Makale
Ütopya; İktidar Aynasında Umudun İdeal Olanı Arayışı - III
Dünyaya Düzen Verme Ütopyası; Polis’ten Kozmopolis’e GeçiÅŸ:
Hammurabi’nin (Ä°Ö 2123-2081) kırk üç yıllık hükümranlığı süresince savaÅŸçı küçük devletçikler birliÄŸe ve barışa zorlanmışlar, kanunnamelerle düzen ve güvenlik için disipline sokulmuÅŸlardır. Tanrı tarafından göreve çaÄŸrıldığını ifade eden Hammurabi, Kanunnamesinde siyasal varlığının nedenlerini izah etmiÅŸtir; adaleti hâkim kılmak, günahı ve kötülüÄŸü yok etmek, güçlünün zayıfı ezmesini önlemek, ülkeyi aydınlatmak ve halkın refahını arttırmak.[1]
Hammurabi’nin dünyaya bir düzen verme fikri elbette ki Hammurabi ile sınırlı deÄŸildi. Site devletlerinin aralarındaki bitip tükenmeyen çekiÅŸme ve çatışmalar, toplumsal ve toplumlar arası iliÅŸkileri rayından çıkartmıştı. Egemen eÅŸitlerin arasındaki çatışma, istikrarsız bir dünya anlamını taşımaktaydı. ÇeÅŸitli zorunluluklardan dolayı oluÅŸturulan ama ömrü uzun olmayan siteler arası konfederatif birlikler istikrarsızlığın oluÅŸturduÄŸu krizleri aÅŸmak için yeterli olamıyordu.
Malum hikâyedir: Büyük İskender bir fetih dönüÅŸü büyük bilge Diyojen’i ziyaret etmek ister. Büyük İskender Diyojen’in yaÅŸadığı yere varınca Diyojen’i bir fıçının içerisinde güneÅŸlenirken bulur. Büyük İskender Diyojen’i selamlar ve “Dile benden ne dilersen!” diye ünler. Diyojen hiç istifini bozmadan “Gölge etme baÅŸka ihsan istemem senden” diye karşılık verir.
Bu hikâyeden, Diyojen’in dünya malına ve iktidarını temsil eden siyasal elite meyletmediÄŸi sonucuna kolaylıkla varılmaktadır. Gerçekte durum bu merkezde midir? Esasında Diyojen Büyük İskender’e ÅŸunu söylemektedir: “Sen ki bilinen ve bilinmeyen bütün ülkeleri fethettin, nice kralları, prensleri, melikleri, ÅŸahları ve padiÅŸahları diz çöktürdün, itaate zorladın. Zorbaları, çeteleri, hırsızları, uÄŸursuzları, ahlak düÅŸkünü arsızları, hak ve hukuk tanımayan küçük iktidar heveslilerini etkisiz hale getirdin. Askeri kapasitenin eÅŸlik etmiÅŸ olduÄŸu siyasal gücünün ağırlığı altına ÅŸimdi her ÅŸey yerli yerinde. Åžurada; fıçımın içinde, esenlikle, korkusuz, ardımı kollamak zorunda kalmadan dilediÄŸimce güneÅŸleniyorum. Daha ne isteyeyim!” Bu hikâyede Büyük İskender ve Diyojen yerine farklı isimleri dilediÄŸiniz gibi koyabilirsiniz.
Dünyaya bir düzen verme ülküsünü bayraklaÅŸtıran önemli kozmopolitan güçlerden birisi de ÅŸüphesiz Osmanlı Devletidir. Hem OrtadoÄŸu hem de Akdeniz Havzası devlet geleneÄŸinden beslenen Osmanlı Devlet anlayışı Platoncu bir mahiyet taşımaktadır. Bu anlayışa göre her bir tebaanın meÅŸgul olması gereken bir meÅŸgalesi olmalıdır ve bu meÅŸgalesi haricinde baÅŸka bir iÅŸle ilgilenmemelidir. Adalet, her ÅŸeyi yerli yerinde görmek isteyen bir yönetim anlayışının toplumsal düzeni, daha anlaşılır bir ifade ile devleti koruyup gözetecek bir mahiyet taşımaktadır. Adaletin buradaki temel iÅŸlevi, var olan siyasal ve toplumsal yapının devamlılığını saÄŸlaması, dolaysız olarak statükonun korunmasıdır. Buna göre askerî aristokrasi, askerler, mülk (toprak) ve tebaa devletin temel unsurlarıdır; ancak bunların hepsini varlığını ve dolayısıyla devletin bekasını saÄŸlayan temel güç adalettir.
Nizam-ı Âlem, Osmanlı Devleti’nin varlık nedenini ve meÅŸruiyetini belirleyen önemli bir kavramdır. Devlet ebed-müddet kavramına içkin olan bu felsefenin ana omurgasını devletin devamlılığı ilkesi oluÅŸturmaktadır. Nizam-ı Âlem, bozkır uluslarının evrensel devlet anlayışının İslami bir surete girmiÅŸ ÅŸekli olarak da görülebilir; “iyiliÄŸi emredip kötülükten alıkoymak”. Nizam-ı Âlem, evrensel ve belirli bir zamanla kaim olmayan bir düzeni ifade etmektedir. Devlet, Nizam-ı Âlem esaslarını uygulamaya geçirdiÄŸi ölçüde ve sürede meÅŸru olacaktır ve bu bakımdan Nizam-ı Âlem, devletin varlık koÅŸulunu teÅŸkil etmektedir. Osmanlı, adeta kendi yönetim anlayışının herkes için iyi ve yararlı olduÄŸunu; herkesin de bundan yararlanmasının saÄŸlanmasının devlete düÅŸen bir ödev olduÄŸunu kabul eder.[2]
Evrensel iktidar anlayışı; bütün bir dünyaya yöneltmiÅŸ olduÄŸu hükümferma gücünün siyasal ağırlığı altında adaletin ve barışın tesis edileceÄŸi mesut ve dingin bir yaÅŸam vaat ediyordu. Fakat devasa boyuttaki iktidar aygıtı hükmedilen toplumları soluksuz da bırakmıştır. Kozmopolitan emperyal vizyonun art alanını oluÅŸturan eÅŸitsizlikler tartışılmazdır. Vahyin bildirmiÅŸ olduÄŸu “ilahi gazap”, ÅŸehirleri/kentleri, yaÅŸamlarının zirvesinde yakalamıştır. İbni Haldun, bu durumu “çürüme” olarak ifade etmiÅŸtir[3]
Sonuç Olarak:
Kadim zamanlardan modern zamanlara insanlar cenneti andıran mekân hayalleri kurmuÅŸlardır, sulh ve sükunun egemen olacağı bir siyasallığın nasıl mümkün olabileceÄŸi hususunda düÅŸünce faaliyetlerinde bulunmuÅŸlardır. Fakat bu hayalleri gerçekleÅŸmemiÅŸ, ütopya olarak kalmaya devam etmiÅŸtir. Ütopya salt düÅŸünsel bir ürün deÄŸil, ütopik bir kurgu; çok yönlü, çetrefil, içinden çıkılamaz sorunlar, zorunluluklar yumağının artık çözüm umudunu kaybettiÄŸi anlarda ortaya çıkmaktadır.
Ütopyalar aynı zamanda bir insan üretimine iÅŸaret etmektedir. Ütopyaların ana temasını oluÅŸturan iyi yönetim ve iyi toplum iddiaları tarihsel süreçte belirli bir siyasa çerçevesinde gerçekleÅŸtirilmeye çalışılmıştır. Tarihsel olarak elde edilen tecrübeler, insan üretiminin mümkün olamayacağını göstermiÅŸtir. Dinginlik ve karmaÅŸa; ayrıştırılmış, indirgenmiÅŸ ve yalıtılmış bir mahiyete büründürüldükçe düÅŸünsel, ideolojik ve siyasal baÄŸlamda pek çoÄŸu yok sayılmış insana ait olan haller, eksik bırakılmış olmanın memnuniyetsizliÄŸi ile hiç de hesapta olmayan anlarda ortaya çıkmışlardır. Fakat ütopya olgusu, insana ait inatçı bir umudun her zaman var olduÄŸunu göstermesi bakımından ‘ideal olanı’ arama gayreti olarak kıymete haizdir. En azından ideal olanın ne olması gerektiÄŸine dair insani bir refleksin varlığını aÅŸikâr eylemektedir.
Bu refleksin ontolojisi itibari ile ‘İlahi’ bir cevher taşıması, kıymetinin önceliÄŸini bizatihi kendi var oluÅŸu ile takdim etmektedir.
Henüz yorum yapılmamış.