Sosyal Medya

Güncel

Gökhan Özcan / Can eğlencesi

Gökhan Özcan / Yeni Şafak



“Can sıkıntısına ne iyi gelir?” diye sordu eczacıya müÅŸteri. “Can eÄŸlencesi” dedi cevaben eczacı gülümseyerek.

Can ne zaman sıkılır? Belki en çok huzuru arayıp bulamadığında... Muhtemel daralma ihtimallerini ortadan kaldıracak geniÅŸliklere ulaÅŸamadığında... Kendini hayatın içinde koyacak, yumuÅŸaklığına başını yaslayacak, sırtını dayayacak anlamlı bir yer bulamadığında... Åžeylerin anlamlarıyla görünür halleri arasında inandırıcı bir yakınlık, bir irtibat, bir özdeÅŸlik kuramadığında... SöylediÄŸi söz, o söze yüklediÄŸi ürkek anlam gidecek yer bulamadığında... Yeryüzünde içinin soÄŸukluÄŸunu giderecek kadar bir sıcaklık bulamadığında... Ä°çinde biriken sıcaklıkla hiç kimseyi ısıtamadığında... Herkesin doÄŸru sayıldığı yerde yanlış görünmekten kurtulamadığında... Herkesin yanlış olduÄŸu yerde doÄŸruya tutunup ayaÄŸa kalkamadığında... Herkesin gittiÄŸi tarafa gitmeyip, sonra gidecek baÅŸka bir yer bulamadığında... Gönlüne dokunan ÅŸeylere aynı ÅŸekilde uzanıp dokunamadığında... Noktanın konduÄŸu yerlerde cümleleri, notaların sustuÄŸu yerde ÅŸarkıları bitiremediÄŸinde... Efkârı daÄŸ olup biriktiÄŸinde, sonra çığ olup üstüne yürüdüÄŸünde... Bir ÅŸeyin aslını anlayamadığında ya da anladığında...

“Can sıkıntısının bir sesi vardır; bunu ancak, böyle bir zamanda, o gurbet odasında duyarsınız: Eski mobilyaların tahtalarını diÅŸleyen gizli kurtların sürekli çıkardığı kemirici, iÅŸleyici ses... Birden eskiyiveren gönlünüzde bu kurdu ve bu sesi iÅŸitirsiniz ve oyduÄŸu delikten incecik tozların içinize biriktiÄŸini duyarsınız” diyor Refik Halid Karay, ‘Gurbet Hikayeleri’nden birinde.

Canı ne eÄŸlendirir? Mesela sınırların ortadan kalktığı uçsuz bucaksız geniÅŸlikler... Sabahı ilan eden kuÅŸ cıvıltıları mesela... Ufukta beliren sıfır kilometre bir gün... Haykırmaktan imtina eden, fısıltıyla konuÅŸmayı seçen bir iyilik... Bir çocuÄŸun yüzünden bir baÅŸka çocuÄŸun yüzüne atlayan bir gülücük... Bir çok yabancılığın içinde kendini gösteriveren bir aÅŸinalık... Bir güzel sözü bir sıcak somun gibi bölüÅŸen iki insan... Bir kelebeÄŸin gelip usulca bir çiçeÄŸe iliÅŸivermesi... Bir duygunun öylece kaybolup gidecekken konacak bir dal buluvermesi... Ä°nsanın, bir baÅŸka insanda kendinden bir ÅŸey görüvermesi... Ä°çinin tıkanmış bütün damarlarının bir hayat nefesiyle bir anda açılıvermesi...

Hayatın cana can katan sevinçleri içinin dar geçitlerini aÅŸamıyorsa tıkanırsın, hayat böyle!

Bir ÅŸeylere ÅŸöyle doyasıya, içimizden gelerek, sahici bir coÅŸkuyla ve heyecanla sevinmeyi unuttuk mu diye sorası geliyor insanın bazen kendine. Neden böyle? Neden böyleyiz? Sevinmeyi neden unuttuk. Sevmeyi unuttuÄŸumuz için olabilir mi?

“Terli bir gökyüzü, can sıkıntısı, ağır zaman/ Ä°çine bağıran bir adam/ Nereye büyüyeceÄŸini bilmeyen çocuklar” diyor ‘BaÄŸbozumu Åžarkıları’ndan birinde Åžükrü ErbaÅŸ.

Can sıkıntılarından kaçmamalıyız belki. O can sıkıntılarını istikamet belleyip geriye doÄŸru gidersek, canımızı sıkan ÅŸeylere varabiliriz. Orası can sıkıntılarımızın baÅŸladığı yerdir, yani canımız. Soralım canımıza, bizi sıkan ne? VereceÄŸi cevap, muhtemel ki, kendimizi yeniden gürbüz bir ÅŸekilde büyütmeye en elveriÅŸli toprak!

“Ä°nsanlar can sıkıntılarına çare arıyor sürekli” dedi beyaz saçlı adam, “oysa can sıkıntısı çarenin ta kendisi!”

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.