Sosyal Medya

Gökhan Özcan: İçimizeki Enkaz

Öfkenin, nefretin, kinin, düşmanlığın, hasetin, kör karşıtlığın içimizde kol gezmesine mani olmadığımız, bunun farkına varamadığımız için sevme kabiliyetimizi de günden güne yitiriyoruz.



GüneÅŸ her sabaha aynı ufuktan doÄŸar. Onu “seviyorum” ya da “nefret ediyorum” diye karşılayan daima sensin.

Sanıyoruz ki içimizde nefreti uyandıran baÅŸkalarının yaptıkları ÅŸeyler, baÅŸkalarının söyledikleri sözlerdir. Hayır, bunlar sadece içimizde nefretin biriktiÄŸi o koca küpün kapağını açan ÅŸeylerdir. Sonra içimizdeki kin ve nefret oluk oluk dışımıza akar. Hayatın suyuna karışır ve onu bulandırır. Bu bulanıklıktan ÅŸikayet eder dururuz da, hayat suyuna çamurun nereden karıştığını hiç merak etmeyiz. Bu bulanıklığın içimizden dışımıza taÅŸtığını görmek istemeyiz. Oysa eskiler söylemiÅŸtir, keskin sirkenin küpünedir en çok zararı...

“Nefret ediyorsan, yenilmiÅŸsindir” diyor Konfüçyüs. Yenilgimizin farkında olmadığımızdan içimizde biriken öfke ve nefretin haklılığına dönük bahaneler üretiyoruz sürekli. Dünyada birçok kötülük var, evet. Ä°mtihanın soruları da buradan çıkıyor zaten. Ä°nsanlık imtihanını ciddiye alan bir insan için içindeki iyiliÄŸi ve sevme kabiliyetini kaybetmekten daha büyük bir yenilgi yok. Dünyada olan biten ÅŸeylerin içini nefretle doldurmasına izin veriyorsan, iÅŸgal güçlerine savunmakla yükümlü olduÄŸun kalelerine kendi ellerinle açıyorsun demektir.

Bir felaket yaÅŸandığında, acı bir olay meydana geldiÄŸinde verdiÄŸimiz tepkiler, bizim ne kadar insan olduÄŸumuzun en kesin ölçüsünü ortaya koyar. Ä°çindeki öfke, nefret ve kinin, yaÅŸanan felaket ve acıya insanca bakamaz hale getirdiÄŸi kiÅŸiler belli ki içten içe çürümüÅŸtür. Acının kimin başına geldiÄŸine göre vaziyet alanlar zaten birer insani enkaz halindedir. Felaket anında dahi sahip oldukları sözde deÄŸerlerle baÅŸkalarını dövmek için fırsat kollayanlar cehaletin askerleridir. Aynı acıya karşıt uçlardan aynı çiÄŸ ve kokuÅŸmuÅŸ tepkiyi verenler, bütün karşıtlarına raÄŸmen aynı kiÅŸidirler. BaÅŸkalarına nefretlerinin kök uçlarında kendilerini sevememeleri sancısı yatar. Birinin bir diÄŸerinden nefret etmesinin asıl sebebi, ona ayna olup sürekli kendi zayıflıklarını, kötü yanlarını yansıtmasıdır.

“Biz, aynı zincire vurulmuÅŸ, birbirinin yaÅŸamını zehirleyen ve bunu bilmezlikten gelen iki prangalıydık; birbirimizden nefret ediyorduk” diyor ‘Kreutzer Sonat’ta Lev Nikolayeviç Tolstoy.

Öfkenin, nefretin, kinin, düÅŸmanlığın, hasetin, kör karşıtlığın içimizde kol gezmesine mani olmadığımız, bunun farkına varamadığımız için sevme kabiliyetimizi de günden güne yitiriyoruz. Bu baÅŸkalarının bize yapabileceÄŸi bir ÅŸey deÄŸil, bunu insan ancak kendisine yapabilir. “Kendinden nefret edenin bir baÅŸkasını sevmesi olanaksızdır” diyor Carl Gustav Jung. Muhtemel ki öyle; kendimizle, kendi hakikatimizle barışık olamadığımız için baÅŸkalarıyla da bir muhabbet kuramıyoruz.

Ä°nsan sevgisini, muhabbetini kaybettiÄŸinde kalbindeki o kara leke büyüdükçe büyüyor. Nefret nefreti, öfke öfkeyi, kin kini çağırıyor, büyütüyor. Her sabaha nefret edecek bir ÅŸeyleri, öfkesini yöneltecek birilerini aramak üzere yanıyor bir çok insan.

“Sarılar beyazlardan tiksiniyor, beyazlar karalardan nefret ediyor ve böyle sürüp gidiyor. Bu nefretin propagandayla yaygınlaÅŸtırıldığını söyleyebilirsiniz. Peki, dostluk propagandası neden düÅŸmanlık propagandasından daha az baÅŸarılı oluyor?” diye soruyor Bertrand Russell, ‘Mutlu Olma Sanatı’nda. Bu soru hepimize sorulmuÅŸ bir soru, çünkü bu çarkı hep beraber iÅŸletiyoruz.

“BaÅŸkalarında bulduÄŸu eÄŸriliklere bakıp kendi doÄŸruluÄŸundan vazgeçenin” dedi beyaz saçlı adam, “insanlığı zaten ödünç alınmıştır!”

YeniÅŸafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.