Makale
Aforoz Edilmiş Bilim versus Şehadet Getirmiş İlim
İran, Hint coğrafyalarında ortaya çıkmış Yunan?da zirvesine ulaşmış bilimleri, hikmeti miras edinirken ?İran?ın, Hint?in, Yunan?ın bilimini alalım ahlakını almayalım? gibi lüzumsuz bir tartışma faslı açılmamıştır bile.
Bir önceki yazımızdaevrenselle beslenmede ve evrenseli üretmede sorunlar yaşayan yaşam-dünyalarının giderek yerel unsurlarla beslendiğini ve yerel unsurlar ürettiklerini söylemiştik. Evrensellerden neyi kastettiğimizi, bu evrensellerle nasıl irtibat kurmamız gerektiğini de bir sonraki yazımızda ele alacağımızı belirtmiştik. Yaşam-dünyalarının muzaffer konuma ulaşabilmeleri için evrensel unsurlardan beslenmeleri şarttır. Söz konusu evrensel unsurlardan en önemlisi bilimdir. Müslüman yaşam-dünyasının oluşması sürecinde evrensel unsurlar olan dönemin bilimlerinden en üst düzeyde yararlanılmıştır. Mevzu bahis yaşam-dünyası oluştuğu süreç içerisinde karşılaştığı her yaşam-dünyasından çok farklı unsurları kendi bünyesine katmış ve bu şekilde evrensel yaşam-dünyası konumuna yükselebilmiştir. Yunan, İran, Hint ve diğer yaşam-dünyalarıyla temas eden Müslüman yaşam-dünyası, zenginleşmek için hızlı bir şekilde -hiçbir aşağılık kompleksine girmeksizin- kadim mirası bünyesine katmıştır. İran, Hint coğrafyalarında ortaya çıkmış Yunan’da zirvesine ulaşmış bilimleri, hikmeti miras edinirken “İran’ın, Hint’in, Yunan’ın bilimini alalım ahlakını almayalım” gibi lüzumsuz bir tartışma faslı açılmamıştır bile. Batı coğrafyasının asırlar sonra bilimsel ve felsefi gelişmede bize fark attığı zaman Müslüman yaşam-dünyası yine aynı olguyla karşı karşıya kalmıştır. Yani miladi 7-8. Yüzyıllardaki durumun aynısı 19-20. Yüzyılda da (hatta 21. Yüzyılda) yaşanmıştır/yaşanmaktadır. Her iki durumda da Müslüman yaşam-dünyası edilgin konumdaydı. Ama ne oldu da 7-8. Yüzyıldaki Müslüman yaşam-dünyası edilgin konumdayken lüzumsuz tartışma fasıllar açmaksızın veya kurabiyeleri konferanslar düzenlemeksizin kendisini etkinleştirebildi; özünü-gürleştirebildi? Neden Müslüman yaşam-dünyası Aristoteles fiziğiyle karşılaşırken “Yunan’ın fiziğini alalım da ahlakını almayalım veya ikisini de alalım/almayalım” gibi tartışmalara girmezken Newton fiziğiyle karşılaştığı zaman “Batı ahlakını alalım mı almayalım mı veya ikisini de alalım mı almayalım mı” gibi tartışmaları başlattı? Aristoteles fiziği şehadet mi getirmişti? Aristoteles fiziği ilahi metinimizce övülmüş müydü? İlahi metinimiz “tefekkür edin, düşünün ve benzeri ifadeleri/emirleri serdederken” acaba “Aristoteles fiziğiyle uğraşın mı” diyordu? Böyle mi anlam mı çıkarmıştı yaşam-dünyamızı etkinleştirenler? Batlamyus astronomisini bünyemize kattığımız zaman neden kurabiyeli konferanslar düzenlemedik de modern astronomiyle tanış olduğumuz zaman uzunca, sonu gelmez tartışmalara girdik? Daha da ilginç olan, neden İran, Hint, Yunan bilimlerine ilim, modern Batı’da gelişen muadilineyse bilim diyoruz? “Efendim modern Batı bilimi Yaradıcı’yı tanımıyor”, “bizi mutlak hakikatlere götürmüyor” diyorsanız size şunu söylerim: İran, Hint, Yunan bilimi pardon ilmi (!) Yaradıcı’ya mı götürüyor? Eğer İran, Hint, Yunan bilimi mutlak hakikatlere götürüyor idiyse neden terkedildi? Aristoteles’e, Batlamyus’a, Gelen’e camii imamı muamelesi gösterip Newton’u, Einstein’ı, Mendel’i aforoz etmenin ne anlamı var? Bunlardan hangisinin dindar olduğuna bakacak olursak -farkındayım saçma bir teşebbüs- Newton ve Einstein Aristoteles’e ve Batlamyus’a fark atar. Ne de olmasa ikinciler ehli kitap. Böyle mantıkla hareket edecek olursak, ehli kitabın bize daha yakın olması gerekir, değil mi? Peki acaba neden böyle bir paradoksun ortasında bulduk kendimizi? Bunun bir tek cevabı vardır: 7-8. Yüzyıllarda politik olarak güçlüydük de ondan. Politik olarak egemen konumda olmak yapılan işlere meşruluk kazandırır. Yani İran, Hint, Yunan bilimlerini, kadim hikmeti ithal ederken sorun yaşamıyorsun ama ne zaman ki politik olarak zayıf konumdasın işte o zaman ister faydalı isterse de zararlı hiçbir şeyi ithal etmek istemiyorsun. Kendi kabuğuna çekilir ve ortalığın sakinleşmesini umut edersin. Ancak ortalık bir türlü sakinleşmedi. Batı yaşam-dünyası muzaffer olma yolunda ilerlerken Müslüman yaşam-dünyası evrensel unsurlarla “gıdalanmaktan” ve evrenselleri üretmekten kendi rızasıyla vazgeçti. Kendi yerel unsurlarını kutsamaya devam etti ve söz konusu yerel unsurlardan gıdalanma yolunu seçti. Aristoteles fiziğiyle örülmüş klasik kitaplarını amentü konumuna yükseltti ve ona ilim dedi. Newton, Einstein, kuantum fizikleriyle örülmüş kitap yazmak sekülerleşme addedildi ve bu girişimden olabildiğince kaçınıldı. Ama nereye kadar kaçacağız? İşte esas soru(n) da budur. Bu arada, İran, Hint, Yunan bilimlerinin Müslüman yaşam-dünyasına dahil edilmesini bozulmanın başlangıcı sayan bir grup da ortaya çıktı. Söz konusu grubun en önemli isimlerinden birisi Muhammed İkbal’dir. Ama çok ilginç bir şekilde kendisi Whitehead’in felsefesinden gıdalanmıştır. Yani bu durumda Whitehead Platon’a kıyasla abdestli mi oluyor? (!) Düşünmemiz gerekir. Sözüm o ki evrensel olandan korkmamamız gerekir. Aristoteles fiziği neyse Einstein fiziği de odur. Birisi abdestli diğeri abdestsiz değil. Her ikisi nötrdür. Önemli olan bunları kendi hedeflerin istikametinde istifade edebilmektir, istifade edebilmenin yollarını geliştirebilmektir. İlim Çin’de de olsa arkasınca gidiniz” hadisini yanlış mı anladık acaba? Galiba Çin’in gelişip dünyaya hâkim olmasını bekliyoruz. -Bu arada Çin hızlı adımlarla dünya gücü olma yolunda ilerliyor, medeniyet merkezi New York’tan Şangay’a doğru evrilmek üzere- Çünkü Çin’den ilim ithal etmek meşrudur. Ne de olsa hadis öyle söylüyor. Batı’dan ilim ithal edemeyiz ancak ve ancak Çin’den. (!) İçine yaşadığımız durumun başka açıklaması ol(a)maz.

Henüz yorum yapılmamış.