Sosyal Medya

Makale

Yüzleşmeyen Yüzsüzleşir!

Bu yazı önce nefsime, sonra da nasibi olanlaradır…

Hiç düÅŸündük mü, neden bir mümin Cenâb-ı Hakk’tan bir niyazda, duada bulunurken önce tövbe ve istiÄŸfarla baÅŸlar?

Yaratan’dan, her ÅŸeyi bilenden ve hâlini kendinden daha iyi bilenden bir dilekte bulunurken, önce kendimizden, nefsimizden ve yaptıklarımızdan “arınarak” baÅŸlıyoruz. Aslında bu durum son derece açıktır. Nasıl ki namaz için abdest almak gerekiyorsa, dua için de mânevî bir abdest olan tövbe ve istiÄŸfarla baÅŸlamak son derece uygundur ve olması gereken de budur.

Meselenin bu yönü açıktır.

Ancak ÅŸu yönü de yok mudur: İsteyen bir kimse, ne istediÄŸini dile getirmeden önce “kim olarak istediÄŸini” de netleÅŸtirmelidir. Tövbe ve istiÄŸfarın hikmeti bu deÄŸil midir? Yani ben, bir kul olarak Rabb’imden istiyorum. Öyleyse, kendi kulluÄŸumun bilincine ne kadar varmışsam, ancak o zaman isteklerim bir pazarlık deÄŸil, gerçek bir “dua” olur. KulluÄŸun da birinci basamağı, “kendini bilmek” ve “haddini bilmektir.”

Haddimiz hem sınırlarımızı hem de konum ve durumumuzu tayin eder. Kısacası, kul; günahsız, hatasız ve yanlıştan münezzeh biri deÄŸildir. Duanın ilk cümlelerindeki tövbe ve istiÄŸfar da iÅŸte bu günahı, hatayı ve yanlışı kabul ile; onlarla bizzat yüzleÅŸmek, kulluk bilincimizin farkına varmak ve haddimizi bilmek içindir.

Hâl böyleyken, gençlerimize ve evlatlarımıza yukarıdan ve üst perdeden; didaktik, hatta zaman zaman kırıcı söylemlerde bulunurken, neden bu sözleri arada bir kendimize de söylemiyoruz? Neden biz de günahkâr olduÄŸumuzu veya olabileceÄŸimizi itiraf edemiyoruz? Yoksa bundan mı korkuyoruz?

Acaba, birilerinin ya da gençlerin bizi “zayıf, ezik ve nazik” bulmalarından mı endiÅŸe ediyoruz? Yoksa daha derin bir noktada, “Olur mu öyle ÅŸey, itiraf ve tövbe yalnızca Allah’a yapılır; kula ne lüzumu var?” mı diyeceÄŸiz?

Elbette hiç kimse, Allah ile kulu aynı kefeye koyun demiyor ki!

Hani deriz ya: “Kula teÅŸekkürü olmayanın, Allah’a hakkıyla ÅŸükrü de yoktur.”

Bunun benzerini ÅŸöyle desek ne çıkar: “Allah’a tövbe ederken, ey kul; hakkına girdiÄŸin insanlardan da bir özür dilemek çok mu zordur?”

Daha da somutlaÅŸtıralım: Bir baba/anne evladından, bir öÄŸretmen öÄŸrencisinden, bir doktor hastasından, bir âmir memurundan, bir devlet baÅŸkanı halkından… ÅŸöyle dese ne kaybeder:

“Kusura bakmayın, bu konuda yanıldık. Bizim yanlışlarımızın bazı sonuçlarını sizler çekiyorsunuz. Haklarınızı helal edin…”

Bunu söylemek, izzetimize ve nefsimize bu kadar mı ağır geliyor? KuyruÄŸu dik tutmak neden bu kadar hayatî önem taşımaktadır?...

Demem o ki: Elimizde tutmaya kalksak bizi yakacak, bıraksak avucumuzdan kayıp gidecek bu kıymetli “ateÅŸ-pare” nesil adına gerçekten bir hayır iÅŸlemek istiyorsak, önce kendimizle yüzleÅŸmeliyiz. Takkeyi önümüze koyup önce kendi muhasebemizi yapmalıyız.

Belki biraz biz toparlanırsak, gençlerimiz de o vakit bizde gördükleri bir deÄŸere binaen bizimle yol yürümeye devam ederler. Aksi olursa, vay hâlimize!

Her gün, her vesileyle gençleri küçümseyen, aÅŸağılayan, ötekileÅŸtiren; “Biz gençken ÅŸöyleydik, böyleydik…” diyerek hiçbir bedel ödemeden laf cambazlığı yapan acuzelere dönüÅŸmemiz iÅŸten bile deÄŸildir.

YüzleÅŸelim kendimizle ki o zaman söylediklerimizi söyleyebilecek bir yüzümüz olsun!..

 

Muhammed Ali AlioÄŸlu

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.