Sosyal Medya

Mehmet Bulayır: Size Mutluluğun Sırrını Vereyim mi?



Sevgili okur, peÅŸin olarak söyleyeyim, baÅŸlığın ima ettiÄŸi gibi bir kiÅŸisel geliÅŸim yazısı yazma niyetinde deÄŸilim. Üstelik kiÅŸisel geliÅŸim safsatalarına inanan biri de deÄŸilim. Aksine hiç hoÅŸlanmadığım bir yazı türü. Bu tür yazılardan medet uman modern hurafe düÅŸkünlerinin Telli Baba’ya çaput baÄŸlayan muhafazakâr versiyonlarından bir farkı yok benim nazarımda.

Öyle zengin olmanın beÅŸ kuralı gibi saçmalıklara inananlar ancak bu saçmalığı saçmalayanları zengin eder. Eh, benim de sizin mutsuzluÄŸunuz üzerinden bir mutlu olma ÅŸansım olmadığına göre niye abesle iÅŸtigal edeyim ki? Ama durun, belki de uÄŸraÅŸmamız gereken ÅŸey tam olarak budur, “abes” ile iÅŸtigal etmek. Zira dünya nüfusunun neredeyse yüzde doksan dokuzu, yüzde bir tarafından abesle iÅŸtigal ettirilmek suretiyle oyalanıp idare olunmuyor mu? O halde bu abese odaklanmak, abes üzerinde biraz daha detaylı durmamız gerekiyor sanırım.

Meseleye salt kiÅŸisel geliÅŸim yazıları üzerinden deÄŸil, bir bütün olarak kitleleri manipüle etmek, abes olana yönlendirmek, bir adım ötesi günaha teÅŸvik etmek, harama özendirmek ve kültürel asimilasyona sebep olmaktan söz ediyorum. Bu kültürel iÅŸgal ürünlerinin arkasında, arka planında, baÅŸka bir dünya görüÅŸünün kodları var. Misal, bütün dünya çocuklarının eline verilen, yapay bir görsele sahip mini etekli sarışın Barbie bebekler neyi temsil ediyor? Olan ÅŸey ÅŸudur; baÅŸka bir kavram dünyası ile zihinlerimiz iÅŸgal ediliyor, tıpkı gıda mühendisliÄŸi gibi bir tür toplum mühendisliÄŸi yöntemiyle düÅŸünce genetiÄŸimizle oynuyorlar. Gençlerimize doÄŸrudan ya da dolaylı olarak bu metinler rehberlik ediyor. O halde onları hafife alma lüksümüz yok. Aksine dikkat kesilmek durumundayız.

KiÅŸisel geliÅŸim yazılarının temel mantığı, okuyana sen aslansın kaplansın, eÅŸin benzerin yok, bin defa yıkılsan bin birincide aÅŸacaksın bu engelleri, kim tutar seni gazıyla yol verip içinde mantık pırıltıları da içeren öneri paketleri pazarlayarak, kiÅŸisel ego pompalamaktan ibarettir. Her ne olursa olsun önüne çıkan engelleri yık ve ilerle! “BaÅŸarıya giden her yol mubahtır” ilkesini alttan alta zerk ediyorlar. Dolayısıyla yöntemleri, çıkış noktası itibariyle insan fıtratını ifsat etmeye yönelik kurgu içeriyor. Ve bu süreç, kendini bu rüzgâra kaptıran büyük bir çoÄŸunluÄŸun duvara toslamasıyla son bulan trajik öykülere dönüÅŸüyor. Zirveye ulaÅŸan az sayıdaki kiÅŸinin ise o ÅŸiÅŸirilmiÅŸ egoyla asla mutlu olma ÅŸansı yok. Kendisini merkeze alan bireyin, insanı eÅŸref-i mahlûkat deÄŸil kendine hizmetçi, doÄŸayı emanet deÄŸil tüketim objesi olarak görerek ne kendisine ne de çevresine bir hayrı olması zaten mümkün deÄŸildir.

Bu aÅŸamada belki cevap vermemiz gereken soru ÅŸu dur: “Talep edilen ÅŸey, baÅŸarı mı yoksa mutluluk mu?” Sanırım “Her ikisi de!” dediÄŸimizi duyar gibiyim.

İstisnaları dışarıda bırakırsak, aynı eÄŸitim çarkından ve kültürel formattan geçtiÄŸimiz için böyle cevap vermemiz normal. Çünkü Z kuÅŸağı dediÄŸimiz gençliÄŸin önemli bir çoÄŸunluÄŸu, köyden kente göçmüÅŸ, ÅŸehrin periferisinde tutunmaya çalışan, hayatı büyük zorluklarla geçmiÅŸ sonradan makam, mevki ya da servet sahibi olmuÅŸ, yoksul köy kökenli ebeveynler tarafından yetiÅŸtirildi. Ömrünün büyük bir kısmı beyaz Türkler tarafından hor görülmüÅŸ, iÅŸçi ve/veya düÅŸük gelirli memur olan bu nesil, evlatlarının aynı kaderi paylaÅŸmasına gönlü razı olmadığı için doÄŸduÄŸu ilk andan itibaren onları daldan budaktan sakındırıp iÅŸten güçten koruyup okuması ve bir üniversite eÄŸitimi alması için motive etti. Bu onlar için günün moda tabiriyle bir kızıl elmaydı. Onların mutluluÄŸunu (kurtuluÅŸunu) yüksek tahsil almalarında gördüler. Tabiri caizse mikroplara karşı izole edilen bu nesil, toplum içine karıştığında sosyal virüslere karşı antikora da sahip olmadığı için kolaylıkla enfekte oldu ve daha vahim olan bu hastalıklı durum (zihinsel deformasyon) gün geçtikçe kronikleÅŸmekte. Åžimdi, tabiri caiz ise bunun faturasını ödüyoruz. Åžahit olduÄŸumuz saldırgan, saygısız, köksüz ve inançsız, dejenere davranışlar bu hastalığın semptomlarıdır.

Peki, baÅŸladığımız noktaya dönersek eÄŸer, baÅŸarı tamamen önemsiz mi? Elbette deÄŸil ancak unutulan, ihmal edilen bir ÅŸey var. Bizim inancımıza göre baÅŸarı, insan eylemlerinin mutlak sonucu deÄŸil yaratıcının takdiridir. Dolayısıyla baÅŸarı kutsal deÄŸildir ve kiÅŸiye ait de deÄŸildir. KiÅŸiye ait olan ve takdir edilmesi gereken ancak onun çabası/gayretidir. Ne var ki kiÅŸisel geliÅŸim yazılarının ana omurgasını teÅŸkil eden seküler düÅŸünce, kavramsal olarak baÅŸarıyı insan çabasına baÄŸlayarak, yaratıcıyı aradan çıkartıp insanı mutlaklaÅŸtırıyor. Dolayısıyla modern dünya baÅŸaramayan insanı, “loser, ezik, zavallı, beceriksiz” olarak nitelendiriyor, yalnızlığa ve depresyona terk ediyor.

Sonuç olarak, mutluluÄŸu salt baÅŸarıda aramanın çok da doÄŸru sonuçlar vermediÄŸine tanık oluyoruz. Peki, o halde mutluluÄŸa nasıl ulaşırız? MutluluÄŸa ulaÅŸmak, maddi ve manevi iyiliÄŸe, tatmine ulaÅŸma halidir. Bunun yolu ise kiÅŸinin Rabbinin rızasına uygun bir iman, düÅŸünce iklimine sahip olması ve bu düÅŸünce iklimine sahip salih insanlara yakın durmasıdır. Ve elbette “amellerin az da olsa, devamlı olanı makbuldür” ilahi uyarısına uygun bir yaÅŸam pratiÄŸi, mutluluÄŸa, daha doÄŸrusu huzura giden yolu garanti eder.

Mehmet Bulayır

Not: Bu makale, “Muhal ile Mümkün arasında” adlı eserden iktibas edilmiÅŸtir.

 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.