Sosyal Medya

İsmail Kılıçarslan: “Şair öldüren rejim”

Akif’in asıl devliği şurada: Memleket ve bütün bir İslam coğrafyası yangın yerine kesmişken o, “sırça köşk”ü, “söz sarayı”nı falan tercih etmek yerine meydan ortasını, mücadeleyi, hamleyi tercih etmiş biri.



Başlığın İsmet Özel’e ait olduğunu elbette biliyorum. Önce bunu söyleyerek başlayayım.
 
Akif, kendisine hem hayatında hem de ölümünden sonra bin türlü haksızlığın reva görüldüğü dev gibi bir şair.
 
Akif’in asıl devliği şurada: Memleket ve bütün bir İslam coğrafyası yangın yerine kesmişken o, “sırça köşk”ü, “söz sarayı”nı falan tercih etmek yerine meydan ortasını, mücadeleyi, hamleyi tercih etmiş biri. Akif yaşarken Türk edebiyatının Akif’ten daha büyük isimleri olduğunu kabul edebiliriz. Ancak canhıraş şekilde verdiğimiz İstiklal Harbi’nde ondan daha önde, ondan daha çok sorumluluk alan bir edebiyatçımız daha yok, olmamış. Evet. Yakup Kadri’si, Falih Rıfkı’sı, Yahya Kemal’i, bilmem nesi dâhil.
 
Bazen cami kürsüsünde, bazen dergi sayfasında, bazen TBMM’de, bazen yakacak odunu olmayan bir dergâhın taş duvarlarına yazdığı İstiklal Marşı’nın kelimelerinde Akif, “ya istiklal ya izmihlal” diyerek canından geçmeyi göze almış bir kahramanlık, bir fedakârlık abidesi.
 
Diğer yandan, çıkardığı dergiler sadece Osmanlı coğrafyasının değil, bütün bir İslam coğrafyasının en güncel tartışmalarını, en kritik problemlerini masaya yatırma, teşrih, teşhis ve tedavi etme konusunda önde ve öncü. Üstelik bugün İstanbul’da basılan Sebîlürreşâd üç gün sonra Mısır’da, Pakistan’da, Bosna’da okuyucusuna ulaşıyor onca imkânsızlığa rağmen.
 
Bakmayın siz iki gram tarih bilgisiyle, üç gram aklıyla “Akif iyi ama işte Abdülhamid Han Hazretleri’ne muhalefet etmiş” diyenlere. Aslında onlarda çok suç da yok. Onlar, Abdülhamid’i TRT dizisindeki adam zannediyorlar. Abdülhamid’in nasıl vahim hatalar yaptığını, bu hatalara ne denli pişman olduğunu falan asla bilmiyorlar. Jurnalcilik belasıyla kalbi Osmanlı’nın ve İslam coğrafyasının selameti için çarpan adamları ne denli üzebildiğini bilmiyorlar. Abdülhamid dönemi ile 2020 Türkiye’sini eşitlemenin Abdülhamid’e de, Türkiye’ye de, Türkiye’nin bugününe de yapılabilecek en büyük haksızlıklar olduğunu ise asla hesaba katmıyorlar. Abdülhamid’i de, Akif’i de gündelik politika enstrümanı haline getirip üzerlerinde tepindiklerini asla fark etmiyorlar.
 
Abdülhamid ile Akif’in çekişmesinde “taraf” tutmak zorunda hissetmiyorum kendimi. Hissetmeye de hiç niyetim yok. Zira hem Akif, hem de Abdülhamid derin pişmanlıklar, üzgünlükler yaşamış; bu çekişmenin hesaplaşmasını kendi içlerinde vermiş iki kıymetli isim. Kıymet hükümlerini ise dizi izleyerek, slogan atarak falan veremeyeceğimiz oldukça açık. Gerçi “Abdülhamid döneminde hiç toprak kaybetmedik” cümlesine inanan adama ne anlatacaksın ki?
 
Bu, burada bir dursun.
 
Diğer yandan Akif, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin açık ara en fazla mağdur ettiği isimlerden biri, hatta belki de birincisi. Kurtuluş Savaşı boyunca “İslami referans” kullanmaktan hiç çekinmeyen; kongreleri müderrislerle, şeyh efendilerle, dindar esnafla tertip eden; Birinci Meclis’i dualarla açan kadro, savaşı galip bitirip yönünü Batı’ya, moderne, seküler olana çevirince Akif gibi “boynu ve beli kalın adamlar” rahatlıkla dönememişler. Sonrası hepimizin malumu… Takrir-i Sükûn Kanunu ile kapatılan dergisi, bir çeşit gönüllü sürgün olarak gidilen Mısır yılları ve üniversite öğrencileri fark etmese cenazesi sessiz sedasız garibanlar mezarlığına gömülecek bir “İstiklal Şairi” portresi kalmış geride.
 
Evet, Akif’in asıl derdi “dönememek”tir. İnancından, düşüncesinden, tavrından taviz vermeye tenezzül etmemesidir. O sebeple, İstiklal Harbi’nde nerede olduklarını, neler yaptıklarını pek bilmediğimiz bazı şair-muharrir takımı “Cumhuriyetin kurucu kadroları” içerisinde kendilerine rahatlıkla yer bulurken Akif gibi Nasrullah Camii kürsüsünden tüm dünyaya “istiklalimiz yoksa cihadımız yoksa kavgamız yoksa hayatımız da yoktur” diye gürleyen bir “İstiklal Şairi” memleketinden uzakta, fukaralıkla dolu bir ömür sürmeye razı olmuştur.
 
Japon fenerleri, şemşamerler, yağdanlıklar, “hele bir bekleyelim de ona göre pozisyon alırız” diyen canı tatlı salon adamları Akif’i elbette sevmezler, istemezler. O yüzden olmadık kulplar takmaya çabalarlar, olmadık tezvirat üretirler.
 
Eğer anakronizm yapacaksanız beyler bayanlar, işin magaziniyle falan uğraşmak yerine tam burasıyla ilgilenerek yapın. Ve sorun kendinize: “Güneş nereye vurursa oraya dönmeyi tek yaşam pratiği haline getirmiş adamlar, Akif’i anlarlar ve anlamlandırabilirler mi? Dahası Abdülhamid’i anlarlar ve anlamlandırabilirler mi?”
 
Sorun sorun, çekinmeyin. Cevaplar çok ilginç olacak.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.