Sosyal Medya

Makale

Bir Sonbahar Güzellemesi

‘İbadetlerimizden mülhem ‘vakte’ olan dikkatimizi neden ‘zamandan’ esirgiyoruz?’ diye soruyor Üstad Halid Refik Karay. Hayat geçiyor; bin bir türlü hay huy içerisinde zamanın ve zamanın işaret taşları olan mevsimlerin farkında değiliz. Mevsimler artık sadece meteorolojik verilerden ibaret.

Sonbaharın başlarındayız. Sabahlar ve geceler daha serin. Yaz nimetini fazlaca anlamamış olmalıyız ki garip bir hüzünle ‘hazana’ mesafeli bir merhaba diyoruz. Hâlbuki İşlerin, güçlerin, gönüllerin ve dahi bedenlerin ‘dağılmışlığını’ toparlamaya başlayacağımız ‘güz’ mevsimi, bütün güzelliği, zarafeti ve ağırbaşlılığı ile bizleri ‘kış’ nimetine hazırlamak için önümüzde el pençe divan duruyor.

Balkonlardan, kapı ve dükkân önlerinden, sahillerden, kır kahvelerinden, komşu pencerelerinden ve daha çok tabiattan sesler ve renkler yavaş yavaş el çekiyor. Güneşten rengi solmuş şemsiyeler rüzgârların kuvvetlenmesi ile birlikte dürülecek; yaşlı beyefendi sırtında hırkası ile son bir defa kahvaltısını yaptıktan sonra. Haminne gözü gibi baktığı yaz çiçeklerini güz ve kış çiçekleri ile değiştirecek.

Kır kahvelerinde tahta sandalyeler küskün bir ayak sürümesi ile toplanacak, tenteler söndürülecek, bir dahaki yaza kadar mahpus kalacakları depoya ilk önce suskunlaşmış masalar taşınacak. Deniz, tenhalaşmış sahiline ürperti ile bakacak, son bir şeyler söylemek ister gibi dalgalarını kuvvetlendirecek.

Göçmen kuşlar yollarını yarılamıştır. Yine de sona kalmış telaşlı kafileler görmek mümkün; harman sonrası rızıklarına fazlaca dalmış obur sürüsüdür bunlar. Altın sarısı anızlar, beneklenmeye, çillenmeye başlamıştır. Güz yağmurları ile önce kararacak sonra çürüyerek bereketli topraklara can katacaklar. Ormanlar doyumsuz pastel sarısı ile turuncunun milyonlarca tonu ile yanıp tutuşacak. Sonrasında ağaçlar kışa hazırlık olarak dallarındaki özsularını tahliye edecekler; kışın dondurucu soğuğundan varlıklarını korumak için. Börtü böcek, sürüngen ya da ayaklı hayvanat toprağın ve tabiatın daha bir derinliklerine çekilecekler.

Sonbahar hazan mevsimi, hüzünlü ama bir son değil. Edebiyatın edep olduğunu bilen üstadlarımız, tabiatın hal değişimlerine edeplice yaklaşmışlar. Mesela; biz hoyratların öldü dediği ağaç dallarını, Ahmet Hamdi Tanpınar, ‘kararmış gümüş’ olarak betimler. Yazın kızgın güneşini ise ‘platin çehreli’ olarak kıymetlendirir. Yeri gelmişken Üstad Tanpınar’ın kelimeler ile çizdiği bir tablosunu seyredelim. Ahmet Hamdi Tanpınar “Beş Şehir” adlı eserinde yüksek rakımlı Erzurum’dan ovaya doğru bakarken bir sonbahar güneşinin batışını şöyle anlatır: ‘İlkin dağların etekleri gümüş bir zırha benzeyen bir çizgiyle ovadan ayrıldı. Sonra düştüğü yerde sanki külçelenen bir aydınlık, bendi yıkılmış bir su gibi, bütün ovayı kapladı, toprağın, ekinin rengini sildi. Gözümüzün önünde sadece ışıktan bir göl meydana gelmişti. Bütün ova billûr döşenmiş gibi parlıyordu. Dağlar bu cilâlı satıh üzerinde yüzer gibiydiler. Güneş batacağı yere iyice yaklaşınca, ovanın şurasından burasından kalkan tozlar, bu gölün üstünde altın yelkenler gibi sallanmaya başladılar. Bu bir akşam saati değil, tek bir rengin türlü perdeleri üzerinde toplanan bir masal musikisiydi. Zaten güneş o kadar sakin, o kadar hareketsiz bir halde alçalıyordu ki dikkatimiz ister istemez gözlerimizden ziyade kulaklarımızda toplanmıştı. Hepimizde çok derin, çok esrarlı bir şeyi, eşyanın kendi diliyle yaptığı büyük bir duayı dinler gibi bir hâl vardı. Sonra bu billûr aynanın üstünde, kendi parıltısından daha koyu ışık nehirleri taşmaya başladı. Nihayet güneş iki dağın arasında kaybolacağı zaman, son bir ışık, olduğumuz yere kadar uzandı. Toprak derin derin ürperdi. Ova yavaş yavaş saf gümüşten erimiş altın rengine, ondan da akşam saatlerinin esmerliğine geçti.’

Memleketimizde hayatların henüz turfanda olmadığı zamanlarda sonbahar bir kavuşma mevsimiydi. Hasat yapıldıktan sonra davullar vurulur zurnalar çalar, düğün dernek kurulur gönüller muradına ererdi. Şimdi her şeyi zamansız yaşıyoruz. Her şeyi zamansız yaşadığımız için de zamanın farkına varamıyoruz.

Sesler ve renkler aleni olandan el ayak çekiyor. Hayatlar içe dönecek, kendisini dinleyecek.  Ne mutlu nefsiyle derin bir muhasebe içine gireceklere…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.