Sosyal Medya

Abdurrahman Arslan: Ä°slam ve OrtadoÄŸu sorun hangisinde-II

içinde yaşadığımız zamanlarda cevabını aramamız gereken soru muhtemelen şudur: küresel bir dünyada ve batının üstünlüğünün tartışma dışı olduğu bir çağda İslam'ı bir sorun haline getiren nedir? Abdurrahman Arslan'ın yazısının ikinci kısmını okurlarımızla paylaşıyoruz.



Yazının birinci kısmını okumak isterseniz buraya tıklayın
 
Her mekânlaÅŸtırma gibi her haritalaÅŸtırma da ideolojik içerik taşır ve asla masum sayılmaz. Mekân bizim topraÄŸa, coÄŸrafyaya ya da uzam’a neyle anlam verdiÄŸimizle ilgili olarak ya “bizim” veya “öteki”nindir. Muhtemelen bugün Müslümanlar için en büyük yabancılaÅŸma “mekân” olarak üzerinde yaÅŸadıkları topraklardan bahsederken, bu toprakları “orient” in ortası anlamına gelen “OrtadoÄŸu” ÅŸeklinde anlamlandırmakta olmalarıdır. 
 
Bu adlandırma kendini kendine deÄŸil, kendini bir baÅŸka yere nispet ederek yeryüzünde mekân tutmak anlamına geldiÄŸi için, eÄŸer tarihi zorlayarak muhayyilemize davet etmezsek, baÅŸlangıçtan itibaren biz ve yaÅŸadığımız topraklar arasına aşılması mümkün olamayan bir yabancılık iliÅŸkisi koyar. Bu iliÅŸki; vuku bulan her hadiseyi, hüküm süren her zulmü, ortaya çıkan her felaketi yaÅŸayan durumda oldukları halde insanları bir yabancı gibi seyirci konumuna yerleÅŸtirir. Bu nedenle bugün yanı başımızda, komÅŸumuzda ya da “bize” ait topraklarda bütün ÅŸiddetiyle cereyan eden hadiseleri, “OrtadoÄŸu’da meydana gelen hadisler” ÅŸeklinde “mekânlaÅŸtırmak”, 21. yüzyılın Müslümanı için ciddi bir trajedi sayılması gerekir. Bu, mekânın deÄŸil, mekân karşısında insanın kendini ötekileÅŸtirmesi sayılır. 
 
Buna raÄŸmen nerede yaÅŸarsa yaÅŸasınlar bugün Müslümanların üzerinde yaÅŸadıkları toprakların OrtadoÄŸu olarak adlandırılması elbette ki bir tesadüfün eseri deÄŸildir ve elbette ki anlamsız sayılamaz. Bizi ilgilendiren, büyük çoÄŸunluÄŸuyla Müslümanların yaÅŸadığı ama çeliÅŸkili bir ÅŸekilde anlam kazanmış ismini Ä°ngiltere’ye borçlu olan bu toprakların yakın tarihte nasıl OrtadoÄŸu haline getirildiÄŸidir. Adı OrtadoÄŸu olan bu düzenleme faaliyeti öyle görünse de coÄŸrafik ya da “kadastrojik” olmaktan önce bizim cihetimizden tarihi bir mesele olmasıyla önem taşıyor. Zira OrtadoÄŸu demek bugün üzerinde Müslümanların yaÅŸadığı topraklar ve bu toprakların Müslümanların gafleti sonucu baÅŸkalarının eliyle düzenlenmiÅŸ tarihi demek deÄŸildir. OrtadoÄŸu aynı zamanda insanoÄŸlunun büyük çoÄŸunluÄŸunun en azından son beÅŸ bin yıllık tarihini ÅŸekillendiren üç büyük dinin “anavatanı” sayılır. Günümüzün OrtadoÄŸusu bu dinler içinde en genç olanının baÅŸkalarının eliyle düzenlenmiÅŸ tarihini temsil etmekte. Bu düzenleme 20. yüzyılın baÅŸlarında gerçekleÅŸti; Müslümanlar toprak ve demokratik olarak 22 ulusdevlete bölündüler. Bu ilk düzenleme daha çok fiziksel düzlemde cereyan eden, nicel tarafı ağır basan bir düzenleme olarak tarihin kayıtlarına geçti. 
 
Ne var ki 1980’lerden itibaren açıkça dünya ölçeÄŸinde cereyan eden köklü ve kapsamı geniÅŸ bir çok hadiseyle ve kendi bünyesinde felsefi/epistemolojik düzeyde yaÅŸamakta olduÄŸu dönüÅŸümle beraber batı dünyası bu düzenlemenin tehdit altına girdiÄŸine inanmaya baÅŸladı. DoÄŸrusu tehditle ilgili deÄŸerlendirmenin kendi bünyesinde karşı karşıya geldiÄŸi yeni sorunlar nedeniyle derin bir güvensizlik içine düÅŸmeye baÅŸlayan batı açısından yanlış olduÄŸu söylenemezdi. Bir yanda Ä°slam ve Ä°slam dünyasının küreselleÅŸmeye karşı gösterdiÄŸi tavır; diÄŸer yandan da batının yaklaşık dörtyüzyıllık düÅŸünce geleneÄŸinde oluÅŸmaya baÅŸlayan derin çatlakların bünyede uyandırdığı özgüven kaybı batıyı ciddi bir güvenlik arayışına sokmuÅŸtu. Bunun doÄŸurduÄŸu neticeler olarak; ÅŸimdi, yaÅŸamakta olduÄŸumuz bu 21.yüzyılın baÅŸlarında “OrtadoÄŸu” dediÄŸimiz “Müslüman dünya”, batının güvenlik arayışı nedeniyle bu defa ikinci bir düzenlemeyle karşı karşıya bulunmaktadır.
 
CoÄŸrafi ve siyasi düzeyde gerçekleÅŸtirilmiÅŸ olan ilk düzenlemenin aksine bu yeni düzenleme daha çok “içsel” bir müdahale özelliÄŸine sahiptir. DiÄŸer bir ifadeyle bu düzenlemeyi daha tehlikeli ve önemli kılan tarafı, Müslüman dünyayı dini anlama ve yaÅŸama tarzı olarak, yani nicel deÄŸil, nitel olarak bir düzenlemeye tabi tutmak istemesidir. OrtadoÄŸu’nun, OrtadoÄŸu olarak kalabilmesi için batı açısından bugün onun muhteva olarak düzenlenmesine ihtiyaç duyulmalıdır. 
 
SoÄŸuk savaşın bitimi küreselleÅŸmesini tamamlamamış, dolayısıyla daha önce ÅŸahit olamadığımız yeni bir dünya resmiyle insanlığı yüz yüze getirdi. Resmin ifade ettiÄŸini sıradan bir gerçek olarak nitelendirmek asla mümkün deÄŸil. Bu, insanoÄŸlunun yazılı tarihinde rastlamadığımız cinsten bir uygarlığın bütün bir yeryüzünü kuÅŸatması; bütün coÄŸrafyaları, toplumları ve insanları kendi ilkelerine, kalıplarına ve ideallerine göre yeniden düzenieyiÅŸini ifade etmektedir. Dünya küreselleÅŸme ile birlikte yeni bir ÅŸekil aldı; yeni ÅŸekil içinde dünyaya hâkim siyasi, sosyal, iktisadi, hukuki, kültürel sistemin iÅŸleyiÅŸ biçiminde, yine batının kendi bünyesinden kaynaklanan yeni deÄŸiÅŸimlerin cereyan etmekte olduÄŸunu görüyoruz. Artık bilinen klasik temeller ve dinamikler üzerinden iÅŸlerliÄŸini sürdürmeyen, daha doÄŸrusu sürdüremeyen bu yeni deÄŸiÅŸimin yönünün tespiti ve anlamlandırılması hususunda yapılan çalışmalar karşımıza, Müslümanların tartışmakta ihmal ettiÄŸi iki “tez/makale” ya da mahiyetlerine daha uygun bir ifadeyle “tarih yorumu” olarak geldi. Bunları önemli kılan nokta tartıştıkları meselede ne kadar isabet kaydettikleri deÄŸildi; esas önemlisi dünya ölçeÄŸinde yaÅŸanmakta olan bu yeni tarihsel deÄŸiÅŸimin mahiyetini anlamak, onu yeniden anlamlandırmak ve isimlendirmek üzere cereyan eden deÄŸiÅŸimi bizzat gündeme getirmekte olmalarıydı. Açıkçası içinde yaÅŸadığımız dünya sadece pornografik olarak deÄŸil; hakikat, bilgi, tarih, toplum düzeyinde derin bir deÄŸiÅŸimden geçmekte. Ancak bu alışageldiÄŸimiz, bilinen klasik paradigma üzerinde bugün artık cereyan etmediÄŸinden, batı dünyası için bu sürecin mahiyetini ve yönünü yeni stratejiler oluÅŸturmak için anlamak ihtiyacı söz konusuydu. 
 
Müslüman dünya “tarihin sonu” tezini sessizce ve umursamaz bir ÅŸekilde geçiÅŸtirdi. “Uygarlıklar çatışması” tezini ise, sanki en azından iki yüzyıldan beri bir medeniyetin her türlü istilası ve tahakkümü altında olanlar onlar deÄŸilmiÅŸ gibi, aÅŸağılık kompleksinden bütün savunmacı reflekslerle aksini ispata kalkarak reddetti. Bilinen ÅŸu ki, uygarlıkların çatışması insanoÄŸlunun mirası olan deÄŸerler üzerinde cereyan etmez, bu zaten kendiliÄŸinden gerçekleÅŸen bir süreçtir. Çatışma esas itibariyle bu ortak düzlemden sonraki kısmıyla olan uyuÅŸmazlıkta cereyan eder ve asla yeni bir ÅŸey olarak görülmez. Oysa sorun uygarlıklar çatışmasından önce küresel çapta meydana gelmekte olan bu yeni deÄŸiÅŸimin mahiyeti ve içinde yaÅŸadığımız bu uygarlığın bizi nereye götürdüÄŸüdür. Üstelik uygarlığın kavram olarak kendisinin Müslümanların düÅŸünce tarihine ve entelektüel muhayyilelerine ne kadar yabancı olduÄŸu meselesi de bu tartışmada ihmal edilmiÅŸ oldu. 
 
Ne varki bu resim içindeki dünya hızla küreselleÅŸme süreçlerini yaÅŸarken; bir buçuk milyon nüfusu, stratejik toprakları ve modern uygarlığın hayati gıdası olan enerji kaynakları ile Ä°slam/Ä°slam dünyasının küreselleÅŸmeye direnç göstererek bu süreçlere ve bu süreçlerin öngördüÄŸü taleplere katılmadığını, maalesef Müslümanlar deÄŸil küresel güçler fark etmekte gecikmediler. Katılma hususunda gösterilen direnç dünyanın yeni iÅŸleyiÅŸ tarzını tehlikeye sokmaktaydı. Onlara göre Ä°slam yenidünya sisteminin kendini üzerinde inÅŸa etmek istediÄŸi paradigmaya meydan okuyordu. Bu nedenle OrtadoÄŸu’nun ikinci defa düzenlemeyle karşı karşıya bulunması oranın enerji havzası olmaktan çok bugün OrtadoÄŸu’nun temsil etmekte olduÄŸu muhalefetle ilgilidir. Bu muhalefetin niteliÄŸi ile onun kendine hedef edindiÄŸi küresel dünyanın niteliÄŸi üzerinde durmak gerekiyor.
 
Birinci düzenleme Müslüman kavimlerin birbirinden ayrıştırılmaları üzerinde yoÄŸunlaÅŸmıştı. Bugün tartışmaya açılan ikinci düzenleme giriÅŸimi ise bizzat Ä°slam dininin kendisi ve onun yaÅŸanma tarzı üzerinde yoÄŸunlaÅŸmaktadır. OrtadoÄŸu’nun ÅŸu andaki Ä°slam ağırlıklı siyasal, sosyal, kültürel durumunu sürdürmesi mahzurlu görülmekte; Müslümanların kendilerine ve topraklarına/bölgelerine Ä°slam’la sahip çıkmalarına müsaade edilmeyeceÄŸine iÅŸaret edilmektedir. Bunun yerine bu bölgeye batının ulusalcı, neoliberal, demokratik, özetle modern deÄŸerler ve hayat anlayışıyla sahip çıkmaları istenmemektedir. Bu yüzden karşı karşıya bulunduÄŸumuz bu ikinci düzenlemenin trajik boyutu, “hayat biçimi” düzeyindeki çatışma ve gerilim olarak önem taşımakta. Müslümanların tabi olduÄŸu ahlak, hukuksal, normlar ve bunlardan meÅŸruiyetini alan sosyal/siyasal iliÅŸki biçimlerinin bu düzenleme ile teorik temellerinin ciddi bir tehdit altına gireceÄŸi kaçınılmazdır. “Ilımlı Ä°slam” bu tehdit altında yorumlanmış. Ä°slam’ı temsil edeceÄŸe benzemekte.
 
 
Müellif: Abdurrahman ArslanN / Kaynak: Umran Dergisi, Åžubat 2007, Sayı: 150, Sayfa: 35

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.