Sosyal Medya

Kemal Sayar: Menzili olmayan koşu: Mükemmeliyetçilik

İkilikten birliğe, menzilden yola, yargılamadan kabullenişe, büyük zaferler istemekten küçük adımlar gerçekleştirmeye yönel. Yenilgi yenilgi büyüyen o zaferi mayala içinde. Mükemmel değilsin ama daha güzel yenilmeyi daima öğrenebilirsin.



‘’Her ÅŸeyde her ÅŸeyde bir çatlak var / Işık oradan içeri sızar.’’
L. Cohen
 
Sık ve çok gülmek; zeki insanların saygısını ve çocukların sevgisini, ÅŸefkatini kazanmak; dürüst eleÅŸtirilerin takdirine layık olmak ve yanlış arkadaÅŸların ihanetlerine katlanabilmek; güzelliÄŸi takdir edebilmek, baÅŸkalarındaki “en iyiyi bulabilmek”; saÄŸlıklı bir çocuk, bahçelik bir arazi ya da daha iyi duruma getirilmiÅŸ bir sosyal durum yoluyla bu dünyayı olduÄŸundan biraz daha iyi bırakarak terk etmek; bir tek yaÅŸamın bile sırf siz yaÅŸadınız diye daha rahat soluk almış olduÄŸunu bilmek. iÅŸte “baÅŸarmış olmak” budur.
 
Ralph Waldo Emerson
 
‘En iyi, iyinin düÅŸmanıdır’ derler. Her iÅŸte en iyiyi hedefleyen bireyler bir süre sonra hiçbir ÅŸey yapmama veya kronik erteleyici olma tuzağına düÅŸebiliyor. Düstur ÅŸu: Bugünün iÅŸini yarına bırak!
 
Günümüz dünyasında pek çok insan, hedefler arasında öncelik sıralaması yapmadan çok sayıda alanda birden baÅŸarı hedefliyor. Hem kariyer, hem çocuk, hem zenginlik, hem sosyal iliÅŸkilerde en iyi olmak zorunda hissediyorlar. Bu büyük bir yorgunluk getiriyor beraberinde, zamanı bir türlü yetiremeyen, hiçbir iÅŸte arzu ettiÄŸi kadar baÅŸarılı olamadığı için havlu atan bireyler ortaya çıkıyor. Bu insanlar bir süre sonra yılgınlığa kapılıyor ve mücadeleyi bırakıyorlar. Åžurası su götürmez bir gerçek ki modern hayat, baÅŸarıyı çok fazla ön plana çıkarıyor. Bu baÅŸarı yarışında geri düÅŸenler, sorunun sistemde deÄŸil kendilerinde olduÄŸunu düÅŸünerek utanç duygusu geliÅŸtirebiliyor. ‘Tutunamayan’, ‘kaybeden’ bireyin depresif olduÄŸuna hükmediyoruz. Ama belki de bu baÅŸarı kültünde ve görünme yarışının kendisinde bir arıza var. Ancak baÅŸka insanlar üzerinde olumlu bir izlenim oluÅŸturduÄŸumuz zaman, var olduÄŸumuzu hissediyoruz.
 
Sokakta, kafede, lokantada herkes kendisini izliyormuÅŸ gibi bir edayla davranan, ‘gürültülü’ yaÅŸayan insanlara tesadüf etmeye baÅŸladım. Hayatı bir gösteri gibi yaÅŸayan insanlar. Yoksa sosyal medyadaki görünme telaşı, gerçek hayatlarımızı da mı iÅŸgal ediyor? Öyle görünüyor ki içsel huzurun otantik kaynakları itibar kaybediyor. BaÅŸkalarının bakışı ve yorumu öne çıkıyor. BaÅŸarıyor ve alkış alabiliyorsak varız.
 
‘Vandal yürek görün ki alkışlanasın / Ez bütün çiçekleri kendine barbar dedirt!’
 
Bu da kendi içimizde baÅŸarı için koyduÄŸumuz kıstasları yükseltiyor. Bu durumda kendi iç eleÅŸtirel sesleri sonuna kadar açık, kendilerini bir türlü beÄŸenmeyen bireyler ortaya çıkıyor. Bu mükemmellik arzusunun bir tür öz yıkımsal tabiatı var. Kendi kendisini beÄŸenmeyen, hep övgü ve takdir peÅŸinde koÅŸan, ertelemeyi mizaç hâline getirmiÅŸ iÅŸlevsiz bireyler türüyor.
 
Mükemmel olma baskısına karşı koymak için önce yavaÅŸlamayı bilmek gerek. Zaman baskısını üzerimizden atmayı bilmeliyiz. Varılacak hedef deÄŸil, onun uÄŸruna ter akıtma bizim maksadımız olmalı. Ve en baÅŸta kusurlu varlıklar olduÄŸumuzu, ne yapsak mutlaka bir eksiklikle malul bulunabileceÄŸini kabullenmeliyiz. Her ÅŸeyin üzerinde tam ve mutlak bir kontrolümüzün olamayacağını peÅŸinen kabullenirsek mükemmellik iddiasından da geri durabiliriz. Şıpın iÅŸi bir reçete vermeden önce bir bakalım, nedir bu mükemmeliyetçilik merakı?
 
Mükemmeliyetçilik kiÅŸinin olumsuz sonuçlarını bilmesine raÄŸmen kendisine çok yüksek standartlar koyması ve kendi deÄŸerini bu yüksek ölçütlerin baÅŸarılmasına baÄŸlamasıdır. Bu ölçütler tutturulmadığında kiÅŸi kendisini kıyasıya eleÅŸtirmeye baÅŸlar.
 
Üç tür mükemmeliyetçilikten söz edilir: Kendine dönük, sosyal ve baÅŸkasına dönük. Kendine yönelik mükemmeliyetçilik, ulaşılması çok güç hedefler tayin etmektir. Bu ölçütleri kiÅŸi kendisi belirler, ulaÅŸamadığında yoÄŸun bir özeleÅŸtiri bombardımanı yapar ve kendi kusurlarını kabullenmek istemez. Ötekine yönelik mükemmeliyetçilik baÅŸkalarının sizin gerçekçi olmayan yüksek ölçütlerinize uymalarını beklemektir. Onlar bu ölçüleri karşılamadıklarında deÄŸersiz bulur ve eleÅŸtirirsiniz. Sosyal mükemmeliyetçilik ise baÅŸkalarının sizden karşılayamayacağınız kadar yüksek beklentileri olduÄŸunu düÅŸünmenizdir. BaÅŸkalarından onay almak için bu yüksek ölçütler karşılanmalıdır. Hep aferinler peÅŸinde koÅŸan insanları bu gruba örnek verebiliriz.
 
 
Mükemmeliyetçilik bir kiÅŸilik özelliÄŸidir. Bu özellikler sizi olduÄŸunuz kiÅŸi yapan istikrarlı vasıflardır ve genetik olarak aktarılabildiÄŸi gibi ödül, ceza veya modellemeyle de öÄŸrenilebilir. Mükemmeliyetçiler iÅŸlerinin kendilerinin bildiÄŸi gibi yapılmamasından büyük rahatsızlık duyar. Depresyon, endiÅŸe, sosyal endiÅŸe, öfke, obsesif kompülsif davranışlar, yeme bozuklukları mükemmeliyetçilikle ortaya çıkar.
 
Mükemmeliyetçiler ufak geliÅŸmelere razı olmaz, büyük zaferler isterler. Halbuki eÅŸsiz zaferler vaat eden bir mükemmeliyetçilik yerine, azar azar da olsa sürekli geliÅŸmeye odaklanmak gerekir.
 
‘Seni sürekli baÅŸka bir ÅŸey yapmaya çalışan bir dünyada kendin olmak büyük bir baÅŸarıdır’ der Emerson. Eyleme geçmek için düÅŸüncelerinin deÄŸiÅŸmesini, mükemmel olmasını bekleme. Önce eyleme geç sonra düÅŸüncelerini deÄŸiÅŸtir.
 
Rekabetin pazarlanması genç insanları sadece baÅŸarıyla ayakta kalabileceklerine inandırıyor. Sosyal medya kullanımıyla kendilerini baÅŸkalarıyla kıyaslamaya baÅŸlıyor ve mükemmellik yönünde bir baskı altına giriyorlar. Rekabetçi bireycilik çağında hem toplumsal deÄŸerler eriyor hem de narsisizm puanları yükseliyor.
 
Sosyal medyanın hayatımıza giriÅŸinden sonra yeme bozukluÄŸu ve vücut dismorfik bozukluÄŸu (vücudunda hayali bir kusurun varlığına inanma ve bunun için ısrarla ameliyat olmak isteme) üniversite öÄŸrencilerinde %30 oranında artmıştır. Gerçekçi olmayan beden ideallerini vurgulayan görsel bir kültürle baÅŸ etmeye çalışıyor gençler. Giderek daha fazla genç plastik cerrahi ve bedeni düzeltme iÅŸlemlerini yeÄŸliyor. Neoliberalizm kültürel deÄŸerleri yerinden oynatmayı ve ana aksını kaydırmayı baÅŸardı: Dayanışma ve kanaatin yerini bireyci hırs ve rekabetçilik aldı. Bireycilik çağında benliÄŸin de ‘performatif’ olduÄŸu, her performansla mükemmele yakınlaÅŸabileceÄŸi dile getiriliyor. Bir baÅŸarı alanı olarak iÅŸ hayatı bütün ömrü inhisarına alıyor ve performans benliÄŸi ‘hakikati arayan benlik’ten rol çalıyor.
 
Bütün hafta boyunca Cuma akÅŸamını, yıl boyunca yaz tatilini, ömür boyunca omzumuza konacak bir mutluluk kelebeÄŸini beklemek, bir tür gönüllü kölelik deÄŸilse nedir? Ä°ÅŸimiz hayatın her ânını ele geçirirse, o hayat yaÅŸamaya deÄŸer olur mu?
 
‘Düzelebilir benlik’ fikrinin toplumdan gençlere sirayet ettiÄŸini görüyoruz. Anne babalar da eskisine göre daha kontrolcü ve endiÅŸeli. Çocuklarının geleceÄŸini ‘garanti altına almak’ istiyorlar. Kendi baÅŸarı kaygılarını çocuklarına geçiriyor ve onların akademik çalışmalarıyla çok yakından ilgileniyorlar. Ä°stanbul’da bildiÄŸim bir dershanede ön sırada öÄŸrenciler, arka sırada velileri ders görüyor. Ä°lginç bir buluÅŸ deÄŸil mi? EndiÅŸeli velileri tatmin etmenin gayet zekice bir yolunu bulmuÅŸ dershane sahipleri. Mükemmeliyetçi ebeveynlerin kontrol edici davranışları, hem yüksek eleÅŸtiri içeriyor hem de çocuklara yüksek ölçütler belirlemelerini salık veriyor. Anne babanın eleÅŸtirisinden kaçmak ve onların onayını almak isteyen çocuklar da bu yüksek hedefleri benimsiyor.
 
Mükemmeliyetçilik mukayeselerle ilgilidir. Kendinizi bir baÅŸkasıyla mukayese ettiÄŸinizde, kendinizi siz olmayanla mukayese etmiÅŸ olursunuz. Hep ıstıraptır bu yolun sonu. Biz öyle yapmayalım da kendi biricikliÄŸimizi kutlayalım. Bir yarışta deÄŸiliz, bir mukayese içinde deÄŸiliz: OlduÄŸumuz gibi güzeliz.
 
Mükemmeliyetçinin zihni, insanı suça boÄŸan –meli –malıların bekçiliÄŸini yaptığı yüksek güvenlikli bir hapishanedir. Sonuçların kendisine bir mutluluk getirmeyeceÄŸini de bilse, mükemmeliyetçi kiÅŸi didinmek için didinir. ‘Åžunu istiyorum’un yerini ‘ÅŸunu yapmalıyım’ alır. Mükemmeliyetçi bir ÅŸevk buhranı içindedir: CoÅŸkunun yerini doÄŸruculuk, hevesin yerini yükümlülük almıştır. YaÅŸamak ancak yapmaktan ibarettir ve ona sürekli bir ÅŸeyler eklemediÄŸiniz sürece heba edilmiÅŸtir. YolculuÄŸu deÄŸil, hedefi/menzili ister o.
 
Hani güneÅŸi arkanıza aldığınızda, gölge önünüzde yürür ya, güneÅŸli bir günde gölgenizi yakalayamazsınız. GeçmiÅŸiniz, reflekslerimiz, programlanma biçimleriniz bugünün önü sıra yürür. GeçmiÅŸ geleceÄŸimiz olduÄŸunda eski bildik örüntüleri tekrarlar ve o örüntüden çıkamazsınız. -Meli, -malıların tiranlığı bizi utanç ve suçluluk duygularına sürükler. Haddi zatında yapmamız gereken, sadece kendi gölgemizden çıkmaktır. Kendimizi hatalarımızla kabullenmek. Wabi Sabi felsefesinde olduÄŸu gibi, parçalanmış bir porseleni (yanlış bir eylemi) altın tozlarıyla (piÅŸmanlıkla) onararak onu daha güzel kılmaya çalışabiliriz.
 
BaÅŸarıya aşırı odaklanma, yenilgiden kaçınma ÅŸeklinde kendini gösteriyor. Mükemmeliyet gerçekte imkânsız ve sıklıkla erteleme davranışına yol açabiliyor. Son otuz yılda mükemmeliyetçilik oranlarında Batı toplumlarında %30’luk bir artış tanımlanıyor. Bugünün kuÅŸaklarının mesleki ve eÄŸitimsel anlamda imkânsızı baÅŸarmaları bekleniyor. Yaptığımız iÅŸin kim olduÄŸumuzu tanımlayabileceÄŸini sanıyoruz. Ä°ç sesimiz kültürün rengine bürünüyor ve eleÅŸtirel ton sürekli bir mutsuzluk, kendinden razı olamama hali üretiyor. Hataları büyümek ve öÄŸrenmek için bir fırsat olarak görmek yerine, onları yeterince iyi olmamanın kanıtı saymak ve en ufak tökezlemede bile kendine aşırı sert eleÅŸtiride bulunmak mükemmeliyetçilerin özelliÄŸi. Ne yapsalar tam anlamıyla baÅŸarmış hissetmezler, dolayısıyla bir türlü rahatlamazlar. Öz deÄŸerleri baÅŸarıya odaklanmıştır. BaÅŸkalarında da yüksek standartlar bekledikleri için iliÅŸkileri kolayca bozulur. BaÅŸaramayacakları iÅŸleri giriÅŸmez, bundan kaçarlar. Kusurlarını gizlemek için çok zaman harcar, iÅŸleri bitiremezler. Yenilgi korkusu ve gelecek endiÅŸesi yüzünden hayatlarında huzur bulamazlar. Mükemmeliyetçilik, davranışı katılaÅŸtırır. Bizi baÅŸarı kölesi kılar.
 
 
Anne babalar çocuklarının durumundan statü devÅŸirdikçe çocukların üzerindeki baskı artıyor. ‘BaÅŸar! BaÅŸarılı ol!’ komutları gidiyor sürekli. BaÅŸarı baskısı da hatalar için eleÅŸtiri biçiminde algılanıyor. Mükemmeliyetçilik risk almayı azalttığı için haddi zatında yaratıcılık ve yenilikçiliÄŸi de öldürüyor. Sürekli kendine bakan, kendini deÄŸerlendirip eleÅŸtiren bir insanın depresyon ve kaygıya yakalanması kaçınılmaz. Mükemmeliyetçiler bir hatanın baÅŸkalarının kendileri hakkında çok kötü kanaate varmalarına sebep olacağını sanıyor. Özellikle çocuk yetiÅŸtirirken hatalara odaklanmak, çocuÄŸun ‘ben deÄŸersizim’ ÅŸeklinde düÅŸünmesine yol açar.
 
Sosyal olarak kabul edilmem için mükemmel olmam gerekmiyor. Ä°ÅŸler yanlış gittiÄŸinde çıkarılacak dersler var. Mükemmel diye bir ÅŸey yok, bu bir efsane. Harika selfie için belki kırk defa poz verdi o kiÅŸi. Mükemmel sürdürülemez. Sürekli hedef koymak ve ona ulaÅŸtığında kutlamak, aslında sığ yaÅŸamak ve sahip olduklarımıza ÅŸükretmemek demektir. Farkında olarak yaÅŸamalıyız. Statü, para, unvanla tatmin bulamıyoruz. Åžeyler ve nesneler üzerine inÅŸa ettiÄŸimiz bir kimlik hep aç ve boÅŸ kalacaktır. Daha iyiyi yapma becerimizden taviz vermeden, sosyal beklentilerin iç sesimize galip gelmesine engel olabiliriz.
 
Mükemmeliyetçilik yerine ‘iyi hayat’ın izini sürebilir; baÄŸ kurma, deÄŸer ve hem kendimiz hem baÅŸkaları için hazır bulunma yolunda çaba harcayabiliriz. Evet, kendimiz için de hazır olmak. Ruhun ihtiyaçlarını bilmek, hissetmek.
 
Çocuklara sadece baÅŸardıkları sürece iyi olduklarını söyleyen bir sistem onların kiÅŸiliklerini geliÅŸtirmez. ‘Sen baÅŸarabildiÄŸin kadar varsın’ düÅŸüncesi yaygın bir mutsuzluk üretir. Kendilerine odaklı, performans delisi insanlar haline gelebilirler. Bir iÅŸte iyi olmaya çalışmak, sonuca deÄŸil, sürece odaklanmakla olur, yaptığınız iÅŸten hoÅŸlanır, öÄŸrendiÄŸinizden zevk alır, bir güven geliÅŸtirirsiniz. Yanlışlarla çok ilgilenmek baÅŸarısızlığa zemin hazırlar oysa. BaÅŸarı bazen her ÅŸeyi doÄŸru yapmakla deÄŸil yanlış giden ÅŸeyleri nasıl ele aldığınızla gelir. Ä°ÅŸte burada yaratıcılık, tutku ve azim devreye girer. Ä°lginizi çeken bir konuda ne kadar tutkulusunuz? Yenilgi bizi deÄŸiÅŸmeye, kendimizi fark etmeye zorlar. ‘Neyi daha iyi yapabilirim?’ sorusunu sormaya baÅŸladığımızda öÄŸrenmeye de baÅŸlamışız demektir.
 
Sanat kalbimizi güzele, maneviyat ebediyete, sevgi neÅŸeye, felsefe hayret duygusuna açar. Bunlar için sükûnete, sessizlik ve tefekküre, ihtiyaç duyarız.
 
Anlam bizden daha büyük olanla doÄŸrudan irtibat kurabileceÄŸimiz bir yaÅŸantıyla zuhur eder. Günübirlik uÄŸraÅŸları aÅŸan, fanilik ve ebediyetin karşılaÅŸtığı o doÄŸurgan anlar, anlama da gebedir.
 
Bir ÅŸeyleri iyi yapmak korkusunu bir kenara bırakalım, insan kusurlu bir varlıktır. ‘Kendini kusursuz gören sonunda ruhunu ÅŸeytana kaptırır’ diyor Tolstoy. Beklentileri kısalım. Mükemmeliyetçilerin çok kuvvetli bir ‘bu yetmez’ düÅŸünceleri vardır, biz bunun yerine ‘yeter’ diyelim. Razı olmak pasif olmak demek deÄŸildir, kiÅŸiliÄŸimiz için bir geliÅŸme noktası, zihni arı duru kılan bir baÅŸlangıçtır.
 
Ä°nsansın, elbette hata yapacaksın. “50 yaşına geldiÄŸinde hayatı 20 yaşında gördüÄŸü gibi gören biri, 30 yılını heba etmiÅŸ demektir.” demiÅŸti Muhammed Ali. Büyümek ve olgunlaÅŸmak, hayatın getirdiÄŸi armaÄŸanları kabullenmekle olur: EsnekliÄŸi, tahammülü, sabrı, hatadan dönebilmeyi, ufkumuzu geniÅŸletmeyi öÄŸrendikçe büyürüz.
 
Anlamak, anlaşılmaktan önce gelir. Anla ki daha kolay anlasınlar seni. Anlarsan anlaÅŸabilirsin.
 
 
Harekete geçmek için düÅŸüncelerinin deÄŸiÅŸmesini bekleme. Bazen düÅŸünceler, eylemlerimizi izler. Ä°yiyi eylemek, iyi düÅŸünmeyi de getirir. Ä°rade ve teslimiyet. Ä°nsan iradesinin yetersiz kaldığı yerler, durumlar var. Orada kapıları zorlamak daha çok endiÅŸe demek. Teslimiyet, hangi kapıların zorlanmayacağını bilmektir. Ä°rade ile büyür, teslimiyetle olgunlaşırız.
 
‘Çiçeklenen ÅŸimdiki anı, elle veya kafayla yapılacak bir iÅŸe feda edemeyeceÄŸim zamanlar oldu’ der Thoreau.
 
Her yerde sıkı çalışmanın faziletleri. Ä°nsan evladı bir iÅŸçiye çevriliyor. Çalışmak için doÄŸmuÅŸ adeta insan. Zaman çok nadir bir meta ve bulunduÄŸu anda nakde dönüÅŸtürülmeli. Ä°ÅŸ kölesi mutlak bir hareketlilik ve huzursuzluk hali içerisinde, oradan oraya koÅŸturur. Kaçırılmış fırsatların ve tembelliÄŸin suçunu üstlenir. GerçekliÄŸin daha yüksek seviyelerine eriÅŸimi engellenmiÅŸtir. Tahayyül ve ilhama kendini açamayan bir ruh, bir gönüllü köleden baÅŸka nedir ki?
 
Narsisizm, toplumumuzdaki yoksul iliÅŸkilerimize bir tepki olarak da okunabilir. Bireyler, baÅŸka insanların kendilerine kayıtsız ve tehdit edici olduÄŸunu düÅŸündüklerinde kendi içlerine gömülür ve baÅŸkalarından dikkat ve duyguyu geri çekebilirler. Bu duruma ‘hiper bireycilik’ adını verebiliriz. Hiper bireycilik çağında, ötekiler sadece bizi beÄŸenen insanlar olarak var olabilir. KiÅŸi diÄŸerine karşı kayıtsızdır ve kendine duyduÄŸu büyük bir aÅŸkla adeta kendinden geçmiÅŸ haldedir. Kitleler ÅŸöhret statüsüne ulaÅŸmak için büyük bir açlık çeker. Narsisizm, boÅŸ ve yabancılaÅŸmış topluma hem bir tepki hem de onu üreten bir ÅŸey haline gelir.
 
Bireysel ve kolektif seviyede, kiÅŸiliÄŸimizin içinde daha sadistik bir parça, benliÄŸin zayıf olan kısımlarına hücum eder ve onun baÅŸkalarına bağımlı olabileceÄŸi gerçeÄŸini kibirli bir biçimde reddeder. Ä°nsanlar bazen kolektif narsisizme de savrulabilir. Bu durumda sizin ait olduÄŸunuz grup tümüyle iyi, sizin dışınızdaki gruplar ise kendi içinizdeki kötülüÄŸü yansıttığınız oluÅŸumlar haline gelir.
 
Genç eriÅŸkinlerdeki yaygın ruhsal rahatsızlıklar kültürel vurgunun sosyal iliÅŸkiler, toplum veya yeterlilik gibi içsel hedeflerden dışsal hedeflere (para, statü, görüntü) yönelmesiyle iliÅŸkili. Çocuklarda endiÅŸe bozukluÄŸunun yaygınlaÅŸması da düÅŸük toplumsal baÄŸlılık ve yüksek tehdit algısına baÄŸlı görünüyor.
 
 
Mükemmeliyet tutkusu hem ebeveynleri hem de çocukları kötürüm bırakıyor.
 
Mükemmeliyetçi zihin ya/ya da diye düÅŸünür, buna dualistik düÅŸünce diyebiliriz. Birbirini dışlayan iki seçenek olduÄŸunda, ikilikten söz ederiz. Aynı ve bir hakikati yarıya bölen bir kavramsal makas; hayat ya kusurlu ya da kusursuzdur, ya doÄŸru ya da yanlıştır, ya iyi ya da kötüdür. Bu ve o arasında zorunlu seçim. Hâlbuki bir ÅŸeyler bazen iyi bazen kötüdür, gerçekliÄŸi bu ÅŸekilde reddetmemek bizi olan ÅŸeyi reddetmeye ve daha iyi bir gerçeklik aramaya zorlar. Ä°drakimizin çözünürlüÄŸü azalır ve birkaç kaba ayrım arasında tercih yapmaya, gerçekliÄŸi aşırı basitleÅŸtirmeye icbar ediliriz.
 
Orwell’in 1984’ünde yeni bir dil icat edilir, yenikonuÅŸ dilinde, dildeki eÅŸ ve müteradif anlamlar yok edilerek dil renksizleÅŸtirilir, ya hep ya hiç tarzına mahkûm edilir. Siyah ve beyaz ikilikler dile hâkim olur: Ä°yi/kötü, suçdüÅŸünce / iyidüÅŸünce. GerçekliÄŸi uçlara iterek, ikilikçi düÅŸünce anlam ve anlayıştaki nüansları ortadan kaldırır. Anlam gölgeleri bir kez yok olduÄŸunda ikilikler yoruma açık hale gelir. BaÅŸarıya hangi anlamı atfettiÄŸinize göre, kendinizi baÅŸarılı ya da baÅŸarısız sayarsınız.
 
Hayır, mahkum deÄŸiliz dünyayı ikiye ayırarak düÅŸünmeye. Ä°kilikçi olmayan düÅŸünce gerçekliÄŸi olduÄŸu gibi kabullenmemizi, onu olmadığı bir ÅŸeyle mukayese etmememizi diler. Mukayese yok! Bir çakıl taşı kendi asıl isimsizliÄŸinde, öylesiliÄŸinde dururken bakışımız ona iliÅŸir ve onu güzel buluruz sözgelimi. O öylesine güzeldir, ama bakışımız onu kuÅŸattığında ona dönük estetik yargımız devreye girer, rengine, ÅŸekline, büyüklüÄŸüne bakarız. Oysa çakıl taşının bundan haberi olamaz, o kusurlu ya da kusursuz deÄŸildir ve ona iliÅŸtirilecek bir sıfata da ihtiyacı yoktur. Çakıl taşı zihinlerimizin öznel, keyfi ve suni ikilikleri tarafından bölümlenmemiÅŸ bir evrende var olmaya devam etmektedir. Kendi öylesi var oluÅŸunda kendi halinde var olmaya devam eder. Ona iliÅŸen hiçbir bakış ve yargıdan haberi olmaz. Kendisi olarak kâinattaki varlığını devam ettirir. Yargılamamayı öÄŸrendiÄŸimizde, suni ikiliklere itibar etmemeyi öÄŸrendiÄŸimizde mükemmellik arzumuzu gemleyebileceÄŸiz.
 
Veya kelimesi aynı gerçekliÄŸi keyfi olarak kutuplaÅŸmış kategorilere ayırırken, ve kelimesi bizi gerçekliÄŸi kendi bütünlüÄŸü içinde kabullenmeye davet eder. Kabullenmek, yargılamamak ve mukayese etmemektir. Her ÅŸey kendi doÄŸal halinde, öylesi var olmaya devam eder. Kusur da kusursuzluk da ÅŸeylerin doÄŸal çevriminde karşımıza çıkabilir. Veya kelimesinin kılıcı nasıl bölüyorsa, ve kelimesi de o kadar birleÅŸtiricidir. Hem o hem öteki. Mükemmel deÄŸilsin ama pür kusur da deÄŸilsin. Hem iyisin hem de kusurlu. Kendi halinde, öylesine bir insansın sen. Åžu an hatalı bir iÅŸ yapmış olabilirsin ve yarın deÄŸiÅŸme yeteneÄŸin var.
 
‘Aynı nehre iki defa girilemez’ diyor Herakleitos. Evet, girdiÄŸin nehir ilk seferindekiyle aynı deÄŸil, çok sular aktı. Ama sen de nehre ilk defa girdiÄŸin halde deÄŸilsin, ilk denemendeki senle ikinci denemendeki sen farklısın, arada çok zaman geçti. Her ân biricik, kıymetini bil.
 
Ä°kilikten birliÄŸe, menzilden yola, yargılamadan kabulleniÅŸe, büyük zaferler istemekten küçük adımlar gerçekleÅŸtirmeye yönel. Yenilgi yenilgi büyüyen o zaferi mayala içinde. Mükemmel deÄŸilsin ama daha güzel yenilmeyi daima öÄŸrenebilirsin.
 
Kaynak: Mücerret

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.