Makale
İslamcı Yahudilik
Bütün sorunlarımızı modernite üzerine atmamız kış uykusuna devam ettiğimiz anlamına gelmiyor mu?
Yazar çizer takımımız son 50-60 seneden beridir ilginç bir atmosfer oluşturmuş durumda. Söz konusu atmosferi oluşturan öğeler, modernite denen olguyu algılayış biçimimizle ilgilidir. Sanki ortalık güllük gülistanlıktı da modernite ortaya çıkmakla birlikte her şeyimiz alt üst olmuş yargısı geçer akçe konumunda. Hatta bu yargı, akademimizin amentüsü haline gelmiş durumda. Acaba neden böyle bir yargıya daha doğrusu doksa’ya kapıldık? Çünkü geçmişimizle barışığız. Geçmişimizle bu kadar barışık olmamızın sebebi, geçmişimizi tam olarak bilmediğimiz olabilir mi acaba? Bir toplumun kendi geleceğine yönelik vizyonunda Don Kişot rolünü üstlenmesine bir noktaya kadar anlam verebiliriz de kendi geçmişine karşı Don Kişotlük yapması akıl tutulması değil de nedir?
Öyle sorunlar bulmamız, öyle meselelere odaklanmamız gerekir ki, herhangi bir döneme -klasik, modern, post modern- ait olmaksızın doğrudan kendi varoluşumuzla ilgili olsun. Kendi varoluşumuzla ilgili sorunlar, evet. Örnek gösterebilir miyiz? Tabii ki. Mesela, İslam’ın belli bir halka, millete, topluma, coğrafyaya, kültüre hapsedilmesi. İslam dininin bir halka, bir kültüre hapsedilme çabasının soykütüğünü çıkaracak olursak Emevi dönemine kadar inmemiz gerekebilir. Mevali sisteminin tesis edilmesi, Arap olanla olmayan arasındaki hiyerarşinin ortaya çıkması İslamcı Yahudiliğin ilk ayak seslerindendi. Farsların İslamiyetle tanışmasıysa İslamcı Yahudiliğin gelişmesine (!) Emevilerden çok daha katkıda bulundu. İslam’dan önceki “fars müktesebatı” kanser hücresi gibi İran coğrafyasını adım adım ele geçirdi ve sonuç olarak İslamcı Yahudiliğin harika bir örneğini yarattı (!). Sorarsanız İslam’ı kendilerinden daha iyi bilen yok. Bütün yazar çizer takımı da İslamcı Yahudiliğe hizmete adanmış. ABD’de sürgün hayatı yaşayan fars mütefekkirin (Seyyid Hüseyin Nasr) kitapları Türkiye’de iyi satış yapıyor. Demek ki bayağı okunuyor. Kitapları “İslam felsefesi buradan geldi, tasavvuf oradan geçti, İslam düşüncesi böyle evrildi” gibi mütedeyyin gençlerimizin buruk kalplerine su serpecek cinsten ifadelerle dolu. Acaba İslam felsefesi, tasavvuf, kelam derken bu zat neyi kastediyor? Onun İslam felsefesi paradigmasında İbn Kemal var mı? Tasavvuf derken İmam Rabbani’ye yer veriyor mu? Kelam derken Taşköprülüzade’yi selam gönderiyor mu? Sizi hayal kırıklığına uğratacağım. Bu soruların cevabı, koca bir hayırdır. Muhterem İslam felsefesi derken en fazla Sühreverdi üzerinden gelişen ve sadece İran coğrafyasındaki İşraki felsefesinin üyelerini kastediyor. Aynı şekilde tasavvuf derken de fars kökenli ve en iyi ihtimalle İran coğrafyasındaki şahısların geliştirdikleri öğretiyi nazar-ı dikkate alıyor. Mir Damad’ın yaşadığı dönemde Kuzey Afrika’da hangi filozoflar yaşamış, Türkistan’da hangi kelamcılar varmış, Hindistan’da tasavvuf nasıl bir seyir izliyormuş, bunlar Nasr’ın umurunda bile değil. Niye? Çünkü Mir Damad’ın zamanında bir tek filozof vardı o da Mir Damad. Gerisi hikâye. Dahası İran hariç diğer Müslüman coğrafyaları hikâye. Özellikle de fars halkı hariç diğerleri hikâye. İslam demek zaten İran demek. İslam sanatını görmek istiyorsan buyur İsfahan, İslam ilimlerini öğrenmek istiyorsan buyur Kum’a.
Arap dünyası çok mu farklı? Buyur sana “Arap aklı” garabeti. İsminden bile buram buram Yahudilik kokan bu tabirle Cabiri acaba ne kastetmiş? Seyyid Hüseyin Nasr hangi saiklerle yola çıkmışsa formel olarak aynı saiklerle de Cabiri motive olmuş. “Ay efendim, İslam felsefesine batılılar arap felsefesi dediğine göre böyle tabir kullanmış falan filan”. Batılılar hata yapmış sen de mi yapacaksın? Ayrıca neden Cabiri’de Arap olmayan coğrafyalarda gelişen felsefi-entelektüel gelenekler hakkında bir cümle dahi göremiyoruz?
Türkiye’de durum çok mu farklı? Hiç de değil. Türkiye’de ister övgüyle ister yergiyle olsun İslam medeniyeti tabirini kullanan on kişiden dokuzu Osmanlı’yı kastediyor. Bir kişi de Selçukluyu kasteder genelde. Şunu size çok net bir şekilde söylüyorum. Üsküdar’da İslam ümmeti hakkında konferans veren yazar çizer takımımızdan herhangi birinin -işinin hakkını veren şahısları hariç tutuyorum, ki onların sayısı bütünü dikkate aldığımız zaman görünmez kalıyor- ümmetten anladığı Üsküdar’la Ümraniye arasında yaşayanlardır. O zata Mali’nin yerini haritada sorun emin olun ki bilmeyecek. Türk düşüncesi diye dersler açılacak, kitaplar basılacak, konferanslar verilecek. Peki neymiş bu Türk düşüncesi? Ha “Arap Aklı” dedin ha “Türk düşüncesi”. Bir farkı var mı? İkisi de dışlayıcı ikisi de “sadece ben varım gerisi hikâye” mantığından beslenmekte. İtiraz ettiğimiz zaman da “Alman düşüncesi varken neden Türk düşüncesi olmasın” diye yanıt alıyoruz. Evet var bir Alman düşüncesi var doğru, bir Fransız düşüncesi de var, o da doğru. Ama bir Türk düşüncesi bir Arap düşüncesi bir Fars düşüncesi yoktur kardeşim. Bunlar bir bütündür. İslam hiçbir halkın özel malı, mülkü değildir. İslam’la şereflenen halklar arasında hiyerarşi oluşturulmamalıdır. İslam estetiği derken birinin aklına aynı zamanda Tac Mahal, Süleymaniye Camii, Şirvanşahlar Sarayı, Djenne Ulu Camii, Bibi Hanım Camii, Çehel Sütün Sarayı, gelmiyorsa burada bir sorun vardır demek. İslam felsefesi denildiği zaman aynı anda İbn Kemal’i ve Molla Sadra’yı düşünemiyorsak burada bir sorun vardır demek. Tasavvuf denildiği zaman İmam Rabbani’yi ve İsmail Bursevi’yle diyaloga sokmuyorsak yanlış yoldayız demek.Dünya sadece bizim halkın bizim kültürün bizim toplumun etrafında dönmüyor. Hint alt kıtasında Müslüman mirası hakkında ne biliyoruz? Türkistan coğrafyasındaki İslam sanatı hakkında ne kadar bilgiliyiz/ilgiliyiz? Kuzey Afrika Müslümanları acaba nasıl bir müktesebata sahiptir? İran sineması neden bu kadar başarılı? Orta Afrika’da ilkel şartlarda yaşayan Müslüman kabilelerin gündelik yaşamları hakkında ne biliyoruz? İslam düşüncesinin sorunları diye bir konferansta sadece Edirne’den Kars’a kadar olan coğrafyanın dikkate alınmasında sizce de bir sorun yok mu? “Efendim biz Farsça bilmiyoruz, biz Urduca bilmiyoruz” derseniz anlarım. Ama o zaman da İslam düşüncesinin sorunları diye bir başlık atmayacaksın. Diyeceksin ki “benim düşüncelerimin sorunları”. Yok eğer İslam düşüncesinin sorunları diye bir başlıkla yola çıkmak niyetindeysen o zaman bir zahmet bütün İslam coğrafyalardaki entelektüel gelişmelerin tarihsel seyrini öğren de öyle sahneye çık. İslam medeniyetinin, İslam düşüncesinin ihyası benim halkıma, benim toplumuma bağlıdır demeyeceğiz. Böyle bir düşünceye sahipsek yanlış yoldayızdır demek. İslam dini söylediğimiz üzere hiçbir halkın tapulu malı değildir. İslam herhangi halkla şeref bulmaz, halklar İslam’la şereflenir. Tarihe baktığımız zaman da İslam’ın bayraktarlığını farklı zamanlarda farklı halklar yapmıştır. Gün gelmiş bayraktar Araplar olmuş, gün gelmiş Farslar olmuş, gün gelmiş Türkler olmuş. Yarın da aynı şekilde devam edecektir. İslam’ın bayraktarlığını yapmak konusunda hiçbir halk diğerinden avantajlı konumda değildir. Aksini düşünenlerin İslam tarihine dair bilgilerini güncellemelerinde fayda var.

mutekellim
Mayıs 13, 2019 Pazartesi 17:25
Çok güzel, bütünleştirici bir yazı olmuş. İslam düşüncesinin kurucu öğeleri hiçbir milletin tasallutu altında değildir. Bununla birlikte, herkes kendi perspektifinden bakar. Dışlayıcı, aşağılayıcı ve tekelci olmamak kaydıyla doğal karşılamak gerek zannımca.