄŸrenmektedir. Nübüvvet, iki farklı kategorik ayrımı yine nübüvvet üzerinden orta bir noktada buluÅŸturulan tecrübe ile vahyin insan zihnine indirilmesi ve bir bilgiye dönüÅŸmesi saÄŸlanmıştır. Burada bilginin kendisi kadar bilginin ifade ettiÄŸi alanlar ve bu alanların temel ilkeler üzerinden idrak edilmesi meselesi gündeme gelecektir. Dolayısıyla din/İslam Allah’a aidiyeti tartışılmaz oluÅŸu kadar onun anlaşılması da ancak ilahi inayet üzere gerçekleÅŸebilecektir. Nübüvvet ve onun uygulamalarının örneklik ve temsiliyet kesbetmesinin ardında yatan temel gerçeklik de budur. Din, akli bir zeminde kalarak yorumlanabilecek bir statüyü tanımaz ve taşımaz! Tabi ki gönderilmiÅŸ her ayet bu zeminde iÅŸleve sahip deÄŸildir. Ama anlaşılabilir olan ayetler aynı zamanda beÅŸeri tecrübeye dâhil olmuÅŸ anlatıları içermektedir. Emir ve yasaklar ile gaybe dair yaklaşımlar ise kendiliÄŸinden insan zihninin idrak edebileceÄŸi durumlar deÄŸillerdir.

Nübüvvet, insan ve Allah arasındaki irtibatın ve iletiÅŸimin olmazsa olmazı olarak öne çıkmaktadır. GönderilmiÅŸ vahyin takva sahibi insanlar için bir hidayet/gösterici bir özellik taşıdığı vurgusu da gözlerden uzak tutulmamalıdır. Takva, kiÅŸinin iyiye yönelik eÄŸiliminin yaÅŸamda temel bir ilke olarak varlık kazanmasına matuf bir iradeye sahip olmanın kendisidir.

Epistemik zeminde ise; insan, vahyin bilgiye dönüÅŸmesi için onun Elçi tarafından tecrübe ile kendisine öÄŸretmesi ve onu örnek alarak uygulamaya dönük bir ilgiyi taşımasıdır. Yani iman amel bütünlüÄŸünü idrak etmektir. O yüzden vahyin kendisi salt olarak bir bilgi düzlemine indirilmesi, onun elçi üzerinden insana açıklanması ve onun dili ve zihni üzerinden ona aktarılmasının saÄŸlandığı gerçeÄŸini dikkatten kaçırmamak elzemdir.  Kuran bilgi olarak insana gönderilmesinde bir nüzul yaÅŸamakta ve bu nüzul peygamberin olaÄŸanüstü halini yaÅŸamasına vesile olarak bilgiye dönüÅŸerek insana hitap etmektedir. O yüzden o anlama havidir. Anlam ise kiÅŸinin kendisini o ÅŸeye açık halde tutmasını zorunlu kılar. Yani vahyin anlaşılması, kiÅŸinin beÅŸeri boyutunu bir tarafa bırakarak kendisine ne söylendiÄŸi konusunda bütün dikkatini vererek onu idrak etmeye yönelmesini zorunlu kılar. O yüzden o bilgi beÅŸer havsalası içinde yeniden anlam kazandırılamaz! Yani beÅŸeri hiçbir çaba din olarak inÅŸa edilemez! Bu mesele müslümanca düÅŸünmek için temel ÅŸarttır.

Epistemenin en temel özelliÄŸi ise muhkem ve müteÅŸabih ayrımını tam olarak idrak etmeyi insana bir sorumluluk olarak yüklemektedir. Kuran kendisini tanımlarken muhkem ve müteÅŸabih kavramlarını kullanır. Ve muhkemin kesinlik ve herkes tarafından öÄŸrenilebileceÄŸini belirtirken, müteÅŸabih olanın Allah ve O’nun izin verdiÄŸi muttaki âlimler tarafından bilinebileceÄŸini iÅŸaret etmektedir. İnsanın bu alandaki bilgisi, tabi ki yeterli deÄŸil, kendisine lütuf olarak verilen kadar ile sınırlıdır. O yüzden Allah dışında mutlak anlamda müteÅŸabih alanda kesin bilgi sahibi kimse yoktur. İnsan açısından da bu alan çoÄŸulcu bir yaklaşımı içermekte ve bu konuda sorumlu tutulmayacaktır. Ama kendi bakışını dayatma aracı kılmamak ÅŸartıyla…

Farklılıklar ise yaÅŸamın ve varlığın kategorik olarak farklılığa dayalı yapısına cevap bakımından önemlidir. Bu yüzden zaten icma temel bir ilke olarak öne çıkmaktadır. Yani İslam düÅŸüncesindeki çoÄŸulculuk, farklı kategorik yaÅŸam ve varlık kategorilerini karşılamak için gerekli olduÄŸunu bilen bir Rabbin insana merhametine dayanır. O yüzden Kuran muhkem ve müteÅŸabih kavramlarını kullanır. Muhkem, kesinleÅŸmiÅŸ alanı ve sınırları belli olan hükümlerdir. MüteÅŸabih ise alanı geniÅŸ ve düÅŸünmeye açık, farklı ÅŸartlar eÅŸliÄŸinde farklı sonuçlar doÄŸuracak bir özelliÄŸe sahip oluÅŸunu iÅŸaret eder. Herhangi bir kavramın kullanıldığı cümle, paragraf ve metin içinde sürekli yenilenerek varlık kazandığı dikkate alınırsa mesele açıklığa kavuÅŸur. Mezhepler arasındaki farkı da bu düzlemde ele almakta yarar var. Her hükümde insanın tam olarak uyması gerekeni ile onun kendisine bırakılmış alanları dikkatle, ayrımını kavrayarak hareket edildiÄŸinde müslümanca düÅŸünmeye yönelmek mümkün olacaktır.

Bu noktada İcma’nın belirleyiciliÄŸi ile ‘subuti kati ve delaleti kati’ durumlar ile zannı galip oluÅŸturan olgular arasındaki ayrımı dikkatten kaçırmadan bilgi meselesini doÄŸru bir zeminde düÅŸünmek kolay olacaktır.

Eylemlilik için ise iki temel yaklaşım öne çıkar; birincisi, asla kendi çıkarını, bencilliÄŸini, isteklerini kiÅŸisel ihtiraslarını öncelememelidir. Bunun için gereken temel ÅŸart; niyet olarak belirlenmiÅŸ ve bu niyet; sadece ilahi rıza öncelikli bir eylemliliÄŸi içermektedir. İkinci ÅŸart ise, yaptığı her ÅŸeyi ilahi rızaya uygun olmasını niyet olarak koruduÄŸu gibi kendisi için benden bize doÄŸru bir yürüyüÅŸü de sürdürmesini zorunlu kılar. Yani kendi kardeÅŸleri, diÄŸer varlıklarla iliÅŸkilerde onların haklarını ve yeryüzüne silm/güven/barışın ikamesini saÄŸlamak için gerek ÅŸarttır. Kendisini feda eden kiÅŸi, kendisi olmaya yönelmektedir. Çünkü insan, kendi dışındaki varlıklar ve yaÅŸam koÅŸullarını kolaylaÅŸtırdığı sürece kendisinin insanlığa yönelmesini mümkün kıldığını tecrübe ile öÄŸrenir.

Birincisi ilahi rızadır ki bu müminin özgürleÅŸtirilmesini mümkün kılar. Böylece mümin ilahi rızaya olan baÄŸlılığı ile diÄŸer bütün beÅŸeri arzu ve isteklerden azade olmayı mümkün kılar. İkincisi ise, isar da denilen kiÅŸinin kendisi aç iken baÅŸka bir aç insana kendi elindekini yemesi için vermesidir. Yani baÅŸkasını düÅŸünmeyi eksene alan bir yaklaşımı içermesidir. Bu iki temel ilke, kiÅŸinin eylemlerinin istikametini doÄŸru bir zeminde kurmasını mümkün kılacağı gibi yeryüzünün selam yurduna dönüÅŸmesinin de zeminini inÅŸa eder.

Müslümanca düÅŸünmek bu ÅŸartları yerine getirme çabalarına baÄŸlı olarak kiÅŸide meydana gelecek bir özellik taşımaktadır. Hiçbir çaba ve gayret olmadan bir baÅŸarı elde edilemeyeceÄŸi gibi her baÅŸarı ve çaba da ilahi inayet olmadan bir sonuç alıcı olguya dönüÅŸmeyebilir. Bu temel gerçeÄŸi dikkatten kaçırmadan çaba ve gayrete yönelmek ve ilahi rızayı eksene alarak ‘beklentisizlik üzere bir hayatı yaÅŸamak mümkün hale gelecektir.

Beklentisizlik ise, kiÅŸinin yaptığı iÅŸ için bir beklentiye girmeden yapması ve otantik hali içinde o varlığın hakkı olarak onu gerçekleÅŸtirdiÄŸi hissiyatı ile iliÅŸkili bir durumu içermektedir. Allah’ın varlığı, kudreti, büyüklüÄŸü, güzelliÄŸi, gücü ve rahmeti üzerinden Rabbe karşı yaptığı her ÅŸeyi O’nun fazlasıyla hak ettiÄŸi bir düÅŸünce üzerinden yapmak beklentisizliÄŸi de garanti ve kararlı bir hale dönüÅŸtürür.

Müslüman olma hali, her ÅŸeye hak ettiÄŸi karşılığı verme çabası ve bunu gerçekleÅŸtirme zemininde boy verir. Bir adım ötesi ise müthiÅŸ bir merhamet ile varlığa yaklaÅŸarak onu estetik bir kaygı ile karşılamak ve ona göre davranışlar geliÅŸtirmektir. Mesele ise hak ettiÄŸini almanın temel koÅŸulu hak edilene hak edildiÄŸi biçimi ile ve onu estetik bir zemine taşıyarak karşılık vermeyi baÅŸarmaktır…

Abdulaziz Tantik

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.