Sosyal Medya

İbrahim Kalın: Medeniyetler Çatışmasının yeni sahası: İslamofobi

Küresel düzeyde bir din ve medeniyet çatışmasının öncü kolu haline gelen İslamofobi’ye karşı ilkeli ve kararlı bir tutum almanın zamanı artık gelmiştir. Batılı ve Müslüman liderler, devlet kurumları, sivil toplum örgütleri ve aydın ve düşünürleriyle bu tehlikeli duruşa dur demek zorundadır. Aksi halde Bağdat yakılıp yıkıldıktan sonra hepimiz birbirimizin yüzüne pişmanlık içinde bakmak zorunda kalacağız.



Yeni bir ırkçılık türü olarak Ä°slamofobi, din ve medeniyet alanlarına sirayet eden, temel hak ve hürriyetleri ihlal eden ama mevcut küresel siyasi-hukuki düzen içinde müeyyidesi olmayan bir ayrımcılık türüdür.

“Müslümanların Masumiyeti” adlı Ä°slam karşıtı filmin yol açtığı küresel infial, Ä°slam-Batı iliÅŸkilerinin ne kadar kırılgan olduÄŸunu bir kez daha teyit etti. Menfur filmin amacının, Müslümanların kutsallarına saldırarak yeni bir çatışma alanı yaratmak olduÄŸu aÅŸikar. Bu provokasyon teÅŸebbüsü bile tek başına hukuki bir konu olarak ele alınmalı ve nefret suçu olarak muamele görmelidir. Fakat asıl tehlikeli trend ÅŸudur: Ä°slam’a ve Müslümanlara karşı temelsiz bir korkuyu, önyargıyı, nefreti ve ÅŸiddeti ifade eden Ä°slamofobi, medeniyetler çatışması taraftarlarının yeni antrenman alanı haline gelmiÅŸtir.

Bu yüzden Ä°slamofobik faaliyetlerin arkasında yatan zihniyet dünyasını doÄŸru anlamak gerekiyor. Batıdaki siyaset ve hukuk kurumlarının Ä°slamofobik saldırıları münferit olaylar olarak görüp hafife alması, ifade özgürlüÄŸü kapsamında deÄŸerlendirmesi ve umumiyetle cezasız bırakması, ağır siyasi ve sosyal sonuçları olan bir hatadır. Papa 16’ıncı Benediktus’un Regensburg konuÅŸmasından Danimarka’daki karikatür hadisesine, Ebu Gureyb hapishanesindeki insanlık suçundan “Müslümanların Masumiyeti” filmine kadar sadece son on yılda yaÅŸanan olaylar, onlarca insanın ölümüne, yaralanmasına neden oldu. Dahası, Ä°slam ve Batı dünyaları arasındaki mesafe giderek derinleÅŸti ve bir uçuruma dönüÅŸtü.

Ä°slam’ı paranteze almak

Ä°nsan bilmediÄŸinin düÅŸmanıdır. Fakat içinde yaÅŸadığımız anlık iletiÅŸim çağında “bilmemek” bir bahane olamaz. Batının Ä°slam konusundaki tarihi cehaleti, bir imkan ve kapasite meselesi olmaktan ziyade bilinçli bir tercihtir. OrtaçaÄŸ tarihçisi Southern’ın ifadesiyle “Batının Ä°slam konusundaki tarihi cehaleti”, Greko-Roman ve Hıristiyan Batı medeniyetinin ben-tasavvurunun kurucu unsurlarından biri haline gelmiÅŸtir. Batı, Ä°slam konusunda bilmemeyi, görmemeyi, tanımamayı tercih ederek bir güvenlik alanı inÅŸa etmekte ve bu alanın dışında kalan uzak yakın her ÅŸeyi, bir öteki, bir düÅŸman, bir ÅŸeytan, bir cehennem olarak kurgulamaktadır.

Bu genellemeye istisna teÅŸkil eden örnekler ÅŸüphesiz mevcuttur ve bunların ifade ve takdir edilmesi ilmi ve ahlaki bir sorumluluktur. Bir avuç fanatik Hıristiyan’ın ve Yahudi’nin patolojik Ä°slam karşıtlığı, bütün Hıristiyanlara ve Yahudilere asla teÅŸmil edilemez. Aynı ÅŸekilde bir avuç fanatik Müslüman’ın ÅŸiddet yanlısı söylem ve eylemleri de bütün Ä°slam dünyasına teÅŸmil edilemez.

Ontolojik üstünlük teolojisi

Fakat medeniyetler çatışmasının yeni cephesi olarak örgütlenen ve desteklenen Ä°slamofobi’yi, Batı medeniyetinin Hıristiyan ve seküler kanatlarının “ontolojik üstünlük” iddiasından bağımsız ele alamayız. Buna göre dînî manada Hıristiyanlık Ä°slam’dan, seküler-dünyevi-maddî manada Batı kültürü ve medeniyeti ise Ä°slam dünyasından üstündür. Avrupa-merkezciliÄŸin ana rüknünü teÅŸkil eden bu “üstünlük”, siyasi yahut teknolojik eÅŸitsizliÄŸe deÄŸil, ontolojik bir farka dayanır. Bu yüzden fark çok derindir ve politik tercihlerle aşılması mümkün deÄŸildir. Müslüman dünya istediÄŸi kadar BatılılaÅŸsın, sekülerleÅŸsin, sanayileÅŸsin, aradaki ontolojik mesafenin kapanması mümkün deÄŸildir!

Ontolojik üstünlük teolojisinin Hıristiyani ve seküler versiyonları bu iddiayı farklı biçimlerde ifade etmekten çekinmiyor. “Medeniyetler çatışması” ifadesini ilk defa Huntington’dan önce kullanan Bernard Lewis’in Ä°slam dünyasının “Batının Yahudi-Hıristiyan geçmiÅŸinden, seküler bugününden ve bu ikisinin küresel hakimiyetinden nefret duyduÄŸunu” ileri sürmesi, bir tesadüf deÄŸil.

Nakula Basil Nakula adlı, Mısır doÄŸumlu Kıpti bir Hıristiyan’ın yaptığı söylenen “Müslümanların Masumiyeti” filmi, bu zihin dünyasının kötü, kerih ve zevksiz bir tezahürüdür. Nakula ve onun destekçileri bu film ile Ä°slam’a ve Hz. Peygamber’e deÄŸil, insan aklına ve zekasına hakaret etmektedir. Zira Ä°slam ve onun pâk Peygamberi, bu tür hezeyanlardan berîdir. Fakat Ä°slam olan her ÅŸeyi kötü, ÅŸeytanî, vahÅŸi, irrasyonel göstermek isteyen bu kaba-saba zihniyetin hastalıklı bir ruh haline dayandığını gözardı etmemek gerekir. Filmin kurgusundan oyuncuların kandırılmasına, asılsız dublajlardan vergi kaçakçılığına kadar tam bir sahtekarlık ürünü olan bu hadiseyi münferit bir olay olarak görüp küçümsemek mümkün. Nitekim bu yolu tercih eden yerli ve yabancı Oryantalistlerin büyük bir duygu seline kapılarak Müslümanların “öfkesinden, nefretinden, müsamahasızlığından”, OrtaçaÄŸ alışkanlıklarından, Rönesans ve Reform yapamayacak kadar akıl, zeka ve hikmetten (!) yoksun olmalarından dem vurduklarını geçtiÄŸimiz bir hafta içerisinde gördük.

Hırsız nerede?

“Hırsızın hiç mi suçu yok” misalli bu analizler, Avrupa Aydınlanmasını, moderniteyi, sekülerleÅŸmeyi kutsayarak artık dînî fanatizmden kurtulmak gerektiÄŸini salık veriyor. Bu bakış açısına göre temel sorun, Aydınlanmacı aklın epistemik tahakkümünden ve kibrinden deÄŸil, Batılı olmayan toplumların ve bâ-husus Müslüman dünyanın dînî dogmatizmden kurtulamamış ve Batı gibi sekülerleÅŸmemiÅŸ-dünyevileÅŸmemiÅŸ olmasından kaynaklanıyor.

Oysa medeniyetler çatışması için zemin arayan akımların -ister dînî ister seküler isterse de bunların karışımı olsun- tamamı, Batı modernitesinin ana kavramlarını, mantık kurgusunu ve epistemik araçlarını kullanıyor.

Kendi dinini -Kıpti Nakula örneÄŸinde olduÄŸu gibi Hıristiyanlığı- üstün göstermek için bir baÅŸka dine ve kutsal geleneÄŸe saldırmak, ancak modern bir paradoks olabilir. Bu paradokslar dizisi Müslüman dünyanın modernite karşısında “yenilmiÅŸlik ve kurban edilmiÅŸlik” psikolojisiyle birleÅŸince, çatışma kaçınılmaz hale geliyor. Ä°slamofobi, Medeniyetler Çatışmasının yeni öncü koludur. Yeni bir ırkçılık türü olarak Ä°slamofobi, din ve medeniyet alanlarına sirayet eden, temel hak ve hürriyetleri ihlal eden ama mevcut küresel siyasi-hukuki düzen içinde müeyyidesi olmayan bir ayrımcılık türüdür. 19’uncu yüzyılın sonu ve 20’inci yüzyılın başında ortaya çıkan ve ırk ve renk üstünlüÄŸüne dayanan ayrımcılık, bugün ırkçılık olarak reddediliyor ve cezâî müeyyidelerle yasaklanıyor. 1950’li ve 60’lı yıllarda yaygınlaÅŸan kültürel ırkçılık da bugün büyük oranda bir nefret suçu olarak tanımlanıyor ve cezalandırılıyor. Anti-Semitizm aynı anda din, ırk ve kültür ayrımcılığına girdiÄŸi için aynı ÅŸekilde yasaklanıyor ve cezalandırılıyor.

Ä°slamofobi’nin bu ırkçılık türlerinden ne farkı var? Müslüman insanlara sırf dinlerinden, inançlarından ve kültürlerinden dolayı nefret duyulması, bu insanların aÅŸağılanması, ayrımcılığa tabi tutulması, sözlü ve fiili ÅŸiddete maruz bırakılması, düpedüz ırkçılık ve ayrımcılıktır. Bu çerçevede yapılan her eylem, bir nefret suçudur ve insan hakkı ihlalidir. Fakat nedense ırk, renk ve kültür ırkçılığı ve anti-Semitizm konusunda gösterilen hassasiyet, iÅŸ Ä°slam’a ve Müslümanlara saldırmaya, hakaret etmeye geldiÄŸinde deÄŸiÅŸiyor. Modernitenin ve çaÄŸdaÅŸ medeniyetin alamet-i farikası kabul edilen çoÄŸulculuk, Ä°slam söz konusu olduÄŸunda bir anda sınırlarına ulaşıyor. Her ÅŸeye ve herkese müsamaha eden ileri sanayi toplumları, Müslüman topluluklar, Ä°slami rükünler, dini adetler, baÅŸörtüsü, namaz, cami, sünnet, vb. söz konusu olduÄŸunda çoÄŸulculuÄŸu, entegrasyonu, uyum yasalarını tartışmaya baÅŸlıyor. YaÅŸadıkları toplumlara vatandaÅŸ olarak katkı sunan, vergi ödeyen, aile kuran insanların temel hak ve özgürlükleri hak edip etmediÄŸi konuÅŸuluyor.

Bir ırkçılık olarak Ä°slamofobia

Böyle bir ortamda siyaset adamlarının, dini liderlerin, kanaat önderlerinin, TV yorumcularının “Ä°slam bir virüstür ... Ä°slam bir ÅŸer dinidir ... Avrupa medeniyetini Ä°slam kanserinden kurtarmalıyız ... ÇaÄŸdaÅŸ Avrupa’da gerici Müslüman topluluklar istemiyoruz ... FaÅŸist Kuran’ın yasaklanmasını istiyorum... Müslümanların ülkelerini iÅŸgal edelim, liderlerini öldürelim, hepsini zorla Hıristiyan yapalım...” demesi, adeta normal bir ÅŸey haline gelebiliyor. Yukarıdaki ifadelerin kontrolsüz ve kimliksiz sosyal medya ortamlarında deÄŸil, Ann Coulter, Geert Wilders, Michael Savage, Daniel Pipes, Franklin Graham gibi kiÅŸiler tarafından ifade edilebiliyor olması, hak, hukuk, sosyal düzen, akıl, adalet ve çoÄŸulculuk adına anormal ve vahim bir duruma iÅŸaret etmiyor mu?

22 Haziran 2011 günü Oslo’daki hükümet binalarını bombalayan, burada 8 kiÅŸinin ölümüne neden olan, ardından Utoya adasına giderek 69 genci tek tek öldüren Anders Behring Breivik, acaba hangi ideolojiden besleniyordu? Breivik’in 1500 sayfalık “2083: Bir Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi” adını verdiÄŸi kanlı manifesto, dayandığı zihin dünyası ve önerdiÄŸi eylem planı itibariyle Hitler’in “Kavgam”ından ne kadar farklıdır? Breivik’in manefistosunda sıraladığı argümanlar, saygın olduÄŸu iddia edilen Batılı siyasetçiler, akademisyenler, yorumcular tarafından yıllardır açıkça ve fütursuzca ifade ediliyor. Irkçılığın bu yeni versiyonunun ölümcül bir ÅŸey olduÄŸunu anlamak için onlarca insanın ölmesi mi gerekiyor? Ä°slamofobi, Medeniyetler Çatışması taraftarlarının yeni antrenman alanıdır. Müslümanların kutsallarına saldırarak onları tahrik etmek, ardından verilen ölçüsüz tepkileri göstererek “ben size demiÅŸtim!” diyerek göz kırpmak, en hafif ifadesiyle ahlaksızca ve tehlikeli bir oyundur. Bu tür örgütlü faaliyetler artık münferit olaylar olarak hafife alınamazlar. Ortada küresel barış ve huzuru tehdit eden ciddi bir sorun vardır. Burada atılması gereken ilk adım, tıpkı anti-Semitizm ve diÄŸer ırkçılık türleri gibi, Ä°slamofobi’nin da bir nefret suçu olarak tanımlanması ve cezai müeyyidelere baÄŸlanmasıdır. BM’nin, AB ülkelerinin, hukuk kurumlarının ve hatta Avrupalı insan hakları örgütlerinin, Ä°slamofobi’nin bir nefret suçu olarak mülahaza edilmesi konusundaki tereddüdü ve direnci oldukça manidardır. “Nefret suçlarına karşı zaten yeteri kadar ceza ve müeyyide var” demek, ikna edici bir izah deÄŸildir. Bu yasaların dahi etkin bir ÅŸekilde iÅŸletilmediÄŸi bir siyaset-hukuk düzeninde, Müslüman toplulukların kendilerini güvende hissetmeleri mümkün deÄŸildir.

Tahriklere kapalı olmak

Burada Ä°slam dünyasından gelen ölçüsüz tepkilere de deÄŸinmek gerekiyor. Filme tepki olarak sokaklara dökülen, Libya’daki Amerikan elçisini ve diplomatları öldüren insanlar, sadece provokasyona gelmiÅŸ olmadılar. Batıdan çok Müslüman ülkelere zarar veren yıkıcı gündemlerini küresel bir platforma taşıma imkanına kavuÅŸtular. Burada acı olan, Ä°slam’ı ve Peygamberini savunmak adına, Müslüman aklının ve ahlakının tasvip etmediÄŸi yöntemlere baÅŸvurularak masum insanları öldürmek ve bizim emanetimiz olan insanlara saldırmaktır. Bu gruplar Müslüman izzet ve vakarını bir kenara bırakarak, onları tahrik etmeye çalışan düÅŸmanların düzeyine inerek onlar kadar kötü ve çirkin olabileceklerini göstermiÅŸ oldular. Ä°slam’ın izzet ve vakarını muhafaza etmeyen hiç bir tavrın Müslümanlıkta bir karşılığı yoktur. Ölümün bile güzelini isteyen bir Peygamber’in ümmeti, en ağır tahrikler karşısında bile onurunu korumayı bilmek zorundadır. Karşısındaki canavarı alt edeyim derken kendisi canavarlaÅŸan bir kavganın, hakkaniyetle ve adaletle ilgisi kalmamıştır.

Küresel düzeyde bir din ve medeniyet çatışmasının öncü kolu haline gelen Ä°slamofobi’ye karşı ilkeli ve kararlı bir tutum almanın zamanı artık gelmiÅŸtir. Batılı ve Müslüman liderler, devlet kurumları, sivil toplum örgütleri ve aydın ve düÅŸünürleriyle bu tehlikeli duruÅŸa dur demek zorundadır. Aksi halde BaÄŸdat yakılıp yıkıldıktan sonra hepimiz birbirimizin yüzüne piÅŸmanlık içinde bakmak zorunda kalacağız.

Kaynak: Açık GörüÅŸ- 24-09-2012

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.