Sosyal Medya

Makale

Şaşkın ve üzgünüz

Nereye geldik ve nasıl oldu? Kafkaslar ve Balkanlar'dan kovulduk. Kudüs'ten kovulduk. Darbeden sonra Kahire'den kovulduk. Operasyonun hemen ardından Libya'dan kovulduk. Bağdat ve Şam'dan kovulduk. İstikrarlı bir şekilde kovuluyoruz. Şimdi de Diyarbakır gibi bazı şehirlerimizden, beldelerimizden kovulmak isteniyoruz.

Bizi Kafkaslar ve Balkanlar'dan kovan Rusya idi. Şu kadar sene sonra, aynı ülke, Halep ve civarından da bizi kovmaya çalışıyor. İnşallah bu kez başarılı olamazlar.

Ali Ayçil'in Kovulmuşların Evi isimli kitabını hatırladım. Anadolu, sanki böyle bir yere dönüştü.

Sistemli olarak budanıyoruz. Budama işlemi bittikten sonra sırada ana gövde var. Bu artık iyice belli oldu. İşgal girişimlerinden, kalkışma provalarından anlıyoruz bunu. Şehitsiz günümüz geçmiyor.

Kırmızı çizgilerimiz sulu boyadan ibaretmiÅŸ. İlk yaÄŸmurda akıp gittiler. “Kimse bizim gücümüzü ölçmeye kalkmasın” sözü, bir ironi malzemesine dönüştü. Acı ama gerçek.

Hata yaptık demiyorum. Daha cesur olabilirdik, olamadık. Dirayetli durabilirdik, duramadık. Küçük kayıplar vermeyi göze alamayanlar, büyük bedeller öder, ödemiştir.

Bir kıyametin ortasında, bir tufanın içindeyiz. Bütün bunlar yaşanırken, siyasetçilerimiz ne yapıyor? Balkan faciasında subaylarımız ne yapıyorsa, işte onu! Kimi koltuk derdinde, kimi polemik peşinde, kimi hainlik işinde, kimi de ne yapacağını şaşırmış durumda. Türkmendağı'nın son nefesini vermek üzere olduğu gün, siyasetçilerimizin konuşmalarında neler vardı, bir bakın.

Ağaç düşer de yakınına yaslanırmış. Yakınımızda kimler kaldı?

Çevremizdeki örnekler, bize hep aynı uyarıyı yapıyor: 'Yıkılan ağaca balta vuran çok olur.' Uyarı, uyandırmak içindir. Gerçi uyananlar var. O yüzden Rusya'yı ziyaret ediyorlar.

***

Bu ülke, 'garip ama gerçek' diyebileceğimiz örneklerle dolu. Anayasanın ilk dört maddesini ilâhi emir gibi savunanlar, bir yandan da milletin birliğini ve memleketin bütünlüğünü hedef alanlarla iş tutuyor. Hatta onların sözcüsü gibi davrandıkları da oluyor.

Bir kavak ağacına bile haksızlık yapılmasına gönlümüz razı olmaz. Diyeceğimiz şudur: Evvela samimiyet. Samimi niyet.

Kimi zaman benzer meseleleri yazıyor, kendimizi tekrar ediyor gibiyiz. Doğrudur. Çünkü bu coğrafyada, belli aralıklarla hep aynı şeyler yaşanıyor.

Yüz sene öncesiyle bugün arasında fazla bir fark yok. Dönemin önemli ÅŸahitlerinden / ÅŸehitlerinden Said Halim PaÅŸa, Buhranlarımız kitabında, sanki o zamanı deÄŸil de bugünleri anlatıyor. Mesela aydın bahsi: 'Halk ile Aydınların Farklı Gâyeleri ve Düşmanlıkları.' Bu baÅŸlık altında yazılanlar ile bugün yaÅŸananlar, ÅŸaşırtıcı derecede yakınlık gösteriyor: “Aynı millette birbirinden farklı, hatta birbirinin tamamen zıddı iki çeÅŸit gâye bulunduÄŸunu görüyoruz. Bunlardan biri, büyük halk kitlesinin gâyesidir. DiÄŸeri, pek küçük bir azınlık olan aydın sınıfının takip ettiÄŸi gâyedir.” (Sayfa 167) “Böylece, yabancıların baskılarına, bir de aydın tabakasının baskısı eklenmiÅŸ olur.” (168)

Said Halim PaÅŸa'nın konuyla ilgili son sözü / sözümüz budur: “Mensup olduÄŸu memleketin emel ve gâyesinden baÅŸka emel ve gâyeler beslemek hakkını, hiç kimseye tanımıyoruz.” (170)

Hemen söyleyelim: Bütün bunları ümitsiz bir ruh haliyle yazıyor değiliz. Allah'a itikadımız ve milletimize itimadımız tamdır. Şaşkın ve üzgünüz, o kadar.

Unutulan padiÅŸahlarımızdan biri de Sultan Birinci Abdülhamid Han'dır. Nasıl vefat etmiÅŸ, okuyalım: “Osmanlı - Rus Savaşı'nda, 1789 yılında Özi'de yaÅŸanan bozgunla birlikte Müslüman halkın katledildiÄŸine dair haberler kendisine bildirilince, üzüntüsünden felç olmuÅŸ, kısa bir süre sonra da beyin kanamasından vefat etmiÅŸtir.” (Hasan Eren Ulu, Yedikıta, Ocak 2016.)

Bu dokunaklı bilgiyi buraya niye aldık? İsterim ki, yazıyı okuyan herkes bunu kendisine sorsun.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.