Sosyal Medya

Entelektüel olarak devlet açısından bakabilmek

Soldan sağa, ideolojik yelpazede devleti eleştirmek moda olsa da entelektüelin devletin açısından da bakabilmesi gerekir. Eğer bir toplumsal hareket insanın temel hak ve özgürlükleriyle ilgili bir takım değerlerden hareketle yola çıktığını söyleyip, kendisi şiddet yoluyla iktidarı yıkmaya ve iktidarın yerini almaya yelteniyorsa devletin bunu bastırmasından doğal ne olabilir?



Türkiye’de akademikler ve entelektüeller tarafından devlete karşı yaygın tutum “eleÅŸtirel” olmaktır. Solcusundan liberaline ve muhafazakarına devlet meselesi söz konusu olduÄŸunda menfi yaklaşımlarla, ılımlı ve radikal eleÅŸtirilerle sıkça karşılaşırız. Bunun en önemli sebepleri arasında devletin uzun yıllar halkının temel hak ve hürriyetlerini ihlal eder ÅŸekilde davranması, bireylerin kamusal alandaki varlığına zaman zaman tecavüz etmesi, devlet olarak yerine getirmesi gereken sorumlulukları tam olarak yerine getirmemesi, ekonomiye ve özel hayata kadar müdahale eden kadir-i mutlaklığı sayılabilir. Ülkemiz tarihi cumhuriyetin kuruluÅŸundan itibaren bu türden devlet ihmalleri ile doludur ve haklı olarak devlet her yönüyle eleÅŸtirilebilir. Bununla birlikte bugün devlet karşıtı olmak entelektüeller arasında moda bir düÅŸünce haline de gelmiÅŸ bulunmakta. Sol, devletsizliÄŸi tahayyül ederken liberaller minimal devleti savunmakta, muhafazakarlar ise devletin sekülarist politiklarına karşı çıkmaktalar. Hatta uzun yıllar devleti temsil ettiÄŸi düÅŸünülen ve kendilerini böyle lanse eden CHP ve Kemalist kesimler bugün HDP ile iÅŸbirliÄŸi yaparak devletin sınır ötesi operasyonlarından çeÅŸitli politikalarına kadar pek çok ÅŸeyi eleÅŸtirmekte beis görmüyorlar. Sol ya da sözde sol ülkemizde devlete dair eleÅŸtirisini genelde politika dışı ahlaki nedenlere dayandırdığını, mazlumların, ezilen ve baskı altına alınan insanların, halkın sesi olduÄŸu iddiasıyla birlikte dillendirir. Halbuki “bir ÅŸeyin siyasi olmadığı hakkında verilen karar kimin verdiÄŸi ve hangi gerekçelere büründüÄŸünden bağımsız olarak daima siyasi bir karardır” diyor ünlü Alman politolog Carl Schmitt. (Carl Schmitt, Siyasi Ä°lahiyat: Egemenlik Kuramı Üzerine Dört Bölüm, Dost Yayınları, Ankara, 2002, s. 10)
 
Türkiye ulus devlet mi?
 
Gelin bir de madalyonun öbür yüzünden, yani devlet açısından bakalım. Türkiye elitler tarafından bir ulus devlet sayılıyor ama gerçekten öyle mi? Ä°mparatorluk bakiyesi halkların farklılıklarıyla bir arada yaÅŸamalarının yanında sınır ötesi imparatorluk bakiyesi halklar sınırlarımıza akın ederken belli bir kimlik altında homojen bir kitleden müteÅŸekkil bir ulus devlet olduÄŸumuzu söylemek olsa olsa tarih, siyaset ve sosyoloji bilmemek anlamına gelir. Bu halklar sınırlarımıza akın ederken iki ÅŸey düÅŸünüyorlar: güvenlik ve hayatta kalmak. Güçlü bir devletin yokluÄŸunda, Hobbsiyen bir cehennemde ayakta kalınamayacağını bildikleri ve gördükleri için kendilerince güçlü gördükleri bir devletin sığınağı altına girmeye çalışıyorlar. “Bugün devletin kıymetini bilmiyoruz” diyor Joseph R. Strayer. “Ä°steklerinden yakınıyor, özel meselelerimiz olması gereken ÅŸeylerin üzerine elini gittikçe daha fazla uzattığından ÅŸikâyet ediyoruz; fakat onsuz bir hayatı hayal bile edemeyiz. Bugünün dünyasında bir insanın başına gelebilecek en kötü akıbet devletsiz olmaktır.” (Strayer Joseph R. Modern Devletin Kökenleri, Say Yayınları, Ä°stanbul,1998, s.29) Strayer’e göre, devletsiz hiçbir ÅŸey yapamayız. Hiçbir hakkımız ve güvencemiz olmaz. Belki ailesiz, dinsiz ve meskensiz yaÅŸayabiliriz ama devletsiz yaÅŸamamız mümkün deÄŸildir.
 
Devlet nedir peki? Bilinen en ünlü tariflerden birisi Alman sosyolog Max Weber’e ait. Weber’e göre devlet “belirli bir coÄŸrafya üzerinde fiziki ÅŸiddet kullanma tekelini meÅŸru biçimde elinde bulunduran insan topluluÄŸu” (Weber Max, Sosyoloji Yazıları) anlamına gelir. Devlet meÅŸru ÅŸiddet kullanma yetkisine sahip olan aygıttır. Fransız sosyolog Pierre Bourdieu buna sembolik ÅŸiddeti de ekler. Devlet baÅŸvurulacak en önemli otoritedir. Devletin ortaya çıkışı hakkında da çeÅŸitli tezler ileri sürülmüÅŸtür. Bunlardan birisi Avrupa’daki din savaÅŸlarının devletin ortaya çıkışıyla sonuçlandığı tezidir. Buna göre uzun yıllar süren din ve mezhep savaÅŸlarında çok sayıda insan ölmüÅŸ, büyük toplumsal zarara uÄŸranmış ancak bir sonuca varılamamıştır. Neticede daha nesnel olduÄŸu düÅŸünülen bir yapının tarafsızlığında iÅŸlerin düzeleceÄŸi düÅŸünülmüÅŸ ve devlet tarafsız bir yapı olarak ortaya çıkmış. Bir baÅŸka tez ise, monarÅŸilerin merkezileÅŸmesi neticesinde devletin ortaya çıktığı tezidir. Monarklar uzun yıllar süren savaÅŸlar esnasında güçlerini daha da merkezileÅŸtirimiÅŸler, savaÅŸ ekonomisini yönetebilmek için sıkı bir vergi toplama ağı oluÅŸturmuÅŸlar, bu da bürokrasiyi meydana getirmiÅŸtir. Kralın hanedanlık bütçesini kendi bütçesinden ayırmasıyla birlikte vergi memurlarının etkin iÅŸleyiÅŸiyle devlet yapısı yavaÅŸ yavaÅŸ ortaya çıkmıştır. Söz konusu tezler arttırılabilir (Sosyal Bilimlerin güzelliÄŸi ya da kaosu). Strayer’e göre 18. Yüzyıl itibariyle devlet bir gereklilik haline gelir ve ilk Avrupa devletleri Ä°ngiltere ve Fransa’da ÅŸekillenmiÅŸtir. Daha sonra diÄŸer ülkeler bu devletleri örnek almışlardır (halefleri tarafından oldukça eleÅŸtiriye tabi tutulmuÅŸ bir tez). Bugün de Strayer’i izleyerek doÄŸu ülkeleri devletlerini ÅŸekillendirirken Batı’daki modern devletleri ayakta kalmak için model alıyorlar diyebiliriz. Biz de ayakta kalmak için Fransız devlet modelini kendimize örnek aldık. Devletin ortaya çıkışı hakkındaki baÅŸka bir tez de hanedanlıktan, yani bir aileden devlete doÄŸru geliÅŸmenin gerçekleÅŸtiÄŸi tezidir. Bu tez de diÄŸer tezler kadar tartışmalıdır. Marksistler için ise devletin varlığı tarihsel deÄŸiÅŸim yasalarına göre ileride buharlaÅŸacak, geçici bir hal idi. Marksistler için önemli olan ekonomiydi. Ekonomi her ÅŸeyi belirleyiciydi ve gelecek yeni düzende, dünyevi bir cenneti devletsiz olarak düÅŸlüyorlardı. Halbuki netice, cennet deÄŸil, cehennem, Sovyetler BirliÄŸi’nde de gördüÄŸümüz üzere üretim araçlarının bütününü tekelinde toplayan ve hiçbir ÅŸekilde insan hakları bildirgelerini imzalamayan ve tanımayan kadir-i mutlak, ceberrut devletti.
 
Devlet fikri kısmen yenidir fakat egemenlik fikri çok daha eskidir. Tarihi M.S. 1300’lere kadar gider. Egemenlikle ilgili en ilginç ifadelerden birisi ise daha çaÄŸdaÅŸ bir düÅŸünür olan Carl Schmitt’e aittir: “Egemen olaÄŸan üstü hale karar verendir” (Schmitt, a.g.e, s.13) Ona göre olaÄŸan üstü hal durumunda egemenin kim olduÄŸu belli olur. Ve her düzen bir karara dayanır. Schmitt ayrıca teoloji politik iliÅŸkisini de gündeme getirerek modern devlet teorisinin bütün önemli kavramlarının dünyevileÅŸtirilmiÅŸ ilahiyat kavramları olduÄŸunu söyler. Bu kavramlar ilahiyattan devlet teorisine aktarılmışlardır. (a.g.e, s.41) GörüldüÄŸü üzere devleti ve onun ortaya çıkışını tarif etmek bile çok güç. Entelektüeller tarih boyunca birbirini reddeden tezler ileri sürmüÅŸler.
 
Devletin direnme hakkı
 
Soldan saÄŸa, ideolojik yelpazede devleti eleÅŸtirmek moda olsa da, entelektüelin devletin açısından da bakabilmesi gerekir. EÄŸer bir toplumsal hareket insanın temel hak ve özgürlükleriyle ilgili bir takım deÄŸerlerden hareketle yola çıktığını söyleyip, kendisi ÅŸiddet yoluyla iktidarı yıkmaya ve mevcut iktidarın yerini almaya yeltenen bir güç haline geliyorsa devletin bunu bastırmasından daha doÄŸal ne olabilir? Devletin kendisini savunma hakkı var mıdır yok mudur? Kendi sınırları içerisinde devlet kurma hayali güden baÅŸka bir örgüte karşı (söz gelimi PKK) direnme hakkı yok mudur? Türkiye’deki temel meselelerden birisi muhalif hareketlerin de devlet olmak, devlet gibi olmak istemesidir. ‘Sivil’ bir protesto, ÅŸiddet içermeye baÅŸlayarak BaÅŸbakanlık ofisini ele geçirme hareketine kolaylıkla dönüÅŸebilir. Liberallerin savunduÄŸu serbest piyasa meselesine gelince devletin serbest piyasaya müdahale veya mümkün olduÄŸunca müdahale etmemesi isteklerinde haklılar. Ancak serbest piyasanın olabilmesi yine devletin varlığına baÄŸlıdır çünkü devlet serbest piyasanın rahatlıkla iÅŸleyebileceÄŸi bir hukuk düzenini yaratmak zorundadır. Adil bir hukuk sistemi olmadığında serbest piyasa dediÄŸimiz ÅŸey, çalma, hırsızlık, suistimal olaylarına açık hale gelir. Bununla ilgili güzel bir anekdotu kendisi de liberal çevreden sayılan düÅŸünür Karl Popper aktarıyor: “Eski çaÄŸlarda Akdeniz piyasalarında neler olup bittiÄŸi hakkında çoÄŸumuzun bir fikri vardır. Fenike’den Atina’ya gemiler gelirmiÅŸ ve insanlar burada alışveriÅŸ yaparlarmış. Ama Fenikeliler bazı Yunan çocukları beraberlerinde ülkelerine götürünce alışveriÅŸ o noktada son bulmuÅŸ. DoÄŸal olarak Fenikeliler bir daha Atina’ya gitmeye cesaret edememiÅŸler. Ne söylemeye çalıştığımı anlıyorsunuz deÄŸil mi? Fenikeliler hırsızlık yapmışlar ve çaldıkları ÅŸey insanmış. Bu olay istikrarlı bir piyasanın oluÅŸmasını engellemiÅŸ. Serbest piyasanın hayat bulması ancak hukuki sistemin tesis edilmesiyle mümkündür. AlışveriÅŸ yapmakla hırsızlık yapmak arasında bir fark olmak zorundadır.” (Popper Karl, Bu Yüzyılın Dersi, Serbest Kitaplar, Ä°stanbul, 2019, s.51-52)
 
Güçlü ama sınırlı
 
Bu durumda ‘güçlü ama sınırlı bir devlet’ mottomuz olabilir. Devletimiz güçlü olmak zorunda çünkü uluslararası askeri dengeler bunu gerektiriyor. Bosna’da kardeÅŸlerimiz ölürken korkak olduÄŸumuz için mi onlara yardım edemedik yoksa güçlü bir devletimiz olmadığı için mi? Suriye’de neden yeteri kadar etkin olamıyoruz? Askeri dengeler için güçlü bir devlet ve güçlü bir ordu ÅŸarttır. Kant’ın “ebedi barış”ının hayli uzağında bir dünya sistemi içinde yaşıyoruz. Almanya’daki Türklerin rahat yaÅŸayabilmesi bizim güçlü bir devlet olmamıza baÄŸlı. SavaÅŸa karşı Barış ilkesini ileri sürmek isterdim ama dünya ahvali buna izin vermiyor. SavaÅŸa karşı SavaÅŸ! Barışı yalnızca silahlarla tesis edebilir ya da destekleyebilirsiniz. Bizim için önemli olan devlete radikal karşıtlık deÄŸil, Popper’ın da söylediÄŸi gibi, hükümetin kan dökülmeden iktidardan indirilmesini saÄŸlamanın koÅŸullarını yaratmaktır. Yeniden seçimlerin yapılabilmesi. Oy vererek iktidarı deÄŸiÅŸtirebilme. Bu koÅŸullar da yalnızca güçlü bir devletin varlığında yaratılabilir. Güçsüz bir devlet, ÅŸiddet yoluyla iktidar olmak isteyenlerin en gözde hedefidir. Ve ÅŸiddet yoluyla iktidar olmanın sonu yoktur; iktidara ÅŸiddetle geldiÄŸinizde ÅŸiddetle tekrar yıkılırsınız…
 
Diktatörlük tartışmanın zıddıdır. Elbette devleti tartışabiliriz. Ancak bu özgürlüÄŸü kullanırken suiistimali de hesaba katmak gerekir. EÄŸer bu özgürlüÄŸü bir ayaklanmayı kışkırtmak üzere kullanıyorsak özgürlüÄŸe dair hakkımızı suiistimal ediyor olabiliriz. “Åžiddetin olduÄŸu yerde söz olmaz” der Hannah Arendt. Tartışma da olamaz. Tartışmanın gerekli koÅŸullarını (güvenlik, kamusal alan, iletiÅŸim organlarının serbestliÄŸi vb) saÄŸlayacak olan da yine devlettir. Popper’in söylediÄŸi gibi, “devletin gücünü kötüye kullanmasına engel olmak için özgürlüÄŸe ihtiyacımız olduÄŸu gibi özgürlüÄŸün kötüye kullanılmasına engel olmak için de devlete ihtiyacımız var.” Yine bir araba laf ettim ama bu sefer bir neticeye varmak istiyorum: Devlete karşı olma (bugün bu seçimle gelmiÅŸ mevcut iktidara karşıt olmaya dönüÅŸmüÅŸ durumda) modasından bir an önce kurtulup hakiki eleÅŸtiriler yapmanın vakti geldi de geçiyor bile. Devlet gücünün gerekliliÄŸini kabul edip bunu hangi ilkelerle sınırlayacağımızı konuÅŸmakla iÅŸe baÅŸlayabiliriz.
 
Müellif: Doç. Dr. Bengül Güngörmez / Bursa UludaÄŸ Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.