Sosyal Medya

İsmail Kılıçarslan: Ressam günü

Olmadı benden. Olması için heves de bulamadım kendimde. Bir yanlış evlilik, birkaç berbat girişim, birkaç daha da berbat kayıp derken işte geldik gidiyoruz.



Nefes alış veriÅŸi her zamanki gibiydi. Ta derinden, ciÄŸerinden bir yerden bir acıyı alıp gırtlağına taşıyor, gırtlağında biriken havaya benzer karışımı boÅŸluÄŸa hırlar gibi veriyor, ardından güçlükle içine çekiyordu tekrar havayı. Üstelik soÄŸumuÅŸtu da havalar.

“Nereden anladığımı mı soracaksın bana? Söyleyeyim madem. Çünkü kendini nasıl sevdireceÄŸini de bilmiyorsun, biri seni gerçekten sevdiÄŸinde onun sevgisine nasıl karşılık vereceÄŸini de. Olmamış senden yani.”

Altına aldığı minderin de soÄŸuk geçirmemek için yeterli olmadığını hissedip ayaÄŸa kalktı. Ellerine hohladı ümitsizce. Niçin “ümitsizce” dediÄŸimi anlamışsınızdır. Aldığı ÅŸeyin adı nefes deÄŸildi ki ellerine üflediÄŸi cılız ÅŸey ona ısı versin.

“Gel ÅŸurada bir çay içelim” dedi, “bari içimiz ısınsın.”

Durdu. Yüzüne baktı. YeÅŸilden maviye dönen gözlerine baktı. Sözlerine hiçbir karşılık alamadığını zaten biliyordu da, hiç olmazsa bakışlarında bir deÄŸiÅŸim, bir tepki olup olmadığını kontrol etti. Tabii ki yoktu.

“Gerçi” dedi köÅŸedeki çay ocağına doÄŸru yürümek için ilk adımını attığında, “gerçi senden olmamış da benden olmuÅŸ mu? Olmamış tabii. Olsaydı baÅŸka bir adam olurdu benden. Herkes bana büyük ressam derdi hatta. Büyük, kocaman büyük bir ressam… DüÅŸünsene. TeÅŸvikiye’deki galerilerin hepsi peÅŸime düÅŸerdi. Ama öyle yılda bir sergi falan olmazdı ha. Ä°ki yılda bir sergi anca. DüÅŸüne düÅŸüne, hissede hissede resim yapardım ben. Öyle Timur Bey gibi tuvale iki renk fırlatıp resimleri yirmi binden otuz binden satmazdım. Bozkır çizerdim ben. Bozkır’da atlar çizerdim. Böyle dolu dizgin koÅŸan atlar. Ama yelesinden toynağına benim atlarımı gören canlı zannederdi. Gerçi Timur Bey’e içlendiÄŸimi, onu kıskandığımı falan da sanmanı istemem. Demek ki alan var yani. Tuvale pıt pıt iki boya. Oldu sana ‘insanın açmazlarını anlattım bu eserimde.’ Anlatsın bakalım. Anlıyor musun beni? KeÅŸke beni anladığını anlayacağım bir ÅŸey söylesen bana.”

Minderi altına koyup oturduÄŸu kaldırımdan çay ocağı 50 metre ancaydı. Yine de usul usul yürüyerek ilerlediÄŸi yolun yarısında mola verdi. Arkasına baktı.

“Yahu gel dedim sana iÅŸte. Bunca nazla hayat geçer mi? Çay içelim. Ä°nat etme.”

Bekledi. DiÄŸeri de hiç acelesi olmaksızın gönülsüzce geldi yanına.

“Hah, ne anlatıyordum ben sana. Olmadı benden. Olması için heves de bulamadım kendimde. Bir yanlış evlilik, birkaç berbat giriÅŸim, birkaç daha da berbat kayıp derken iÅŸte geldik gidiyoruz. Åžen olasın Halep ÅŸehri. Gerçi Halep bu saatten sonra ÅŸen de olmaz ya, iÅŸte benimkisi lafın geliÅŸi.”

Tekrar, usul usul yürümeye baÅŸladı çay ocağına. Anlatmaya devam etti.

“Beni de hiç sevmediler. ‘Hiç’ demeyeyim yine de. Kurban olduÄŸumun zoruna gider. Seven sevdi de ben o sevgiye nasıl karşılık vereceÄŸimi bir türlü kestiremedim. Zannederim, bak bu aramızda kalsın, kendimi sevilmeye asla layık görmedim ben. Ailede de, akademide de, sonradan da beni kim sevse ürktüm ondan. ‘Bu beni niçin sevsin ki?’ diye sordum hep kendime. Dünyayı tekinsiz bir yer olarak belledim. Alışamadım ben bu dünyaya anlayacağın. Ä°kimizi birbirimize benzeten ÅŸey de bu iÅŸte. Alışamadık bu dünyaya biz.”

Çay ocağına gelmiÅŸlerdi nihayet. Üstten yanan sobalardan birinin altını gözüne kestirip oturdu. Mehmet geldi elinde bir bardak çayla birazdan. “Filozof abi, hoÅŸ geldin” dedi.

“Filozof deÄŸil, ressam” diye düzeltti Mehmet’i. Ardından ekledi: “Hem görmüyor musunuz, Mehmet Bey. Biz masada iki kiÅŸiyiz. Bana isim takacağınıza iÅŸinizi doÄŸru yapın da, bir çay daha getirin.”

Mehmet gülümseyerek “peki Rıza abi” dedi, “madem bugün canın ressam olmak istiyor, ressam ol. Ressam Rıza deriz bugünlük sana. Ama abi ÅŸu bir kere bile ‘hav’ dediÄŸini duymadığımız pire torbasına çay getirmemi isteme. Ä°çmiyor ki. Sen de biliyorsun.”

Rıza, iç çekti: “Ä°çmezse içmesin Mehmet Bey. SevildiÄŸini bilsin de, varsın içmezse içmesin. Karışmayın rica ederim. Siz bir çay da ona getirin.”

“Paramparça AÅŸklar ve Köpekler”

El Chivo. Eski Komünist, yeni tetikçi, hayattan bezmiÅŸ bu adam, ÅŸüphe yok ki Ä°narrutu’nun en iyi filmi “Paramparça AÅŸklar ve Köpekler’inin en gerçek, en saÄŸlam karakteri. Ve tabii, filmin “kavÅŸak noktası” mesabesindeki köpek Cofi’den sonra.

Paramparça AÅŸklar ve Köpekler’i “izlediÄŸim en iyi filmler” arasına sokan ÅŸey nedir peki? Kesinlikle söyleyebilirim ki “aÅŸktan düÅŸenleri, aÅŸka düÅŸenleri ve aÅŸkla düÅŸenleri” neredeyse metafizik bir baÅŸarıyla anlatabilmiÅŸ ve bütün bunları Cofi ile iliÅŸkilendirebilmiÅŸ olması.

AÅŸka düÅŸmek, aÅŸktan düÅŸmek ve aÅŸkla düÅŸmek dedim evet. Üçü de birbirinden çok farklı ama üçü de bütün bir sürecin parçaları gibi zihnimde.

“DüÅŸtüysem sana bakarken düÅŸtüm” diyen ÅŸair, bu dizeyi kurarken aynı anda üç durumu da iÅŸaret edebilme gücü bakımından büyük ÅŸair. Dikkat isterim. Cofi, bütün bu sürecin dışında deÄŸil. Hatta ona öÄŸretilmiÅŸ olanı yapıp bütün diÄŸer köpekleri öldürdüÄŸünde bile deÄŸil.

Yine de bizim El Chivo, insanın kaderinin kendisine öÄŸretilenlerle kurulduÄŸunu bilecek kadar uzun yaÅŸamış. Buna “teslimiyet” diyelim mi biz? Ä°sterseniz “rıza” diyelim. Sonuç deÄŸiÅŸmez. Hale, halle razı olanların makamıdır çünkü hem teslimiyet hem de rıza makamları.

Tuvale pıt pıt iki boya

Soyut dışavurumcu ressam Rabo Karabekian’ın kurmaca otobiyografisini okura ulaÅŸtırdığı romanı Mavi Sakal’da büyük yazar Kurt Vonnegut; çok tehlikeli bir oyun oynuyor zihnimizle: “Ya sanatçı hayatı boyunca anlatmak istediÄŸi ÅŸeyi doÄŸrudan ve dolaysız olarak anlatmanın hayalini kuran bir varlıksa ve buna hiç imkan bulamıyorsa?”

Dün, Çengelköy’deki esnaf mezatında çerçevesi resmin hem dikine hem de yatay olarak asılabilmesine imkan verecek ÅŸekilde tasarlanmış bir “soyut dışavurumcu” resim satışa çıktığında arkamda oturan esnaftan bir abi “böyle sanat mı olur lan?” deyiverdi.

“Niye öyle dedin ki abi?” diye sordum. “Åžimdi” dedi, “bu resmi yapana sorsak yahut bu resimden anladığını iddia eden birine sorsak bize iki saat resmin hangi anlamlara geldiÄŸini anlatacak. Halkbuki bu tablo saçma sapan bir ÅŸey. Ä°ster dik as, ister yatay. Saçma yani.”

DoÄŸrusu, uzun süredir çaÄŸdaÅŸ sanatın, özelde de “kavramsal sanat” denilen meselenin bir “azınlık hükümranlığı, bir üstünlük kurma biçimi” olduÄŸunu ben de düÅŸünüyorum fakat meseleyi hiç o esnaf abi kadar güzel özetleyemedim.

Sanatçıyı toplumun içinde bir topluluÄŸun içine hapseden yönelimlerin tamamında bir kusurlu taraf, bir olmamışlık sezerim hep. Elbette toplumun tamamı tarafından anlaşılmasını beklemiyoruz bir eserin. Ve fakat “zaten anlaşılmamak” için eser verilir mi?

Yoksa bu kavramsal sanatçılar Karabekian’ın yaptığı gibi bir ahırda kocaman bir sır saklıyorlar da “piyasa gereÄŸi” alayımızı kafalıyorlar mı?

YeniÅŸafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.