Sosyal Medya

Osman Nuri Topbaş'ın kaleminden: Ramazan bir ömür....

Bir virüsten kendimizi ve ailemizi korumak için aldığımız karantina tedbirlerinin tefekkürüyle, toplumun mânevî dünyasındaki salgın hastalıklardan, yani bâtıl fikir ve inançlardan, şerlerden, fısk u fücurdan da kendimizi, çoluk-çocuğumuzu ve çevremizi muhafaza hassâsiyetimizi artırabiliyor muyuz?



Biz âciz kullarını; “evveli rahmet, ortası maÄŸfiret, sonu da Cehennem azâbından kurtuluÅŸ”[1] vesîlesi olan Ramazân-ı Åžerîf ile tekrar müÅŸerref kılan Cenâb-ı Hakkʼa, sonsuz hamd ü senâlar olsun.
 
Ramazân-ı Åžerîf, Cenâb-ı Hakk’ın ümmet-i Muhammed’e bahÅŸettiÄŸi, mânevî kıymetlerle dolu, ilâhî bir hazine… Senenin kalbi mesâbesinde bulunan bu ay, iç ve dış dünyamızı maddî ve mânevî kirlerden arındırmanın en bereketli zamanı. Âdeta mânevî bir rehabilite mevsimi…
 
Bilhassa büyük iptilâ ve musibetlerin bütün cihânı sardığı bir hengâmda yaÅŸadığımız bu Ramazân-ı Åžerîf’te, Cenâb-ı Hakk’a öyle bir duâ, tevbe, istiÄŸfar, hamd, zikir, ÅŸükür ve sâlih amellerde bulunalım ki, onlar hem dünyanın hem de ukbânın mihnet ve meÅŸakkatlerine karşı bizlere birer “vesîle-i necât” yani “kurtuluÅŸ vesîlesi” olsun.
 
Kur’ân’ın Ä°ndirildiÄŸi Ay:
 
Âyet-i kerîmede buyrulduÄŸu üzere;
 
“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doÄŸrunun ve doÄŸruyu eÄŸriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’ân’ın indirildiÄŸi aydır…” (el-Bakara, 185)
 
Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm’in nâzil olduÄŸu bu mübârek ayda, dünyevî ve uhrevî kurtuluÅŸumuz için verilen ilâhî tâlimatları, derin derin tefekkür etmeliyiz. Yüce kitabımızın mukâbelesine ilâveten, muâmelesine de titizlikle gayret göstermeliyiz.
 
Zira Kur’ân’ın sadece sadâsını dinlemek veya hakîkat haritasını gözden geçirmek kâfî deÄŸildir. Fudayl bin Iyaz g’in ÅŸu îkâzı ne kadar mânidardır:
 
“Kur’ân-ı Kerîm, amel edilsin diye indirildi; fakat insanlar onun sadece okunmasını amel edindiler.”
 
Esâsen mü’minin her yirmi dört saatinde mutlakâ yer alması gereken Kur’ân ile ünsiyeti, bu mübârek günlerde daha da artırmaya gayret etmeliyiz. Onun mânâ ikliminde kalben derinleÅŸmeli, muktezâsınca amel etmeliyiz. Bütün hâl ve tavırlarımızı, Kur’ân ile istikâmetlendirmeliyiz.
 
Unutmayalım ki Kur’ân-ı Kerîm, onun ahkâmıyla âmil, ahlâkıyla kâmil olanlara kıyâmet günü ÅŸefaatçi olacaktır. Fakat bunun aksine, onu ihmâl edenlerden de ÅŸikâyetçi olacaktır.
 
Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm’in Dünya semâsına indirildiÄŸi bu mübârek ayda; “Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesâba çekiniz…”[2] düstûrunca, kulluk hayatımızı tekrar gözden geçirmeliyiz. Bizleri felâket girdaplarından çekip kurtarmak için gönderilen Allâh’ın ipine sımsıkı sarılmalı, âdeta canlı bir Kur’ân olma gayretine girmeliyiz. Her iki cihanda da saâdet ve selâmetin, Kur’ân’ın hayat veren ölçülerine riâyete baÄŸlı olduÄŸunu cân u gönülden idrâk etmeliyiz.
 
Ramazan Ä°kliminde Günümüze Bir Bakış:
 
Ne ibretlidir ki, ömür takvimimizde hattâ belki de dünya tarihinde hiç olmadığı kadar özel günlerden geçiyoruz. Bir salgın hastalık sebebiyle kısmî bir karantina altında Ramazân-ı Åžerîf’i idrâk ediyoruz. Câmilerimiz cemaatle namaza kapalı, Ramazan coÅŸkusunu din kardeÅŸlerimizle beraber yaÅŸadığımız teravihler, iftarlar, mukâbeleler, artık evlerin mahdut sınırları dâhilinde.
 
Bu sıra dışı ÅŸartlar, bizi pek çok hususta nefis muhâsebesine sevk etmelidir. DüÅŸünmeliyiz ki:
 
Bu salgından korunmak için gözettiÄŸimiz sosyal mesafe kâidesini, mânevî sıhhatimiz için ne kadar tatbik edebiliyoruz? Yani haramlar, kerahatler, ÅŸeytânî vitrinler, nefsânî ekranlar ve Allâh’ın gazaplandığı kimselerle aramıza da mesafe koyabiliyor muyuz?
 
 Elimizi ve evimizi dezenfekte ettiÄŸimiz gibi; gönül hânemizi de tevbe, istiÄŸfar ve nedâmet gözyaÅŸlarıyla, günah, mâsıyet ve gaflet kirlerinden arındırabiliyor muyuz?
 
Bir virüsten kendimizi ve ailemizi korumak için aldığımız karantina tedbirlerinin tefekkürüyle, toplumun mânevî dünyasındaki salgın hastalıklardan, yani bâtıl fikir ve inançlardan, ÅŸerlerden, fısk u fücurdan da kendimizi, çoluk-çocuÄŸumuzu ve çevremizi muhafaza hassâsiyetimizi artırabiliyor muyuz?
 
Beden saÄŸlığımız için bağışıklık sistemimizi desteklemek uÄŸruna vitamin takviyeleri alıp gıdamıza dikkat ettiÄŸimiz gibi, rûhumuzun sıhhat ve selâmeti için nefis ve ÅŸeytana karşı mânevî direncimizi artıracak takvâ tedbirlerine de sımsıkı sarılabiliyor muyuz?
 
Maddî sıkıntıları defetmek için yaptıklarımızın yanı sıra, “sadaka belâyı defeder”[3] sırrınca, infak ve yardımlarımızla kırık kalplere tesellî, mahzun sîmâlara tebessüm olabiliyor muyuz?
 
 Zâhirî bakımdan birer karantina mekânına dönen evlerimizi, mânen bir mescid, bir mektep, bir uzletgâh, bir îtikâf mekânına döndürebiliyor muyuz?
 
Îtikâf Ayı Ramazân-ı Åžerîf:
 
Virüs tehdidiyle evlerimize kapandığımız ÅŸu zamanları, Ramazân-ı Åžerîf’in mühim bir ihyâ vesîlesi olan “îtikâf” için fırsat bilmeliyiz.
 
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ilk vahye mazhar olmadan evvel Hira MaÄŸarası’nda inzivâ hâlinde yaÅŸadığı tefekkür ibadetini, bizler de gücümüz nisbetinde evlerimizde tatbik edebiliriz. Hak dostlarının kalbî tekâmül için girdikleri, zaman zaman da sevenlerine tavsiye buyurdukları uzlet eÄŸitiminden, çile çıkarma terbiyesinden bizler de gücümüz nisbetinde hissedâr olabiliriz.
 
Bu takdirde, bir zahmet gibi görünen evlere kapanma çilesi, Cenâb-ı Hakk’ın lûtfuyla müstesnâ bir rahmete dönüÅŸmüÅŸ olur.
 
Nâfile îtikâf için belli bir zaman ÅŸartı yoksa da Allah Rasûlü’nün mühim bir sünneti olan îtikâfa daha ziyâde “aÅŸr-ı âhir” denilen, Ramazan’ın son on gününde girilir. Nitekim Hazret-i ÂiÅŸe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz;
 
“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Ramazan’ın son on gününde îtikâf buyururlardı.” demiÅŸtir. (Buhârî, Îtikâf, 6)
 
Dolayısıyla îtikâf, Kadir gecesini tam bir ibadet vecdiyle ihyâ etmenin en güzel yollarından biridir. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; günahların bağışlanmasına, Cehennem’in uzaklaÅŸtırılmasına vesîle olan îtikâfa, ümmetini husûsan teÅŸvik etmiÅŸlerdir.
 
Bin Aydan Hayırlı Kadir Gecesi:
 
Ramazân-ı Åžerîf’in bir kısmı artık geride kaldı. Fakat önümüzde hâlâ son derece kıymetli günler var. Zira Ramazân-ı Åžerîf’in büyük bir lûtuf ayı olmasının en mühim sebeplerinden biri, “Kadir Gecesi” gibi muazzam bir ilâhî ikramı içinde barındırmasıdır.
 
Kadir gecesi, ilâhî maÄŸfiretin coÅŸup taÅŸtığı, ümmet-i Muhammed’e sonsuz ihsanların bahÅŸedildiÄŸi bir gecedir. Kadir gecesi, peygamberler içinde yalnız Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe ve O’nun hürmetine ümmet-i Muhammed’e bahÅŸedilen husûsî bir ikrâm-ı ilâhîdir. Rabbimiz’in, böylesine muhteÅŸem bir mânevî hazineyi ihsân etmesi, Oʼnun Habîbʼine olan engin muhabbetinin bir tezâhürüdür.
 
Bu sebeple, dâimâ Rasûlullah Efendimiz’e minnettar kalmalı, O’nun ne büyük bir lûtf-i ilâhî olduÄŸunu idrâk etmeliyiz. Zira âyet-i kerîmede buyrulur:
 
“Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allâh’ın âyetlerini okuyan, kendilerini (kötülüklerden ve inkârdan) temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öÄŸreten bir Peygamber göndermekle Allah, mü’minlere büyük bir lûtufta bulunmuÅŸtur…” (Âl-i Ä°mrân, 164)
 
Böylesine kadri yüce bir Peygamber’e ümmet olduÄŸumuz için de Cenâb-ı Hakk’a ÅŸükrümüzü artırmalıyız.
 
Yine Kadir gecesinin müstesnâ fazîleti sebebiyledir ki, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, o geceyi Ramazan geceleri içinde bizzat aramış ve bunu ümmetine de emir buyurmuÅŸtur.
 
Bu ilâhî hazineden mahrum kalmamak için Kadir gecesini, Ramazan’ın ilk gecesinden itibâren ve bilhassa yirmisinden sonraki tek gecelerde aramak gerekir. Kadir gecesi, umûmî kanaate göre Ramazan’ın 27ʼnci gecesidir. Fakat baÅŸka zamanlara da denk gelebildiÄŸi için, bütün Ramazan gecelerine ayrı bir îtinâ göstermek gerekir.
 
Yine bu gece, Kur’ân-ı Kerîm’in nüzûlüyle nurlanmış, bu gecenin ihtiÅŸâmına binâen, hakkında müstakil bir sûre indirilmiÅŸtir. Dolayısıyla bu müstesnâ vakit, Kur’ân ile daha yakından hemhâl olma vaktidir.
 
Bu gece, Cebrâil -aleyhisselâm- ve diÄŸer meleklerin akın akın yeryüzüne indirilmesi ile de ayrı bir rûhâniyet kazanmıştır. Mü’minlere görülmez nûrânîler tarafından selâm verilen, feyz ve bereket dolu bu gecenin kıymetini, ÅŸu hadîs-i ÅŸerîf ne güzel beyân etmektedir:
 
“Kadir gecesini, fazîlet ve kudsiyetine inanarak ve sevâbını yalnız Allah’tan bekleyerek ibadet ve tâatle geçiren kimsenin -kul hakkı (ve diÄŸer borçları) hâriç- geçmiÅŸ günahları bağışlanır.” (Müslim, Müsâfirîn, 175/760)
 
Cenâb-ı Hak, Kadir gecesi vesîlesiyle bin ayın, yani 83 küsur yıllık bir ömrün faziletini ve ecrini mü’minlere bir gecede ihsân ediyor. Hadîs-i ÅŸerîfte buyrulur:
 
“Ramazan’da Allâh’ın öyle bir gecesi vardır ki bin aydan daha hayırlıdır. Kim o gecenin hayrından mahrum kalırsa gerçekten büyük bir kazançtan mahrum kalmış olur.»” (Nesâî, Sıyâm, 5; Ahmed, II, 230, 385, 425)
 
Ramazân-ı Åžerîf ve Ömür Tefekkürü:
 
Ramazân-ı Åžerîf, ömür takvimi üzerinde derin bir tefekkür vesîlesidir. Hastalıkların ve hattâ vefat haberlerinin gündemimizde sıkça yer aldığı bir zamandan geçiyoruz. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, nefsânî taÅŸkınlıkların ve gafletin bertarafı için “ölümü sık sık tefekkür etmeyi” tavsiye buyurmuÅŸlardır.[4] Bu tefekkürle gönüllerimizi ihyâ edebilirsek, bu da büyük bir mânevî kazanç olur -inÅŸâallah-.
 
Maalesef günümüzde; “bırakınız yapsın, bırakınız geçsin, altta kalanın canı çıksın” diyen kapitalist, liberalist ve menfaatperest bir anlayış cihâna hâkim durumda. Bu sistem, hiçbir mânevî mes’ûliyet hissi taşımadan, vicdânî ve ahlâkî bir kaygı gütmeden, Dünya’nın kaynaklarını acımasızca sömürüyor. Havayı, suyu, toprağı kirletiyor, nebâtat ve hayvanâta zarar veriyor. Hattâ maddî-mânevî deÄŸerlerini sömürmek sûretiyle insana kıyıyor. Âdeta “âhiretsiz bir dünya” hayaliyle zulmediyor, insanlığı da bu ham hayale inandırmaya gayret ediyor.
 
Ä°nsan, âhireti unuttuÄŸu zaman dünyanın ve nefsinin esiri oluyor. Toplumlar, felâketini saâdet zannedecek kadar derin bir gaflet ÅŸaÅŸkınlığına sürükleniyor.
 
Ä°ÅŸte uhrevî manzarasıyla Ramazân-ı Åžerîf, sanki gaflet bataklığına saplanan dünyaya, yeniden silkelenip özüne dönmek ve temizlenmek için bir can simidi lûtfediyor. Oruç baÅŸta olmak üzere Ramazân-ı Åžerîf’in bütün irfan dersleri; insanın tefekkür melekelerini açıyor, kalbini inceltiyor, vicdânını canlandırıyor.
 
Rabbimiz’e tekrar hamdolsun ki bu senenin Ramazân-ı Åžerîfʼine mülâkî olabildik. Lâkin gelecek senenin Ramazanʼına da erebilecek miyiz, meçhul… Zira geçen Ramazan’da aramızda olup da bu Ramazan’da olmayan nice kardeÅŸimiz var. Bu hakîkatin verdiÄŸi ibret dolu mesajı ciddiye alalım. Ömrümüzün kalan kısmını, geçen kısmından daha hayırlı kılabilmek için, elimizden gelen hiçbir hayrı ertelemeyelim. Zira ecel senedinin vâdesi meçhul. Ve ömür nîmeti bir defaya mahsus; ne tekrarı var, ne de telâfisi…
 
Hepimiz, bu fânî cihan mektebinin talebeleriyiz. Tahsilimiz, son nefesimizle sona erecek, îman ve amellerimizle topraÄŸa gömüleceÄŸiz. Kıyametten sonra ise asıl ve ebedî hayat baÅŸlayacak. Dünya mektebinin karnesi orada elimize verilecek: “Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin kâfîdir.” (el-Ä°srâ, 14) buyrulacak.
 
Dolayısıyla ecel gelip çatmadan, tevbe edip sâlih ameller iÅŸlemekte acele etmeliyiz.
 
Tâbiînden Âmir bin Abdikays g, ölümü yaklaşınca aÄŸlamaya baÅŸladı. Kendisine:
 
“–Niçin aÄŸlıyorsun?” diye sordular.
 
O da ÅŸöyle cevap verdi:
 
“–Ne ölüm korkusuyla ne de dünyaya duyduÄŸum hırs sebebiyle aÄŸlıyorum. Lâkin; sıcak günlerde oruç tutmaktan ve geceleri ibadet için kalkmaktan (teheccüdden) mahrum kalacağım diye aÄŸlıyorum.” (Zehebî, Siyer, IV, 19)
 
Bu sebeple zâhiren ne kadar uzun görünse de, ebedî hayat yanında bir aylık Ramazan’dan da kısa bir müddet olan fânî ömrümüzü, ilâhî af berâtını alabilecek keyfiyette sâlih amellerle deÄŸerlendirmeye gayret edelim.
 
Bayramın Hakîkati:
 
Gerçek bayram saâdetine kavuÅŸabilmek için, tıpkı Ramazân-ı Åžerîf gibi, bayramı da ciddî bir kulluk ÅŸuuru içinde karşılayıp lâyıkıyla idrâk ve ihyâ etmek gerekir. Zira Ramazan bir takvâ mektebi, bayram ise onun mânevî bir ÅŸehâdetnâmesidir.
 
Bayramlar, aslâ tatil ve eÄŸlence gibi ferdî mutluluk günleri deÄŸildir. Bilakis sıla-ı rahimde bulunmak, geçmiÅŸlerimizi hayırlarla yâd edip ruhlarını ÅŸâd etmek, dargınlıkları-kırgınlıkları ortadan kaldırmak ve îman kardeÅŸliÄŸini toplum plânında yaÅŸatmak gibi nice mükellefiyetlerimizin edâsına vesîle olan, ictimâî ibadet günleridir.
 
Bu sevinç günlerinin hakîkatine ermek ise bilhassa muhtaçların ve gariplerin gönüllerini hoÅŸnud etmekle mümkündür. Zira gerçek bayram saâdeti­nin seyredileceÄŸi en berrak ayna, bayram ettirilen kırık gönüllerdir. Unutmayalım ki merhamet ede­ne merhamet edilir. Hak rızâsı için sevindireni, Hak Teâlâ sevindirir.
 
Nitekim asr-ı saâdette de bayrama; infak, ikram ve sadakalarla hazırlanılır; bayram, Allah için yapılan fedakârlıklar ile karşılanırdı.
 
Fakr u zarûret içinde kıvranan muhtaçların gözlerinde, en çok Ramazan’ın teÅŸrîfiyle ümit ışığı parlar. Zira zekât, fitre ve sadaka gibi mâlî ibadetler, tebessümü unutmuÅŸ nice yüzleri, bilhassa bu ayda sürûra kavuÅŸturur.
 
Bu mübârek ayda fitre/fıtır sadakası, ÅŸerʼan zengin sayılan her müʼ­mine vâcip, hattâ bazı görüÅŸlere göre farzdır. Fitre, bayram namazına kadar verilirse makbul olur. Daha sonra ise, fitre dışında bir sadaka hükmüne girer.[5] Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, fakir müʼminlerin de bayrama huzurla girebilmeleri için, fitrelerin bayramdan önce verilmesini istemiÅŸ; “Onları bu (bayram) gününde aç dolaÅŸmaktan kurtarınız!” buyurmuÅŸtur. (Ä°bn-i Sa’d, I, 248)
 
Bizler de bu hakîkatler ışığında, memleketimizdeki Muhâcirlere Ensâr olalım. Kimsesizlerin kimsesi, çâresizlerin ümit ışığı olmaya gayret edelim. Onların hâl-hatırlarını soralım. Ayrıca dünyanın dört bir yanından yükselen imdat çığlıklarına ve sessiz feryatlara kulak verelim. Gücümüzün yettiÄŸi yere elimizi uzatalım, gönlümüzü açalım.
 
Bayramlar, rûhânî bir sürûr içinde, bir ibadet vecdi ile yaÅŸanmalıdır. Nitekim bayram gün ve gecelerinde yapılan hamd, ÅŸükür, zikir, tesbîh, tekbîr ile ferdî ve ictimâî bütün kulluk tezâhürlerine, Cenâb-ı Hakk’ın müstesnâ mükâfatları vardır. Nitekim hadîs-i ÅŸerîfte:
 
“Ramazan ve Kurban bayramı gecelerini, sevâbını Allah’tan umarak ibadetle ihyâ edenlerin kalbi, -bütün kalplerin öldüÄŸü günde- ölmeyecektir.” buyrulmuÅŸtur. (Ä°bn-i Mâce, Sıyâm, 68/1782)
 
Bu itibarla bayram geceleri de ganimet bilinmelidir. Unutulmamalıdır ki esas bayram; selîm bir kalp, müsterih bir vicdan ve yüz aklığıyla Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna varıldığında tadılacak olan bayramdır. Nitekim Behlül Dânâ Hazretleri buyurur:
 
“Bayram, güzel ve yeni elbiseler giyenler için deÄŸil, ilâhî azaptan emîn olup ebedî hüsrandan kurtuluÅŸa erenler içindir. Yine bayram, güzel güzel binitlere binenler için de deÄŸil, hatâ ve kusurlarını terk ederek hâlis bir kul hâline gelebilenler içindir…”
 
Velhâsıl esas bayram, Cenâb-ı Hakk’ın bizden râzı olmasıdır.
 
Ramazan Ä°kliminde Bir Ömür:
 
Müslümanlık, sadece Ramazan’a mahsus ve muayyen günlere âit bir merâsim deÄŸil, son nefese kadar yaÅŸanacak bir takvâ hayatıdır. Ä°badetler, belli zamanlarda îfâ edilip tamamlanırlar, fakat kulluk dâimîdir.
 
Ramazân-ı Åžerîfʼi de senede bir uÄŸrayan ve sadece geldiÄŸinde memnun edilmesi îcâb eden bir misafir olarak deÄŸil, ömrümüzü nasıl yaÅŸayacağımızı tâlim etmek üzere bize lûtfedilen, senede bir aylık bir kurs olarak görmeliyiz.
 
Bunun için, Ramazan terbiyesi altında kazandığımız mânevî kıymetleri hiçbir zaman unutmamalıyız. Bu ayda kazandıklarımızı kaybetmeden bir sonraki senenin Ramazan’ına vâsıl olabilme gayreti içinde bulunmalıyız. Böylece ömrümüzü bir Ramazân-ı Åžerîf iklimine çevirmeliyiz.
 
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- ÅŸu îkazda bulunur:
 
“Yaptığınız sâlih amellere gösterdiÄŸiniz ehemmiyetten daha fazlasını, onun kabûlüne ve korunmasına gösteriniz.”
 
Dolayısıyla, ibadetlerle geçirilen bir Ramazan’dan sonra tekrar yanlışlara, günahlara, gaflete dûçâr olmak; kazanılan serveti ziyan etmeye benzer.
 
Bu itibarla, Ramazan ayında kazandığımız mânevî kıymetleri Ramazanʼdan sonra da kaybetmeyelim:
 
Sıhhat ve ÅŸartlarımız elverdiÄŸi takdirde, kamerî ayların on üç, on dört, on beÅŸinci günleriyle, pazartesi ve perÅŸembe günleri oruç tutarak, bu ibadetin gönül feyzinden gücümüz nisbetinde istifadeye devam edelim.
 
Orucun telkin ettiÄŸi merhamet, ÅŸefkat, diÄŸergâmlık, cömertlik ve fedakârlığı, hiçbir zaman silinmeyecek ÅŸekilde ÅŸahsiyetimize nakÅŸedelim.
 Sahur alışkanlığını, ömürlük bir seher ve teheccüd disiplinine dönüÅŸtürelim.
 
OkuduÄŸumuz mukâbeleleri, hatimleri, Kur’ân ile ünsiyeti, her günümüze teÅŸmil etmeye gayret gösterelim.
 
Unutmayalım ki ilâhî rahmet, her zaman tecellî hâlindedir. Ömrün her ânı, rızâ-yı ilâhîyi tahsil fırsatıdır. Mühim olan, her hâlükârda ilâhî rahmete ulaÅŸtıracak vesîlelerin arayışı içinde bulunmaktır. Bunun için; “her geçeni Hızır, her geceyi Kadir” bilerek, bütün ömrü feyizli bir Ramazan iklîmine dönüÅŸtürmeye gayret etmek gerekir.
 
Cenâb-ı Hak, Ramazân-ı Åžerîfʼin feyz ve rûhâniyetini ömür boyu devam ettirebilmeyi, son nefesimizin de ebedî bir bayramın müjdecisi olmasını, cümlemize lûtf u keremiyle ihsân eylesin.
 
Rabbimiz, ümmet-i Muhammed’i kazâlardan, belâlardan, âfet ve musîbetlerden muhafaza buyursun. Ehl-i Ä°slâm baÅŸta olmak üzere bütün dünyaya, içinde bulunduÄŸumuz salgın bâdiresinden en hayırlı bir ÅŸekilde kurtulabilmeyi nasîb eylesin.
 
Âmîn!..
 
Dipnotlar:
 
[1] Ali el-Müttakî, VIII, 477/23714.
 
[2] Ä°bn-i Ke­sîr, Tef­sîr, I, 27.
 
[3] Bkz. Tirmizî, Zekât, 28/664; Süyûtî, el-Câmiu’s-SaÄŸîr, I, 108.
 
[4] Tirmizî, Zühd, 4/2307.
 
[5] Bkz. Ä°bn-i Mâce, Zekât, 21.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.