Sosyal Medya

Bir Kitap: Dördüncü cemre: Babam ile mersedes

Hüseyin Akın’ın Şule Yayınlara arasında çıkan Babam ve Mersedes adlı şiir kitabında şiirler 1940’ların yılların zor ve darlık yıllarından çıkarak okuru uzun bir anlam yolculuğuna çıkarıyor. “Babam İle Mersedes” art arda düşen cemreleri andırıyor biraz da. Üç bölümden oluşan kitapta sırası gelen cemre usul usul düşüyor. Sanki dördüncü cemre varmış da birazdan avucunuza düşecekmiş gibi.



Maarif takvimlerinde yeri yok ama dördüncü cemre olsaydı şayet, yeryüzüne şiir olarak düşerdi. Şiirin toprakta mı yetiştiğini, yoksa cemre olup da yere mi düştüğünü tahayyül etmek oldukça zor. Bu zorluğu bilip de şiire meyletmek iki kez düşünmeyi beraberinde getiriyor olsa gerek. Şairin “bense şiir yazarım, benimki ne cesaret!” dediği gibi. İnsanın şiire takılan ayağı nerede şifa bulur peki? Bunun da cevabını yine aynı şiirinde veriyor şair: “Haydi yürü deseler çıkıp şiirlerimden/ Yaşardım uzun süre soluğunda annemin.”
 
Hüseyin Akın’ın Şûle Yayınları’ndan çıkan şiir kitabı “Babam İle Mersedes” art arda düşen cemreleri andırıyor biraz da. Üç bölümden oluşan kitapta sırası gelen cemre usul usul düşüyor. Sanki dördüncü cemre varmış da birazdan avucunuza düşecekmiş gibi.
 
Altında akan bir yol ve babanın gölgesinde ezilen mersedes. “Yoksul Kafiye”, “Dikkat Siyanür”, “Son Çiçek” adlı üç bölüm içerisinde toplamda 37 şiir bulunuyor. Kırklı, ellili yıllar, darlık zamanları, belde köstekli saat, yani ki, zamanın yoksul aktığı yıllar.. Şairinki gibi yoksul bir hâyâl olarak kalan da vardır, kim bilir: “Ey yoksulluk geri git, alıştık sana derdi/ Babamla hiç gezmedi bir kerecik Mercedes.” Bir tezat olur korkusu gütmeden, mersedesin hayalinde yapıyor yoksulluğun tanımını da: “Yanından geçilmezdi ne unun ne buğdayın.”
 
Babam ve Mersedes Hüseyin Akın Şule Yayınları Mart 2020 94 sayfa
 
EN KARIŞIK YOL İNSANDIR
 
“Sayıp durma günleri/ Bana felsefe öğret” diye bir ses işitince, ilk iş olarak hayatın felsefesini didiklemeye başlıyoruz. Düşününce, akla ilk gelenler hep kötü anılar oluyor. Şair de öyle bir içerlenişle dile getiriyor ki bunu, ruhun fiyakasının neden acı olduğunu anlıyorsunuz o saniye: “Yüce Rabbi’m beni yalnız sandılar/ Yurdum işgalden kurtulmadı hiç/ Verdiğin selamı hep kıskandılar”
 
Kitapta bazı şehirlerin anlatıldığı üç şiir yer alıyor. Muş, Niğde, Bayburt başlıklarıyla okuyucuyla bir bağ kurma niyetinde gibi. Muş’un kara kışında kapanan yollarından “Dönüyormuş gibi eve, uzak bir türküden” dizesiyle yardım çağırılacağını da müjdeliyor şair. Bayburt şiirinde “çok güzel gördüm” le bitirdiği dizeler içinse uygun nota aramaya kalkıyorsunuz.
 
En karışık yol yine kendisidir insana. Önce durup sorar: “Ne arıyorum ben bu ıssız dağ başında/ Allah’ım! diyeceğim bir çıksam şu içimden” Dünyaysa, o bildiğimiz dünya. Süresi dolsun diye dönüyor her gün başımızda. Aklın başı ıskaladığı yerde de aşktan gayrı ne yeşerir ki? “Seni ne kadar sevsem, susmak çok uzun sürüyor.”
 
Şair en başlarda “Bekle bekle gelmiyor hayalimdeki gemi, tufandan kurtaracak” dizesiyle bir kurtuluş arasa da sonlara doğru bu düşten niye vazgeçtiğini görüyorsunuz.
 
Kitabın neden dördüncü cemre olması gerektiğini düşünmem de “ Sessiz Harpler” şiirinde geçen “Ah nasıl incindi kalbim, içimden bir düğme koptu” dizesinin yüzündendir. Ceketimizi alıp da çıkamıyoruz, malum, sabah sekiz akşam beş ömrümüzün sonunu beklemekle memuruz. Ama üç küçük cemre de bahara erişmeye yetmiyor gibi.
 
İnceleme: Kevser Tekin

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.