Sosyal Medya

Makale

Ruhu Kirlenen İnsan, Çevreyi Kirletir

Çöp kavramıyla ilk tanışmam, 1970’li yılların ikinci yarısında köyümden çıkıp ÅŸehir merkezinde ortaokula baÅŸlamamla aynı yıllara rastlar. Gerçi, sanayi devrimi sonrası bütün dünya sistemine hâkim olan kapitalizmin bizim ülkemize, daha doÄŸrusu Anadolu ÅŸehirlerine sirayet etmesi ile de yakın bir ilgisi var, çöp olgusunun bir sorun olarak ortaya çıkmasının. Zira sonrasında bütün köylerimiz de bu tsunamiye teslim olmak zorunda kaldı. Özellikle bir petrol türevi olan plastiÄŸin, hayatımızın her alanına yönelik bir "kullan-at" hâkimiyetinin yanı sıra geliÅŸen ambalaj sektörünün hatırı sayılır bir payı var, kuÅŸkusuz. Ben bu yazıyla sizlere kiÅŸisel hikâyemden hareketle, organik, ekolojik bir yaÅŸamdan hormonlu bir yaÅŸama ve çevre kirliliÄŸine dönüşen süreci anlatmaya çalışacağım.

Köy hayatının benim çocukluÄŸuma tekabül eden yıllarında, yemek artıkları bahçemizdeki tavukların, kedilerin, köpeklerin rızkı olduÄŸundan bizim kitabımızda gıda israfı ya da evsel atık denen bir kavram henüz mevcut deÄŸildi. Kuru bakliyat ürünlerinin eski gazetelerden yapılan kese kâğıtlarına konularak satıldığını hatırlıyorum ve elbette kese kâğıtları da atık deÄŸil, sobamızın tutuÅŸturma malzemesi olurdu.

Bisküviler, lokumlar da aynı ÅŸekilde kese kâğıtlarında ambalajlanır, market poÅŸetlerinin yerine kullandığımız file tabir edilen tekstil ürünü pazar çantaları evimizin demirbaşı olarak görev yapardı. Sökülen elbiseler dikilir; yırtılan kısımlarına yama yapılırdı. Ayakkabılar modası geçince atılmaz, delinen, yırtılanlar için tamircileri vardı. Ha, bir de terzilerimiz vardı, elbette ÅŸu AVM’lerde pantolon paçası kısaltanların ataları... Onlar boyunuza göre pantolon, ceket diker, kumaşı zinhar israf etmezlerdi.

Erkek çocukların arabaları ağaçtan, kız çocuklarının bebekleri bezdendi. Hatta oyuncak tamircileri bile vardı bozulan oyuncaklarımız için. O oyuncaklarla bizim aramızda duygusal bir bağ olur, hatta onlara isim bile verirdik, belki bu yüzden ismi olan bir şeyi asla atamazdık. O vakitler "kullan-at" diye bir kavram hayatımızı istila etmiş değildi.

Hülasa, çöp diye bir kavramın henüz bizim dünyamızda bir karşılığı yoktu ki sorun olsun. Bu süreç bana üstat Arif Nihat Asya’nın bir ÅŸiirini hatırlattı: 

"Bize bir nazar oldu. Cumanız Pazar oldu

Ne olduysa hep bize azar, azar oldu."

Batı’nın aydınlanma diye adlandırdığı, sekülerleÅŸme, kutsal olanın din merkezli olmaktan çıktığı, bilim – daha doÄŸrusu insan – merkezli olarak bir paradigma deÄŸiÅŸikliÄŸine uÄŸradığı 19. yüzyıl ve sonrasında dünya, insan için emanet olmaktan çıktı ve insanın kendinde istediÄŸi gibi müdahale etme hakkını gördüğü bir nesneye dönüştü. Bu modern insan neslinin tek kutsalı kendisi olduÄŸu için kendinden önceki gelenek ve kendinden sonraki nesillerin geleceÄŸi elbette umurunda olmayacaktı. Kapitalizm, kendisi için verimli bir düşünsel vasatın üzerinde yükseldi. Batı’nın ayak izlerini takip eden bizim ülkemize de kapitalizmin gelmesi elbette çok sürmeyecekti.

Çevre kirliliÄŸi, üstat Ersin GürdoÄŸan’ın deyimiyle "Ruhu kirlenen insanın bir eylemidir". Bir sonuçtur yani. Kâr hırsı ile gözü dönmüş kapitalistler için tek kutsal kavram "kâr" olduÄŸu için elbette kirlilik onların umurunda olmayacaktı, bunda ÅŸaşılacak bir ÅŸey yok. Dünyayı alabildiÄŸine kirleten büyük petrol ÅŸirketlerine, kimya devlerine bir bakın, onların bu kirli yüzlerini örtmek için istihdam saÄŸladıkları, çevre temizliÄŸine fonlar ayırdıklarını, yoksul çocuklar için kampanyalar düzenlediklerini görürsünüz, bu sizi yanıltmasın. Bunları Hristiyan kültüründen kalma günah çıkarma seansları ya da ne kadar çevreci olduklarını gösteren PR çalışmaları olarak okuyabilirsiniz. Yine kendilerinin fonladıkları medya kuruluÅŸları tarafından parlatılan janjanlı sosyal sorumluluk projeleri ile karşımızdadırlar.

Bugün ülkemizin gündemini meÅŸgul eden müsilaj ekseninde çevre kirliliÄŸini konuÅŸuyoruz. Hemen faturayı siyasal merciimize göre kolaylıkla Çevre ve Åžehircilik Bakanlığı’na ya da büyük ÅŸehir belediyelerine kesip kendimizi temize çekebiliriz. Ama gerçek bu mu, biz masum muyuz? EÄŸer öyleyse, hafta sonları piknik alanlarını çöp toplama merkezlerine çeviren kim? Otobüs duraklarında sigara izmaritlerinden geçilmiyor. Araç içinden yollara savrulan pet ÅŸiÅŸeleri kimin eseri? Bu aÄŸaçları umarsızca kesip yerine çok katlı beton binaları diken kim?

Kirliliğin bir diğer boyutu olan israf bahsi bir başka kanayan yaramız. Lüks otellerde açık büfe kahvaltılardan artan nevaleyi toplasak Afrika kıtası doyar, sevgili dostlar. Her yıl modası geçtiği için atılan giysilerle, yine koca kıtayı donatmak mümkün desem sanırım abartmış olmam.

Ez cümle, feneri kendi yüzümüze tutarsak; adımızın Müslüman olması bir zihinsel dönüşüm, bir medeniyet buhranı yaşadığımız gerçeğini değiştirmiyor. Ruhumuzu kendi kavramlarımızla yıkamadığımız sürece, çevreyi kirleten kapitalistlerle birlikte çevrenin kirletilmesinde karınca kararınca katkıda bulunup sonrasında günahımızı hafifletmek adına sosyal sorumluluk projelerinde partner olmaya devam edeceğiz, korkarım.

Ruhu kirlenen insan, çevreyi kirletecek; kirlenen çevre, ruhumuzu daha çok kirletecek. Batı’nın karanlık yüzü, İslam dünyasına kirlilik ve gözyaşından baÅŸka bir ÅŸey vermediÄŸi gibi kendilerine de bir huzur getirmedi. Bu paradokstan çıkış ancak yönümüzü "DoÄŸu’ya", kendi deÄŸerlerimize çevirmekle mümkün çünkü Üstat Cemil Meriç’in deyimiyle "Işık doÄŸudan gelir".

Mehmet Bulayır

Not: Bu makale, “Muhal ile Mümkün arasında” adlı eserden iktibas edilmiÅŸtir.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.