Sosyal Medya

Kemal Sayar: Huve’l-Bâkî, Şehirde ölümün yalnızlığı

Modern şehirde ölüm bir yalnızlık serenadıdır çoğu zaman. Yalnızlık hayatta olduğu gibi ölüm zamanında da insanlara yapışır, hayata vedayı sıcak bir helalleşmenin koynundan alarak bir dizi soğuk bürokratik ritüele indirger. Ölme mekânı olarak hastanenin öne çıkışı, şehrin ölüme küslüğünün, modern şehirde ölümün inkâr edilişinin tipik bir örneğidir. Taziye gelenekleri de giderek zayıflar ve ölüm bize nasihat ve tenbihatta bulunan bir öğretmen olmaktan çıkar.



‘’Ä°lahi maÄŸfiret Yahya Efendi Dergâhı’nda adeta güzel bir insan yüzü takınır. Ölüm burada, hemen iki-üç basamak merdiven ve bir-iki setle çıkılıveren bu bahçede hayatla o kadar kardeÅŸtir ki, bir nevi erme yolu yahut aÅŸk bahçesi sanılabilir’’ diye yazar Ahmet Hamdi Tanpınar efsanevi eseri BeÅŸ Åžehir’de. “BaÅŸka milletler içinde, onu bizden daha çok muhteÅŸem ÅŸekilde tasavvur edenler, mezarı terk edilen dünya nimetlerinin küçük bir sergisi hâline getirenler, sanatlarının ve icat ve kabiliyetlerinin bütün kaynaklarını içlerindeki fânîlik korkusunu yenmek uÄŸrunda tüketenler çok olmuÅŸtur; fakat hiçbiri ona bizde aldığı ehlî yüzü verememiÅŸ, onun korkunç realitesini, bizim kadar yumuÅŸatamamıştı’’ der. Hatırımda kaldığına göre, Tanpınar’ın aktardığı bir rivayette, bir dost meclisinde Yahya Kemal’e “Üstad, Ä°stanbul’un nüfusu ne kadardır?” diye bir sual tevcih edilir. Yahya Kemal’in bu suale cevap olarak yüksek bir rakam vermesi üzerine, soruyu soran kiÅŸi, üstadın soruyu yanlış anladığını düÅŸünerek “Efendim, bu sayıya yerin altındakiler de dâhil olsa gerek?” diye mukabele eder. O zaman Yahya Kemal o meÅŸhûr cevabını verir: “Biz ölülerimizle birlikte yaÅŸarız.” Ölüm bizim kültürümüzde munistir, ondan korkulmaz bilakis ölüme dost olunur. Mahallenin cami haziresinde yatanlar da mahalle efradından sayılır. Bir ulu çınar, bir çeÅŸme, bir mescid-tekke ve küçük bir hazire, o mahallenin manevi çekirdeÄŸini oluÅŸturur. O hazireler çiçeklerle bezelidir, mezar taÅŸları size türlü dilde konuÅŸurlar. Ölümle dostluk o mertebededir ki geçmiÅŸin kartpostallarında Karacaahmet veya Eyüp mezarlığında pikniÄŸe çıkan insanlara tesadüf edersiniz. Ä°stanbul mezarlıklarıyla Ä°slam kimliÄŸini kuÅŸanmıştır. Edhem Eldem’in sözleriyle, ‘Eyüp ve Karacaahmet gibi geniÅŸ alanlara yayılmış mezarlıklardan kentin tarihi dokusuna iÅŸlemiÅŸ beÅŸ on taÅŸlık  hazirelere kadar Osmanlı payitahtının hemen her köÅŸesinde mezar taÅŸlarına rastlamak mümkündür. Asırlar boyunca, özellikle de son elli yılın hızlı kentleÅŸme sürecinde büyük bölümü tahrip olmuÅŸ ve izini kaybettirmiÅŸ olmasına karşın, bu taÅŸ ve mezarlıklar hala kentin hayati bir unsurunu, kiÅŸiliÄŸinin vazgeçilmez bir özelliÄŸini oluÅŸturmaktadır’.
 
Ölüm bizim medeniyetimizde hayatın ta ortasında yaÅŸar, hayatı terbiye eder ve azgınlığını törpüler. Yunus dilinde: ‘BaÅŸları ucunda hece taÅŸları/ Ne söylerler, ne bir haber verirler?’. Bir tenbihçi gibi, gurura ve sarhoÅŸluÄŸa eyleden insan egosunu frenler ölüm. Ä°ÅŸte bu yüzden kadim ÅŸehir de ölüme soÄŸuk bakmaz. Kabristan ÅŸehrin orta yerindedir, ölüme ve ölülere hürmet ÅŸehrin manevi dokusuna nüfuz etmiÅŸtir.  Mezar taÅŸlarına nakış gibi iÅŸlenmiÅŸ “Huve’l-Bâkî”, “Huve’l-Hallaku’l-Bâkî”, “Küllü men aleyhâ fan” ifadeleri, ölümü ve onun ötesinde de herÅŸeyin helak olduÄŸu bir dünyada sadece Allah’ın yüzünün kalıcı olacağını inananlara hatırlatır. Ölüm gibi ölmüÅŸ kiÅŸi de hayattan kovulmaz, dualardan eksik bırakılmaz ve onunla yaÅŸamaya devam edilir. Hayat ve ölüm arasında bir kesinti yoktur, ikisinin de görevi akıp birbirine karışmaktan ibarettir. Åžehir sadece yaÅŸayanlar için bir mekan deÄŸildir, ölülerle dirilerin birbirine deÄŸdiÄŸi, birbiriyle konuÅŸmaya devam ettiÄŸi bir yerdir aynı zamanda. Batıda kiÅŸiye özel mezar imtiyazlı kiÅŸilere mahsus bir hak iken, Osmanlı geleneÄŸinde sonsuza dek tek bir kiÅŸiye ayrılmış bir mezar anlayışı hakim olmuÅŸtur. Ä°stanbul bir mezarlıklar ÅŸehri olduÄŸu kadar bir türbeler ÅŸehridir. Åžehirler Anadolu’da da mabet, çarşı ve çeÅŸme kadar yatırlar etrafında da örgütlenir. Ölülerin hala dirilere yardım edebileceÄŸini düÅŸünen ‘halk inanışı’, evliyanın öldükten sonra da insanlara görünebileceÄŸini ve insanlara ÅŸifa dağıtabileceÄŸini kabul eder. Evliya tasavvufi olarak bir mertebeye eriÅŸmiÅŸ kiÅŸidir ve yeri ve zamanı geldiÄŸinde mucizevi dokunuÅŸlarla ÅŸifa verebilir. Anadolu halk kültüründe bedeni terk eden ruhun zaman zaman evini ve geride bıraktıklarını ziyaret etmek için evine geldiÄŸine, evinin çevresinde dolaÅŸtığına  inanılır. Ölmeden evvel ölmeyi ÅŸiar, ölümün tezekkür ve tefekkürünü meslek edinen tasavvufi maya, bu coÄŸrafyayı ölüm fikriyle barıştırmış ve onu can kuÅŸunun özgürleÅŸmesi, düÄŸün gecesi gibi olumlu atıflarla sevimli hale getirmiÅŸtir. Oysa modern çaÄŸda ölüm, daha seküler anlamlara bürünmüÅŸtür.
 
Ölümün sekülerleÅŸmesi hayatın merkezine Tanrı’yı deÄŸil, insanı koymakla baÅŸlıyor. Referans noktası artık Tanrı deÄŸil insandır ve ölüm öte âlemde kiÅŸinin yeniden doÄŸuÅŸu, yepyeni bir hayata baÅŸlaması deÄŸil sadece hayatın bitiÅŸidir. Bizim modern ölüm tecrübemizi etkileyen önemli deÄŸiÅŸikliklerden biri, ölümün ‘toplumdan kurumlara taşınmış olmasıdır.’ Artık evde deÄŸil hastanede ölüyoruz, sevdiklerimizin duaları ve sevecenliÄŸiyle deÄŸil doktorların umutsuz bakışları altında öte âleme uÄŸurlanıyoruz. Ölüm modern Batı’da müstekreh bir ÅŸey addedilerek insan bilincinden kovuluyor. Dur durak bilmeyen hayat koÅŸuÅŸturmacası ölümle de bir mola vermiyor, süreklilik hissi sevilen kiÅŸinin kaybıyla dahi zedelenmiyor. Ölümden gözlerimizi kaçırıyoruz. Mezarlıklar giderek ÅŸehrin en ücra köÅŸelerine taşınıyor ve aynı zamanda ölümü göz önünden çekip alacak baÅŸka tören biçimleri geliÅŸtiriliyor. Barselona ÅŸehrinin giriÅŸinde öldükten sonra yakılmış insanların küllerini saklayan tıkış tıkış cam gözler görmüÅŸtüm. Modern Batı’da cenazeyi topraÄŸa verme adeti giderek azalıyor ve krematoryumlarda yakılan insan cesetleri bir avuç küle dönüÅŸtürülüyor. Ölüyü yakmak, modern dünyada, ölmüÅŸ olan kiÅŸinin defterinin tamamen dürülmesi ve hayatın temposuna kalındığı yerden devam edilmesi anlamına geliyor. Ölümün metafizik çaÄŸrışımları kaybolduÄŸunda, onu bir baÅŸarısızlık, bir yenik düÅŸme olarak telâkki etmeye baÅŸlıyoruz.  Beklenmedik bir anda baÅŸa gelen ölüm, modern insanı huzursuz etmektedir artık. Ölümü inkâr ediyor, onsuz yaÅŸamaya talip oluyoruz. Onun iÅŸaretlerini görmek bizi kaygılandırıyor. Ä°stanbul’da ‘Her canlı ölümü tadacaktır’ ayetinin bir kabristanın giriÅŸinde asılı durması, zamanında pek çok kiÅŸiyi rahatsız etmiÅŸti. Mesela ‘uyumayan ÅŸehir’ New York, göÄŸü saklayan devasa gökdelenleri ve dur durak bilmez temposuyla bana hep Tanrı’ya ve ölüme isyanı simgeler gibi görünmüÅŸtür. Oysa gökdelen ve avm tasallutu öncesi bir Ä°stanbul veya Bursa, servilerin gölgesinde ölümün de aÅŸina bir yüze büründüÄŸü, yaÅŸayanların ölülerle birlikte fizik ve metafizik alemleri tecrübe ettiÄŸi ÅŸehirlerdi.
“Orta yaÅŸlardan itibaren insan hayattan çekilmeye hazır bir ÅŸekilde yaÅŸar. Çünkü hayatın öÄŸlen vaktinin gizli bir anında parabol tersine döner ve ölüm doÄŸar. Hayatın ikinci yarısı yükselme, açılma ve taÅŸmaya deÄŸil, ölüme iÅŸaret eder; zira artık iniÅŸ baÅŸlamıştır. Hayatta istediÄŸimiz ÅŸeylere nail olmanın inkarı onun, sona ereceÄŸini kabul etmeyi red ile aynı anlama gelir. Her ikisi de yaÅŸamak istememeyi ifade eder, ve yaÅŸamak istememek de ölmek istememekle aynı kapıya çıkar. Ä°niÅŸ ve çıkış tek bir eÄŸriyi meydana getirir’’ demiÅŸti Jung. Dünyanın en dayanıklı ve kalıcı evleri yaÅŸayanlar için deÄŸil, ölüler için yapılanlardır. Tac Mahal’i veya türbeleri düÅŸünelim. Kahire’de dirilerin ölülerin evine konuk olduÄŸu bir mezarlık mahalle bile vardır. Bunda bir tuhaflık görülmez. Kadim öÄŸretide hayatla ölüm iç içedir; eÄŸer hayat seviliyor ve ölüm sevilmiyorsa bu, hayatın da gerçek anlamda sevilmediÄŸini gösterir. Hz. Peygamber’in vefat yaşını geçen bilge kiÅŸilerin, bir teeddüp içinde, fazladan yaÅŸadıklarını düÅŸündükleri bir medeniyet tasavvuru, hayatla ölüm arasına duvar örmez. Ölüler diridir ve diriler de hakikatin hakkını veremiyor olduktan sonra, yaÅŸayan ölüdür. Bugünün modern ÅŸehri, bu bakımdan adeta bir yaÅŸayanlar mezarlığıdır. Neon ışıklarında ölümsüzlüÄŸü ve uykusuzluÄŸu yakalayan modern ÅŸehrin aksine, kadim ÅŸehir, hayatın ve tabiatın doÄŸal çevrimlerine tabi olarak her gün ölme ve ölümden sonra dirilmeyi yeniden tecrübe eder. Kahire’de mezarlıklarda yaÅŸayan yoksulların mahallesi apayrı bir örnektir. Kabristan sadece geçmiÅŸe deÄŸil bugüne de ev sahipliÄŸi yapar ve bugünün ölmeye itilmiÅŸlerini de sinesinde saklar.
 
Ä°stanbul ahalisinin ölüm karşısındaki duygularını Süheyl Ünver pek güzel anlatır: ‘’Türkler ölümden korkmamışlar ve onu, “Ömrüm bu kadarmış.” diye ölecekleri anda bile tevekkül ile karşılamışlardır. Ölümden sonra mezaristanda olan safahatın teferruatı ölmezden evvel birçok saf ve temiz ruhlu insanların hafızasında yer etmiÅŸtir. Mezar taÅŸları, insanların ölüm karşısında tevekküllerinin izahlarıyla doludur. Åžairler, kabir taÅŸlarına yazdıklarını bazen kendi lisanlarından, dirilere hitab tarzında yazmışlardır. Ölenlerin dilinden hitabı daha sûziÅŸkâr olmuÅŸtur ve yanlarından geçen dirilere açık ve kapalı serzeniÅŸlerde bulunmuÅŸlar. “Bugün bana ise yarın sanadır” gibi sözler katmışlardır. Gelip geçenler bunları okudukça kendi telakkilerine göre müteessir ve mütehassis olmuÅŸlardır…Netice ÅŸudur: Ä°stanbul’da yaÅŸayan halk ölülerin uykuda olduklarına, yeniden hayata gelinceye kadar uyuyup sonra dirileceklerine kâildir. Halkın felsefesinin de ölmekle artık ebediyen yok olmak telakkisi yer bulmamıştır. Halkın bu düÅŸüncesi bugünkü felsefe cereyanlarının bazen menfi yollar takip etmesine güzel bir cevaptır. Halkça ruh vardır ve ebedîdir. Ä°nsanlar mutlaka ölüm geçidinden geçecektir. Lâkin ademe, yok olmaÄŸa deÄŸil, ruh âlemine.’’ Ruhlarla beraber yaÅŸamak, ebediyeti ÅŸimdiki anda tecrübe etmek, hayatı fizik alemden ibaret saymamak…Bu hususiyetlerle ÅŸehirleri imar eden cetlerimizin, evleri de   kalıcılığı ve yerleÅŸmeyi ima eden taÅŸ yerine, geçiciliÄŸi ve faniliÄŸi ima eden ahÅŸapla inÅŸa etmeleri manidardır. Çok eski bir hikâyede anlatıldığına göre, bir adam maÄŸarasında yüz yıldır yaÅŸamakta olan bir bilgeyle karşılaÅŸmış. ‘Neden kendine bir ev inÅŸa etmedin?’ diye sormuÅŸ adam ÅŸaÅŸkınlıkla, ‘Hayat çok kısa’ diye cevap vermiÅŸ bilge, ‘yerleÅŸmeye deÄŸmez’. Dünyanın yerleÅŸmeye deÄŸer bir yer olmadığı düÅŸüncesi, mimari görkemin evlerden ziyade ziyade ibadethanelere yansıtmasına yol açar. ÅžaÅŸaalı saraylar yerine Allah’ın yüceliÄŸini gösteren camiler, mülkün evvel emirde kime ait olduÄŸunu ve insanın bu dünyada sadece bir yolcu olduÄŸunu kulaklara fısıldar. Nasıl ölüneceÄŸini bilen insanlar ancak, hayatı nasıl yaÅŸayacaklarını da bilirler. Ölümlerimiz hayatlarımızı aydınlatır. Buradan ilerleyerek ÅŸunu da söyleyebiliriz: Ölüme dost olan ÅŸehir hayata da dosttur.
 
‘’Hayatın mutluluk olduÄŸu ya da mutlulukmuÅŸ gibi yaÅŸanması gerektiÄŸi bir dönemde, ölümün çirkin yüzünün mutlu bir hayatın ortasında belirivermesinin doÄŸurduÄŸu rahatsızlığı, sarsıcı ve katlanılmaz acıyı açığa vurmaktan, artık ölecek kiÅŸinin iyiliÄŸi için deÄŸil, yakınlarının, yani toplumun iyiliÄŸi için kaçınmak gerekiyordu” der Phillipe Aries ve ekler: “Ölüm karşısındaki modern tavır, mutluluÄŸu korumak üzere, ölümün yasaklanmasıdır”. ÇaÄŸdaÅŸ toplumda, tema ve ayinler düzeyinde gözlenen sürekliliÄŸe raÄŸmen, ölüme meydan okunmuÅŸ ve ölüm, tanıdık ÅŸeylerin dünyasından gizlice kovulmuÅŸtur. Hastaneler ölümün yeni mekanları, hekim ve hastane personeli de ölümün yeni ustaları haline gelmiÅŸtir. DoÄŸal ölümün yasaklanması ve adeta toplumsal hayattan sürgün edilmesi ölümün de tıbbileÅŸtirilmesi sorununu beraberinde getirir. SaÄŸlığın Gaspı’nda Ivan Illich bu durumu ÅŸöyle ifade eder: ‘’ Ölümün tıbbileÅŸmesi aracılığıyla, saÄŸlık hizmetleri diÄŸer tüm inançları dışlayan bir dünya dini haline getirilmiÅŸtir, bu dinin kuralları zorunlu derslerde öÄŸretilir ve ahlaki çerçevesi, çevrenin bürokratik yeniden yapılandırılmasına uygulanır; cinsellik bile kitabına göre yaÅŸanır, hijyen kaygısı yüzünden, iki kiÅŸinin bir kaşığı paylaÅŸması kötülenir. Zenginlerin yaÅŸam tarzlarına hâkim olan, ölüm karşıtı mücadele, kalkınma havarileri tarafından bir dizi kurala çevrilir, dünyanın yoksul nüfusunun yaÅŸamlarını bu kurallara göre sürdürmeleri emredilir. Ancak fazlasıyla endüstriyel toplumlarda evrilen bir kültür, ölüm imgesinin, yukarıda açıkladığım ticarileÅŸme sürecini olanaklı kılabilirdi. Bugün uç bir noktaya varan “doÄŸal ölüm”, artık insan organizmanın tedaviyi reddettiÄŸi ana dönüÅŸmüÅŸtür. Ä°nsan artık son nefesini vermiyor ya da kalbi durduÄŸu için ölmüyor; elektroensefalogram düz bir çizgi çizdiÄŸi zaman ölüyor. Toplumsal anlamda kabul gören ölüm, insan yalnızca üretici olarak deÄŸil, aynı zamanda tüketici olarak da, iÅŸe yaramaz hale geldiÄŸi zaman gerçekleÅŸiyor.’’
 
Modern ÅŸehirde ölüm bir yalnızlık serenadıdır çoÄŸu zaman. Yalnızlık hayatta olduÄŸu gibi ölüm zamanında da insanlara yapışır, hayata vedayı sıcak bir helalleÅŸmenin koynundan alarak bir dizi soÄŸuk bürokratik ritüele indirger.   Ölme mekânı olarak hastanenin öne çıkışı, ÅŸehrin ölüme küslüÄŸünün, modern ÅŸehirde ölümün inkâr ediliÅŸinin tipik bir örneÄŸidir. Taziye gelenekleri de giderek zayıflar ve ölüm bize nasihat ve tenbihatta bulunan bir öÄŸretmen olmaktan çıkar. Taziye evi ÅŸehrin manevi varlığını devam ettirdiÄŸi, insandan insana giden sıcaklığın buharının tüttüÄŸü bir yerdir. Orada ÅŸehrin beÅŸeri sermayesini bir arada bulursunuz. Ölümün bir anomali, bir zayıflık haline getirildiÄŸi modern kültürde insan ‘baÅŸkasının ölümü’ne bakmak istemez. Topluluk baÄŸlarının zayıflaması, ÅŸehrin ahalisini ne dirimde ne de ölümde bir araya gelebilen, birbirine bîgane bir yalnızlar topluluÄŸu kılar. Ölmekte olan insanın veya bir yakınını öte âleme uÄŸurlamış kiÅŸinin en çok gereksindiÄŸi ÅŸey, etrafında içten bir alâka gösteren insanlardır. Ä°nsan dostluk ve dostane iliÅŸki arayan bir varlık. DoÄŸarken de ölürken de kucaklaÅŸma arayışındadır insan. Eduardo Galeano’ya kulak verirsek: ‘’Barselona'da bir hastanede yeni doÄŸanların bakımıyla ilgilenen Oriol Vall, insanın ilk hareketinin kucaklaÅŸma olduÄŸunu söylüyor; bebeler birilerini arar gibi ellerini uzatıyorlar. Artık epey yaÅŸlanmış olanlarla ilgilenen baÅŸka doktorlar, ihtiyarların da günlerin sonunda kollarını kaldırmaya çalışarak öldüÄŸünü söylüyorlar. Ä°ÅŸte böyle konu hakkında ne kadar çok kafa yorarsak yoralım, ne kadar söz sarf edersek edelim, durum bu. Böyle. Fazla söze gerek yok, bir kanat çırpışı arasında gerçekleÅŸiyor yolculuk.’’
 
Kabristan, insanların ölüm sonrası hayata duydukları inancın görünür hale geldiÄŸi yerlerden birisidir. Eliade’ye göre, ‘mezarlıklar ölümden sonraki hayata inancın kesin kanıtlarıdır; yoksa cesedi gömmek için katlanılan zahmet anlaşılmaz bir ÅŸey olurdu’. Ölüm, insanoÄŸlu için hep baÅŸ etmesi gereken bir duygu olmuÅŸtur. Modern ÅŸehrin insanı zamanı ekonomik birimlere dönüÅŸtürülmüÅŸ bir halde yaşıyor. Cenazeye veya kabir ziyaretine ayıracak zamanı yok. Anadolunun küçük ÅŸehirlerinde, belediyelerin anons sistemlerinden günde birkaç defa vefat haberlerinin duyurulduÄŸu anonslar yahut kasaba ahalisini bütün iÅŸini bırakıp camiye koÅŸturan salalar, büyük ÅŸehirde duyulmaz. Bir baÅŸkasının ölümüne duyulan kayıtsızlık, ÅŸehir yaÅŸamında daha da fazladır. Aslında bu da bir çeÅŸit savunma mekanizmasıdır; metropol hayatında olumlu, olumsuz  o kadar çok uyarana maruz kalır ki insanlar, bazı uyaranlara algılarını kapatmamak sinir sistemleri üzerinde aşırı uyarılmaya yol açabilir. Ä°nsanların, kendileri ve doÄŸa ile daha uyumlu olduÄŸu ve görece olarak daha küçük topluluklar halinde yaÅŸadığı zamanlarda yaÅŸam ve ölüm arasındaki o ince sınır bu denli keskin deÄŸildi. “Konan göçer, gelen gider”; “Allah sıralı ölüm versin” gibi cümleler, çocukluÄŸumuzda bir vefat haberi karşısında sıkça duyduÄŸumuz cümlelerdi. Kendi çocukluÄŸumu hatırlıyorum, aile büyüklerinin ölümü bizden gizlenmez; her türlü ritüele aile üyeleriyle birlikte eÅŸlik ederdik. Oysa ÅŸimdi ebeveynler de çocuklarını bu ritüellerden “korumak” adına uzak tutuyorlar. Babaannesinin öldüÄŸü haberi, torundan gizleniyor, çocuk ne mezara ne de duaya götürülüyor. Ölüm ÅŸehre sokulmuyor, ölüm bilince yasaklanıyor. Soru ÅŸu, birkaç nesil sonra çocuklarımız babaannelerinin mezarlarını bulabilecekler mi? Daha da vahim soru, torunlarımız dilleri dönüp de ebedi istirahatgahında yatan biz büyüklerine fatiha okuyabilecekler mi?
 
‘Allah’ın veçhinden baÅŸka her ÅŸey helak olucudur’ buyuruyor yüce Kur’an. Hüve’l bakî. Bakî olan yalnızca odur. Ölüm ÅŸehre manevi bir tılsım katar, hızlı olanın yavaÅŸ olanı yuttuÄŸu modern ÅŸehir hayatında, ölümle karşılaÅŸmak insana bir tefekkür imkanı verir. Ölüm bilinci, hayatı ve dolayısıyla ÅŸehri geniÅŸletir. Konanın göçtüÄŸü bir gölgeler âleminde bizi öte âlemle irtibatlandırır ve kimsesiz insanlar olmaktan alıkoyar. Baki olan yalnızca O’dur. O varsa da gam yoktur. 
 
 
 
Kaynak: Serbestiyet

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.