Sosyal Medya

Savaş Barkçin: Felsefe modası

Mümin hikmeti felsefede de bulabilir. Ama hikmetin bulunabileceği tek yer felsefe değildir.



Son zamanlarda felsefeye karşı ilgi çoÄŸaldı. Kitaplar yayımlanıyor, videolar yapılıyor, televizyonlarda programlar düzenleniyor. Çocuklara yönelik felsefe dersleri bile var. Sanırsınız ki toplum olarak bilmeye, düÅŸünmeye, eylemeye müthiÅŸ bir ilgimiz var. Hâlbuki özgün düÅŸünceyi bırakın, düz düÅŸünce anlamında bile pek bir yol kat etmiÅŸ olmadığımızı hepimiz biliyoruz. Bu büyüyen ilgi daha çok bir felsefe modası. Memlekette kimi ateizmine veya deizmine mesned yapmak için, kimi ise "ben bildiÄŸin dindarlardan deÄŸilim, entelektüelim" pozuyla bu modaya kapılıyor. BaÅŸka iÅŸlerde olduÄŸu gibi iÅŸin esastan çok pazarlaması önde... Özden ziyade söz geçerli. Felsefe modasını kutlayan iki güruh var. Siyasetlerini, ticaretlerini, sanatlarını ve kafalarını Batı'ya baÄŸlayanlar "Bilim, teknoloji ve insanlık ancak felsefe ile olur" diye alkışlıyorlar. "Nihayet aydınlanma yoluna girdik" diye seviniyorlar. Muhafazakârlar ise baÅŸka bir sebeple bu modaya kendilerini kaptırmış durumda... Onlar da Allah'ın "Akletmez misiniz?" sorusuna cevap aradıklarını söyleyerek felsefe modasını meÅŸrulaÅŸtırıyorlar.

Hâlbuki hepimiz biliyoruz ki onlar da Batıcılar gibi bir kompleksle felsefeye abanıyorlar. Ä°ki grup da her cümlesine bir Batılı filozof ismi sıkıştırmayı bir marifet addediyor. Ä°ki grup da felsefe kitapları okumayanı adamdan saymıyor. Ä°ki grup da siyasetin bozukluÄŸundan ÅŸehirlerin yıkımına, karanlık güçlerden sanata kadar her meselenin arkasında bir felsefe geleneÄŸimiz olmamasını görüyor. Batıcılar felsefe bilgisiyle daha bir aydınlandıklarını, dindarlar ise felsefe sayesinde Kur'ân'ı daha iyi anlayıp, hurafelerden arındıklarını zannediyorlar. Batıcılar felsefeyi evrimcilik, ilerlemecilik, modernlik gibi her mevzuya bulaÅŸtırırken, dindarlar da imanlarını bir-iki filozofun sözüyle "sorgulama" derekesine düÅŸmüÅŸ durumdalar. Her iki grup da felsefenin olsa olsa gerçeÄŸe dair bir meÅŸguliyet olduÄŸunu unutuyor, felsefeyi ve filozofu gerçeÄŸin ta kendisi sayıyorlar. O zaman felsefe dinin üstünde bir din gibi algılanmaya baÅŸlıyor. Burada muhafazakârların felsefeye bakışı üzerinde durmak istiyorum.

Felsefeyi dini, imanı doÄŸru anlamak ve teceddüd için ÅŸart olduÄŸunu sanan bu arkadaÅŸlar ilk Müslüman feylesofların felsefeye bakışlarını da pek kavramış deÄŸiller. Feylesofların felsefeye bakışları, baÅŸka ilimlere bakışları gibi "hikmet" üzerineydi. Zira Rasûlullah Efendimiz'in bu husustaki fermanı açık: "Hikmet müminin yitiÄŸidir. Nerede bulursa onu almaya en çok hakkı olan odur." Dolayısıyla bir mümin bakışını ve arayışını sadece kendi toplumu, coÄŸrafyası, birikimiyle sınırlayamaz. Hak, hakîkat ve güzellik nerede olursa olsun ona açıktır. El-Kindî, Ä°bni Sinâ, Fârâbî gibi ilk dönem "hakîm"ler eski Yunan'ın söylediklerine kulak verdiler, çünkü bunu hikmeti elde etmenin, Allah'ın sünnetini anlamanın bir gereÄŸi olarak görüyorlardı. Kimi bu yolda isabet kaydetti, kimi ise kaydetmedi. Bizim felsefe modacıları ise onlardan çok farklı. Neden mi? Birkaç farkı sıralayalım...

Birincisi, ilk dönem feylesofları kendilerini rahatça "Allah'ın kulu" olarak niteliyorlardı. Bundan hicap duymuyor, baÅŸka yaftalar aramıyorlardı. Kendilikleri doÄŸaldı. Bugünkülerin aksine birilerine benzeme gibi bir kompleksleri yoktu. Kendileriyle çeliÅŸki içinde deÄŸildiler. Ä°kincisi, onlar "âlim" idiler, bugünküler ise güya "aydın." Ama bir ÅŸeyi unutuyoruz. Âlim olmak, sadece bir ÅŸeyi bilmek deÄŸildir. Peygamber Efendimiz'in (sav) vârisi olmak demektir. Demek ki ahlâk olmadan âlim olunmaz. Feylesoflar, hakîmler bu rütbeye sahiptiler. Yani öÄŸrendiklerini usûlüyle öÄŸrenmiÅŸlerdi, ÅŸer'î ilimlere hâkim idiler. Felsefe onlar için bir nevi kadayıf üstü kaymak gibi bir ÅŸeydi. Bugünkü felsefe modacıları arasında ise bırakın âlim olmayı, temel akâid bilgisine sahip olanı bile az. Üçüncüsü, onlar adı üzerinde "hakîm" idiler, yani hikmet sahibi, hikmet tâliplisi. Ä°manlarıyla ve ilimleriyle dünyaya açılmışlardı. Hikmetin ne olduÄŸunu günlük hayatlarından biliyorlardı, onun dedikodusunu yapmıyorlardı. Bugünkü felsefe modacılarının ise hikmet diye bir derdi yok.

Hikmeti bulmak için önce hikmeti bilmek gerekir. Hikmeti bilmek için irfân, irfânı bilmek için ilim, ilmi bilmek için de itikad gerekir. Hepsine bilmek diyoruz ama hepsi olmak ile ilgilidir.

Hâlbuki felsefe modacıları "felsefe" kelimesinin alındığı eski Yunanca "philosophia" kelimesinin "hikmet sevgisi" anlamına geldiÄŸini söyleyerek felsefeyle haşır-neÅŸir olmanın kendilerine bilgelik kazandıracağını, bir nevi insan-ı kâmil olacaklarını sanırlar. "Philosopohia" kavramını "hikmet sevgisi" olarak ilk tercüme eden el-Kindî'dir. Buradaki "sophia" kelimesi "sophis" kelimesinden gelir ki "bilen, aklı başında, bilge" anlamındadır. Bu kelimenin baÅŸka anlamları da vardır: "hüner, kâbiliyet, saÄŸlam hüküm, ehliyet." Yine "kurnazlık, intikal kâbiliyeti" anlamına da gelir. "Sophos" ise "bilge, kendini bilen" demektir. Hem ÅŸahıs, hem kavram ismidir. Ayasofya Camii'nin adı da buradan gelir ki "Ä°lahî Bilgelik" demektir. Hikmetin bir yaşı bile vardır. Bizim "yirmi yaÅŸ diÅŸi" veya "akıl diÅŸi" dediÄŸimize Ä°ngilizce'de "wisdom tooth" yani "basiret diÅŸi" denir. Bu tâbir Hipokrat'ın türettiÄŸi eski Yunanca "sophronisteres" kelimesinden gelir ki "basiretli, kendini bilen" mânâsındadır. Hikmeti bulmak için önce hikmeti bilmek gerekir. Hikmeti bilmek için irfân, irfânı bilmek için ilim, ilmi bilmek için de itikad gerekir. Hepsine bilmek diyoruz ama hepsi olmak ile ilgilidir.

Çünkü bilgi ancak ahlâka tesir ederse kul için faydalıdır. Kendi evini, yerini bilmeyenlerin el kapılarında baÅŸka güzellikler araması, bulması herhâlde pek mümkün olmaz. Felsefe modacılarının yanıldığı baÅŸka bir ÅŸey daha var. Felsefenin "ilm-i hikmet" olarak anılması onun hikmetin temel kaynağı, yolu veya yöntemi olduÄŸu için deÄŸildir. Çünkü her ilimde, her sanatta, her insanda, her zamanda ve yerde hikmet vardır. Ama hikmeti sadece hikmet sahipleri fark edebilir, seçebilir ve alabilir. Hikmet sahibi olanlar ise el-Hakîm olan Allah'a ve O'nun Rasûl'üne ittibâ edenlerdir. Peki iman ehli olmayanda hikmet olmaz mı? Elbette olur. Ama onlar kendi düÅŸüncelerindeki, sözlerindeki, iÅŸlerindeki, sanatlarındaki hikmetten, haberdar deÄŸildir. Bu aynen ÅŸuna benzer: Renk körleri genellikle kırmızı ve yeÅŸil renkleri sarıya benzer bir ÅŸekilde algılarlar. Böyle bir rahatsızlığa sahip olan kiÅŸi üzerine giydiÄŸi kırmızı kazağın rengini bile doÄŸru görmez. Ä°man etmemiÅŸ filozoflar da böyledir. Kendi sözlerindeki hakikati ve dolayısıyla hikmeti seçip size gösteremezler.

Çünkü ölçüleri Hakk Teâlâ ve O'nun Nebîsi deÄŸildir. O hâlde hikmet Hakk'ı bilme, tanıma ve baÄŸlanma nimeti yani hidâyet verilmiÅŸ iman ehlinin iÅŸidir. Felsefe ise kendisine hakikat, yani Hakk'ı bilme, tanıma ve baÄŸlanma nasib olmamış kiÅŸilerin iÅŸidir. Bir iman ehli "Tanrı var mıdır? Gerçek nedir? Varlık nereden geldi?" gibi soruları imanın dışına çıkmadan soramaz. Çünkü zaten bu soruların cevabını verdiÄŸi için mümindir. Ama Hakk'ı, hakikati, varlığı daha iyi anlamak ve deÄŸerini bilmek için soru da sorar, cevabını da arar. Felsefe aklı ve düÅŸünmeyi kendi kendine yeterli, kendi kendini meÅŸrulaÅŸtıran, mütecânis, rasyonel bir insani özellik olarak tanımlar.

Mümin içinse akıl bir araçtır. Mesele, "gerçekliÄŸin ardındaki gerçeÄŸi görmek" anlamına gelen hikmeti görecek kalp gözüne, selîm akla, ferâsete sahip olmaktır. Bunlar ise Hakkı tanımak için verilmiÅŸ aklın da hidâyete ermesiyle elde edilir. Felsefe ile uÄŸraÅŸanlar ise akıl, düÅŸünme ve muhakemelerinde kendi nefisleri üzerinde geçerli bir ölçü ve ölçüt tanımazlar. Rabb'imizin beyânı, Rasûlullah Efendimiz'in yolu onlar için ölçü deÄŸildir. Yaradan'ın "bildirdiÄŸi" gerçek onlar için geçerli deÄŸildir.

Oysa mümin için felsefenin temeli olan akıl bir araçtır, bir nimettir, bir cevherdir ama asla herkeste ve her zaman hakikati gösteremez. Gösterseydi zaten filozoflar Hakk olan, yani asıl hakikat olan Allah'ı kendi bildirdiÄŸi gibi bulur, bilir ve teslim olurlardı. Oysa bunların iman etmiÅŸ olanı pek yoktur, aksine iman etmiÅŸken yitireni çoktur. Çünkü nefis insanı "varlık, gerçek, akıl, düÅŸünme, sorgulama, araÅŸtırma" gibi süslü kelimelerle de aldatır. Allah'ın verdiÄŸi akıl, düÅŸünme, muhakeme ve kıyas nimetlerini suistimâl eder. Yani Yaradan'ı deÄŸil kendini yüceltmede kullanır. Zaten nefsin iÅŸi Allah'ın verdiÄŸi nimetleri ondan deÄŸil kendinden bilmek, o nimetleri kötüye kullanmaktır. Ä°man ehli olup felsefe modasına kapılanlar bu gerçeÄŸi bilmedikleri ve daha da beteri önemsemedikleri için felsefeye hikmetle bakmaktan da uzaklar. Çünkü daha kendilerini, asıllarını, yani Allah'ı dosdoÄŸru bilememiÅŸ bir filozoflar güruhuna sanki hakk ölçüsüymüÅŸ gibi bakıyorlar. Hatta dönüp kendi geleneÄŸimizdeki hikmet ehlini Batılı yalan-yanlış kavramlarla vasfetmeye çalışıyorlar.

Onlar için Mevlânâ mistik, Gazzâlî ortodoks, Hallâc-ı Mansûr heterodoks, Yunus Emre hümanist, Ä°bni RüÅŸd rasyonalist oluyor. Daha kavramların ayrımını bilmeyenler düÅŸüncenin derinliÄŸini nereden sezip elde edecek? Evet, mümin hikmeti felsefede de bulabilir. Ama hikmetin bulunabileceÄŸi tek yer felsefe deÄŸildir. Mümin hikmeti mühendislikte, müzikte, mimaride, kunduracılıkta de bulabilir. Hatta illa bir akademik branÅŸ ismi zikretmesi de gerekmez. Hikmeti okumuÅŸta-okumamışta, evde-sokakta, yerde-gökte, çarşıda-pazarda, aÄŸaçta-yaprakta da bulur. Ama bir parça ışık gördüÄŸü yerleri ve ÅŸeyleri de güneÅŸ ilan etmez. Aksine bütün bu ışıltıların kaynağının Mevlâ'nın nuru olduÄŸunu bilir. Kısacası, her moda gibi felsefe modası da tehlikelidir. Bu moda, felsefeden elde edilebilecek behreleri de berhava ediyor. DileÄŸim o ki bu modaya kapılanlar gerçeÄŸi ararken kendini yani Rabb'ini kaybetmesin. Nefsine aldanıp "tek ve mutlak gerçek" olan Mevlâ'mızın dosdoÄŸru yolundan sapmasın.

Kaynak: Cins Dergi

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.