Sosyal Medya

Makale

Zamana ve İnsana Dair

Sevgili Dostum,

Zaman üzerine ne çok ÅŸey söylemiÅŸ insanoÄŸlu. Vaktin geçmemesinden yakınanlar olsa da daha çok zamanın su misali akıp gitmesine hayıflanıyor insanlar. Hani: “Zaman ne çabuk geçiyor, vakit hiç geçmediÄŸi halde.” diye dertlenenlerin sayısı hiç de az deÄŸil yeryüzünde. Ancak kulaklarımızda sürekli yankılanan ses, geçip gidene dair yürek yakan ağıtlar oluyor. Özlemlerimiz de, piÅŸmanlıklarımız da hep geçmiÅŸ günlere dair nedense. Mâziye dönük nedametler hiçbir zaman dillerden düşmemiÅŸ, bu gün de düşmüyor ya…

GeçmiÅŸimiz, biraz da birikmiÅŸ acılarımızın bütünü gibi geliyor bana. Eskiler: “Dünyanın kaderinde acı var.” demiÅŸler. Öyle ya ne çok acı varmış dünyada, hem de tarifi olmayan acılar. Bedene düşen acılar tedavi ediliyor bir ÅŸekilde. Hatta bir zaman sonra unutabiliyoruz da. Ancak mâziye ait acılar daha çok yüreÄŸimizi yakıp kavuran acılardır. Sanki bu tür acıların tedavisi mümkün deÄŸilmiÅŸ gibi geliyor bana. Belki de bu acılara devâ olabilecek tek ÅŸey, geçmiÅŸin içinde en çok özlem duyduÄŸumuz çocukluÄŸumuza dair hatıralardır. Bu yüzden dönüp, dönüp geçmiÅŸe bakıyoruz özlemle. Aslında, gerçekleÅŸmemiÅŸ hayallerden ve izi kalmış kederlerden oluÅŸan bir geçmiÅŸi var insanlığın. İnsanoÄŸlunun bedeninde ince bir sızı olarak yer etmiÅŸ mazi. Hiç geçmemiÅŸ, belki de hiçbir zaman geçmeyecek bir sızı… Bu gün dönüp geriye bakınca, acısıyla, tatlısıyla “Hayat ne çabuk akıp gidiyor, hiç dönüp ardına bakmadan.” diye söyleniyoruz.

Kıymetli Dost,

Biliyorum, “Durup, dururken nereden çıktı bu geçmiÅŸi yeniden yazmak, be dostum.” diye söyleniyorsun. GeçmiÅŸi konuÅŸmak veya yazmak için birçok sebebimiz var. Ancak bu gün maziye dair birÅŸeyler karalamama vesile olan, doÄŸum günüm dolayısıyla bazı dostlarımdan aldığım tebrik mesajları. Bu durum beni biraz gerilere götürdü. Yeniden çocukluÄŸuma doÄŸru zihinsel bir yolculuk yaÅŸadım. Bu yolculuk sadece benimle sınırlı deÄŸil, o yıllara ait yaÅŸadıklarımız yeniden bir film ÅŸeridi gibi canlandı gözümde. DoÄŸduÄŸumuz yıl, ay hatta gün, resmi kayıtlar farklı yazılmış olduÄŸunu biliyorsun. Bizim kuÅŸaktan herkesin durumu yaklaşık olarak aynı sayılırdı. Özellikle kırsalda yaÅŸayanlar için durum böyleydi. Nufus idaresine gittiÄŸimde kayıt iÅŸlemlerinin her aÅŸamasında müdahil olmuÅŸtum. Biraz zor olmuÅŸtu ama nufus memurunu hangi yıl doÄŸduÄŸuma ikna edebilmiÅŸtim. Ancak doÄŸum günümün nüfus kayıtlarına beÅŸ Haziran olarak geçmesine nüfus memuru karar vermiÅŸti. Nüfus idaresine gittiÄŸimiz gün doÄŸum günüm olarak yazılmıştı.

Aziz Dost,

Her toplumun hatta her insanın bir hikâyesi vardır. Bazı yaÅŸam öyküleri benzerlikler taşımış olsa da aslında her hikâye kendine özgüdür ve önemli farklılıklar gösteriyor bize. İnsan hikâyelerin ÅŸekillenmesinde, yaÅŸanılan dönemin ve çoÄŸrafyanın etkiIeri önemli bir yer tutuyor. Köy yaÅŸamı ile ÅŸehir hayatının aynı olmadığı gibi buralarda yaÅŸayan insanların yaÅŸam öykülerinde de deÄŸiÅŸiklikler görebiliyoruz. Keza savaÅŸların ve doÄŸal afetlerin yaÅŸandığı bölgelerde daha dramatik hikâyelere ÅŸahit oluyoruz.

Bazen aklımızın alamayacağı kadar büyük acılar yaÅŸanıyor buralarda. Åžimdilerde teknoloji, uIaşım ve iletiÅŸim alanında çok büyük geliÅŸmeler oldu. Makas öylesine açıldı ki, geçmiÅŸ ile günümüzü mukayese etmek ve bu deÄŸiÅŸimi anlatmak hiç de kolay deÄŸil. Bu alanda böylesine büyük geliÅŸmelerin yaÅŸandığı bir dönemde kırk, elli yıl öncesine ait insan hikâyeleri, günümüz insanına, asırlar öncesini anımsattığından hayli yabancı geliyor. Bu yüzden biraz da bizim çocukluk dönemlerinden bahsetmek gerektiÄŸini düşünüyorum.     

Doğup büyüdüğümüz olan Doğu Anadolu bölgesinin yaşam koşullarını ve zorluğunu biliyorsun. Böylesine zorlu bir coğrafya olması yanında, yokluğun ve yoksulluğun bütünüyle yaşam koşullarını sarmaladığı zamanlardan bahsediyoruz. O dönemlerde ebeveyn olmak da zordu, çocuk olmakta... Köylerimiz henüz viraneye dönmemişti o vakitler. Sekiz, on nüfusun yaşadığı evlerle köylerimiz hayli kalabalıktı. İki dağın arasında kalmış, dar ve derin bir vadiye sıkışmış köyümüz şehre de hayli uzaktı.

Şehre gitmek için bir kaç saatlik patika yolculuğundan sonra kamyon veya traktör ile kalan yolu gitme şansı doğabiliyormuş. Zira büyüklerin dediğine göre bu iki güzide araçtan birisine denk gelmek ise her zaman mümkün olmuyormuş. İlkokul dönemlerimde, asfaltlı yollarımız olmasa da dağlar yarılmış, dev kayalar dinamitlerle parçalanarak toprak bir yol açılmıştı. Uzun zaman süren yol çalışmalarını neredeyse her gün saatlerce anlamsız bir şekilde izlerdik. Artık kamyonlar, traktörler iş buldukça haftada bir veya iki kez köyümüze de gelebiliyordu. Bu araçlarla yolculuk yapmak oldukça konforluydu. Ancak bir o kadarda maliyetli olduğu için bu araçlarla seyahat herkese nasip olmuyordu.

Kıymetli Dost,

Yüksek iki dağın yamacında kurulmuÅŸ köyümüze sabah güneÅŸi biraz daha geç doÄŸuyordu, çevre köylere nazaran da erken batıyordu. Vadinin dibinde akan çayın feryatları yüksek daÄŸlarımızda yankılanıyordu. Bu koca daÄŸların yamaçlarını dolanarak uzun bir yolculuktan sonra Fırat’la buluÅŸuyordu. Fırat’a kavuÅŸup, sarmaÅŸ dolaÅŸ olunca vuslata ermiÅŸ âşık gibi çığlıkları, inlemeleri diniyordu. Hani yaz aylarında yüzdüğümüz o güzelim çayın feryatları, Fırat’ın kalbine teslim oluyordu.

Tarım ve hayvancılık olanaklarının yeterli olmayışı, bu bölgede hayatı oldukça zorlaÅŸtırıyordu. ÇocukluÄŸumun geçtiÄŸi bu daÄŸ köyünde her ÅŸey ya azdı ya da ucu ucuna yetebiliyordu. Bu sebeple ilkokulu bitiren çocuklar aileden bir büyükle gurbet yollarına düşüyordu. Oysa henüz gurbet nedir, sıla hasreti yürekte nasıl bir sızıdır bilmeyen, anne sevgisine muhtaç çocuklardı hepsi. Gurbet hakkında iki kelimeyi dile getiremeyecek kadar küçücük birer çocukken ayrılıyorlardı anne kucağından. Beni bekleyen kader de akranlarımdan farklı deÄŸildi. İlkokul bitmiÅŸ, bende büyük abimle İstanbul’un yolunu tutmuÅŸtum.

1977 yılı ilkbaharıydı okulun bitmesiyle, diploma almaya gittiÄŸimde, öğretmenim nüfusa kaydımın olmadığını söylemiÅŸti. Bunun ne demek olduÄŸunu anlamamıştım. Eve gelip olanları anlatınca, büyük abimle katır sırtında, henüz tan yeri aÄŸarmadan yola düşmüştük. Pütürge’ye vardığımızda akÅŸam ezanı okunuyordu. Sabah nüfus memuru: “Anne veya baba gelmeden nüfusa kayıt yapmayız.” demesiyle eve eli boÅŸ dönmüştük.  Evet, ben vardım ama varlığımı belgeleyecek resmi bir belge elimde yoktu. Sonbaharda İstanbul serüvenim baÅŸladı. Bir kaç kez memlekete gitmeme raÄŸmen nüfusa kayıt için ilçeye gitmeyi düşünememiÅŸtim. 1980 Haziran’ında bu kez babam katır sırtında ben peÅŸinde yaya olarak bir günlük yolculukla Pütürge’ye ulaÅŸmıştık...

 “Nemrut dağının başına ne zaman kar düşer?”

Bazen annemle sohbet ederken aklıma gelirdi: “Anne ben ne zaman doÄŸdum diye sorardım.” Rahmetli annem: “Nemrut dağının zirvesine kar düşmüştü, sen dünyaya geldiÄŸinde.” derdi. Hangi yıl doÄŸduÄŸumu bir türlü tesbit edemiyorduk. Kar her yıl aynı zamanda yaÄŸmıyordu bizim oralarda. O yıl hangi ay kar düşmüştü daÄŸa onu da bilmiyorduk. Ama annem pazartesi günü doÄŸduÄŸumu hatırlıyordu. Az ÅŸey deÄŸildi doÄŸduÄŸum günü hatırlaması. Evlerimizde takvim yok, kalem, defter yok. Hatta köyde okul yok, dolayısıyla okuryazar yok denecek kadar azdı. Çalışmak için sonbahar da ÅŸehre gidenlerin bazıları, bir kaç kelime ile sınırlı kırık dökük bir Türkçe öğrenebilmiÅŸti.

Bir gün annemle konuÅŸmalarıma ÅŸahit olan babam: “Büyük aÄŸabeyin, ilçede ki yatılı bölge okuluna gittikten birkaç ay sonra dünyaya gelmiÅŸtin.” diye düzeltmiÅŸti. Babamın anlattıkları da zihnimdeki sorunları çözülemeye yetmemiÅŸti. Ancak nüfusa gittiÄŸimde bu hesapları yapacak kadar aklım eriyordu artık. Köyümüzden hangi yıl yatılı bölge okuluna öğrenci gönderildi. Köyde hangi yıl okul yapılmıştı. Bütün ipuçlarını birleÅŸtirip doÄŸum yılımı oradan hesap ederek çıkartmıştım. Bizim oralarda ayların bir adı var mıydı hatırlamıyorum ama mevsimlerin birer ismi vardı. Her ÅŸey mevsimlere göre ve tabiat üzerinden tanımlanıyordu. Mesela benim küçüğüm olan kardeÅŸim de yaylaya göç zamanı doÄŸmuÅŸtu. Yaylaya göç vakti ise ilkbaharın son demleriydi.

Kadim Dost,

Annem ve o dönemin insanları için yılın ve günün bir önemi yoktu, nasılsa zamanı belliydi… DaÄŸa kar düştüğünde... Yaylaya göç zamanı veya harman vakti... Aslında anneme kalsa zamanın da bir önemi yoktu, onun için kıymetli olan bunlar deÄŸildi, önem verdiÄŸi ailesi ve evlatlarıydı. Bu duyguyla o koca daÄŸların zirvesi dâhil yamaçlarına da ayak basmadığı yer kalmamıştı. Tek dileÄŸi hastalığından dolayı çalışamayan kocasını ve evlatlarını kimseye muhtaç etmemekti. En büyük gayesi de mücadelesi de bu olmuÅŸtu. Zor bir coÄŸrafyada bu mücadeleyi verirken sevgisi ve merhametiyle anneliÄŸin de en güzel örneÄŸiydi elbette.

Annemin: “Nemrut dağının zirvesine kar düşünce doÄŸmuÅŸtun.” dediÄŸi yıl, tam emin olmasam da, köyde yaÅŸanan hadiselerden yaptığım çıkarımlarla 1966 yılı olduÄŸuna karar kılmıştım. Nüfus memurla bir saatlik tartışmanın neticesinde doÄŸduÄŸum ay ve gün doÄŸru olmasa da yılını doÄŸru yazarak bir kimlik kartına sahip olmuÅŸtum. DoÄŸduÄŸum gün ve ay ise kayıt için nüfusa gittiÄŸim 5 Haziran olmuÅŸtu. Bütün bunları neden anlattım, benim gibi doÄŸum günü veya yılı kimliÄŸinde doÄŸru yazılmamış o kadar çok insanımız var ki...

Bu dönemin insanlarının kimlik kartına bakıldığında yarısından fazlasının doÄŸum günü 01- 01- 19.. olduÄŸu görülüyor. Nüfus memurlarının marifeti!) ile bazı arkadaÅŸlarımızın iki ismi var. Memurun kafasına göre bir isim yazması sonucu kimlik kartında yazılı olan isim ile gerçek adı farklı olmuÅŸtu. Bu yazdıklarım biraz da onların hikâyesi. Bütün bunları anlattığımızda, günümüz gençleri ÅŸaka yaptığımızı düşünüyorlar. Bu olup bitenler doÄŸru ise nasıl olabileceÄŸini anlamakta zorlanıyorlar.

Güzel Dost,

Doğum günü, evlilik yıldönümü ve benzeri özel gün adı altında kutlamalar yapan hatta bunun için önemli bütçeler ayıran günümüz insanının yaşam felsefesine bakınca, büyüklerimiz ne güzel insanlarmış diye düşünüyorum. Hayatın her anında insanı değerli kılan bir yaşam anlayışına sahipmiş bu insanlar. Anne, babalarını, eşlerini ve çocuklarını nasıl bir sevgiyle sarmalamışlar diye hayranlık duymamak elden değil. Şimdilerde kıymet vermeyi, koca bir yılda birkaç özel(!) güne hasredildiği görülüyor. Bizim kuşak için böylesi yaklaşımları anlamak kolay değil. Bu durum bana sahici gelmediği gibi samimi de gelmiyor. Toplumun bu ahvaline şahit oldukça, zaman zaman şu mısralar dökülüyor dilimden.

 

sorma 

sorma öykümü

yolum uzun 

ve derdim büyük                                                                                                                  

sorma yaralı yüreğimi

benim hikayem çok uzun                                                                                                       

 

acılar vadisini geçtim adım adım

düşüme sen girdin gecenin tenhasın da 

büyük ümitler besledim sana dair

oysa çölde kum fırtınasına tutuldum

seni ararken

çöl deryasında 

kayboldum kum tanecikleri arasında  

 

sorma öykümü

yolum uzun 

ve derdim büyük 

sorma yaralı yüreğimi

benim hikayem çok uzun

 

sarp yamaçları yürüdüm adım adım 

hayalimde sen vardın zirveye çıkarkan

umutlar büyüttüm hasretine dair

oysa dağ kar boran olup yağdı üstüme

seni ararken

bir kar taneciÄŸi oldum  

kayboldum sisli daÄŸların ardında  

 

sorma öykümü

yolum uzun 

ve derdim büyük 

sorma yaralı yüreğimi

benim hikayem çok uzun

 

uçsuz bucaksız ovaları yürüdüm adım adım 

sevda dağından düşerken

seni büyüttüm sinemde

oysa gölgenin rüzgarına kapıldım 

seni ararken

bir yaprak idim sonbahar aÄŸacın da 

kayboldum yamaçlarda yankılanan sesinde

 

sorma öykümü

yolum uzun 

ve derdim büyük 

sorma yaralı yüreğimi

benim hikayem çok uzun

Dostum,

Aslında özel günleri kutlama gibi bir geleneÄŸimiz yok. Böyle bir örfümüzün olmasını da hiç istemedik.  Ancak doÄŸum günü vesilesiyle bazı arkadaÅŸ ve dostlarımızın sosyal medyada kutlama mesajı göndermeleri sebebiyle böyle uzun bir zihinsel yolculuk yaÅŸadım. Bu yolculuÄŸumu seninle de paylaÅŸmak istedim. Evet, hakikatten ve samimyetten uzaklaÅŸmış bir toplum olduk. Böyle zamanlarda içtenlikle yaptığım dua ise: “Allah’tan hayırlı bir ömür ve hayırlı bir ölüm.” oluyor.

7 Yorum

  1. Vesselam

    Haziran 09, 2025 Pazartesi 10:21

    rahmetli yaşar kaplan aklıma geldi. mektubla mektublarla bir mesaj verme. bir şeyler anlatma yoluna giderdi. ve tabi rahmetli mehmet alagaşı da unutmamak gerekiyor. aklıma gelen ilk bunlar olsa da c zarifoğlu ve benzer kalemler ve değerleri de unutmamak gerekiyor. hepsini rahmetle yaad ediyorum bu vesileyle.. muhabbetle

  2. Hüseyin Çiftçiler

    Haziran 08, 2025 Pazar 21:48

    Gerçekten yüreğine kalemine sağlık ancak bu denli güzel olmuş .Allah dualarınızı kabul eylesin inşallah baka anlatmaya gerek yok..senin de dediğin gibi sorma öykümü yolum uzun ve derdim büyük.

  3. Ali Aydın

    Haziran 07, 2025 Cumartesi 17:11

    Kalemine kuvvet Sıhhat ve afiyetle Çocukluğuma gittim

  4. Rabi Önal

    Haziran 07, 2025 Cumartesi 13:09

    Rabbim yolunu açık etsin inşallah kardeşim. Toplumun ağrıyan yaralarını nasıl da güzel anlatmışsın. Allah razı olsun.

  5. Yasin Aydın

    Haziran 07, 2025 Cumartesi 12:22

    Abi eline yüreğine kalemine sağlık. Rahmetli anne babanın mekânı cennet olsun. Tüm geçmişlerimizin mekanları cennet olsun inşaAllah. Bu yazıyı okuyunca "ay lav yu" diye bir Türk filmi geldi aklıma. Yanılmıyorsam o filmde geçiyor. "Tınne köyü" diye. Köy var ama yok. Ben film olarak düşünürdüm ama gerçekmiş.

  6. Ekrem Aydın

    Haziran 07, 2025 Cumartesi 11:33

    Ağzına sağlık ölmüşlerine rahmet olsun bıremı

  7. Adem

    Haziran 07, 2025 Cumartesi 10:42

    Bır dönemin ilginç hikayesini samimiyetle yoğurup ifade etmişsiniz. Yureğinize saglık. Rabbim duanızı kabul eylesin.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.