Sosyal Medya

Yusuf Kaplan: Cehennem mevsiminden payımıza düşen manzara

Ne demişti bilge adam Goethe, “en iyi köleler, kendilerini özgür zanneden kişilerdir” derken boşuna konuşmuyordu, gelmekte olanın nasıl geleceğini haber veriyordu.



Ferd ile birey aynı anlama gelen, aynı dünyalara işaret eden kavramlar mıdır?
 
Elbette ki, hayır.
 
FARK’IN FARKI
 
İnançlara, felsefelere, kültürlere ve bunların dayandığı değerlere saldırılmaz. İnsan olmanın, farklı inançlarla, felsefelerle, kültürlerle ve değerlerle birlikte yaşayabilmenin olmazsa olmaz, asgarî şartıdır bu.
 
Başkasına saldırmadığı, başkasının inancını yoksaymadığı, kendi inancını başkasına dayatmaya kalkışmadığı sürece farklı inançlar, felsefeler, kültürler, sözün özü değerler, duyarlıklar, zevkler, beğeniler zenginliktir ve sinerji kaynağıdır.
 
Farklılık, okunmayı bekleyen, deşifre edilmesi gereken bir âyet, bir işârettir. Yola çıkan insanların yolda olmalarını sağlayacak yol haritasının yapıtaşlarını oluşturan bir alâmettir.
 
Farklılığı, bir dinin veya felsefenin alâmet-i fârikasıdır; ayırt edici, kendine özgü özelliği.
 
FERD’İN FERDİYET’İ VE BİRİCİKLİĞİ
 
Her farklılık, bir ferdiyet alâmetidir: Ferdiyet, biriciklik demektir.
 
Allah (cc), ferd’dir; benzeri olmayan yegâne biricik.
 
İbn Arabî Hazretleri, Füsûsu’l-Hikemi’nde, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz’in temel vasfının “ferdiyet” özelliği olduğuna dikkat çeker ve özelliğini enfes bir şekilde izah eder.
 
Fert ile birey, aynı şeyler değildir. Ferd, kendini aşan, aşkına ulaşma kaygısı taşıyan, kemâl merdivenlerini tırmanan şahsiyettir.
 
Birey ise, nefsini kutsayan, bırakınız kendini aşabilmesini, kendine bile ulaşamayan, o yüzden de nefsinin kulu kölesi olan, nefs-i emmaresinin hapishanesinde nefes alıp veren kişi.
 
Farklılığa saygı, hem biricikliğe saygıdır hem de biricikliğin okunmasını, deşifre edilmesini, anlaşılmasını ve günyüzüne çıkarılmasını mümkün kılan akıl, muhayyile, düşünme melekelerinin bizatihî kendilerine saygıdır.
 
Ferd, insanı aleladeden fevkaladeye ulaştırır, insana nev-i şahsına münhasır bir şahsiyet kazandırır.
 
BİREY HAPİSHANESİ
 
Birey’in dünyası aleladenin istilası altındadır: Fevkaladeye dünya kadar uzaktır, yabancıdır.
 
Hiçbir insan birbirine benzemez -dış görünüşleri bakımından da, iç dünyaları bakımından da. Ama içinde yaşadığımız modern-postmodern dünya, bütün insanları birbirinin kopyesi, deyim yerindeyse, popüler kültür ikonlarının, ikonalarının klonları, gönüllü köleleri hâline getirerek yaşarken öldürür, canlı cenazeye dönüştürür.
 
Ne demişti bilge adam Goethe, “en iyi köleler, kendilerini özgür zanneden kişilerdir” derken boşuna konuşmuyordu, gelmekte olanın nasıl geleceğini haber veriyordu.
 
Paris şairinin, modernliğin bütün ayartıcılığıyla doyum noktasına ulaşarak yaşadığı, “cehennemde bir mevsim” olarak tarif ettiği 19. yüzyılın dünyasının plastik başkenti Paris’inin günümüzde hortlayan, klonlanan insanlarını, daha doğrusu insanımsılarını mı anlattığını aynı zamanda diye sormak bile gereksiz.
 
Birey, kendi değil nefsi önplanda olan kişi’dir. Evet, onca ego-şişkinliğine rağmen, adeta anonim bir kişi: Her biri birbirinin aynı olan, aynı duyarlıkları, zevkleri (siz bunu “duyarsızlıkları”, “zevksizlikleri” olarak okuyun) paylaşan, nefs-i emmare’sinin, henüz beden zevklerini aşamayan, nefs hapishanesinde yaşayan ama bunun bile farkında olamayan insanaltı bir beşerden sözediyoruz.
 
Beşerlikten insanlığa yükselememiş, sadece tüketme, hız, haz ve ayartı ile uyarılan bir insanımsı’dan yani.
 
Ruhu çalınmış bir varlık.
 
Bedeninin, bedensel hazlarının kölesi olmuş, yiyen, içen, çiftleşen, sadece tüketen, tükettikçe tükendiğini de farkedemeyecek kadar ruhunu yitirmiş, insanlığın sorunlarına karşı duyarsızlaşmış, sadece ben’ini, kendi egosunu, çıkarlarını, daracık dünyasını düşünen, kendisi dışındakileri “cehennem” olarak gören bir insanımsı bu.
 
Ezcümle...
 
Birey, mülk âlemine hapsolan, sahip olma güdüsünün güttüğü, popüler kültürün ürünü bir “sürü” aslında. Mülk âleminde meliklik taslayan biri. Her şeye hâkim olma güdüsüyle hareket ettiği için aslında Weber’in “demir kafes”ine hapsolan, anlam krizinin ve özgürlük kaybının eşiğinde kıvranan, ruhunu yitirmiş, ruhunu yitirdiği için de bir “yok-insan”.
 
Ferd ise, melekût âleminden süt emen; olma, olgunlaşma, kemal merdivenlerini ağır ağır tırmanma kaygısıyla nefes alıp veren; attığı her adımda, meleksi melekeleri gelişen, yüreği genişleyen, mülk âlemini “cennet bahçesi”nin rengine, dokusuna, kokusuna büründüren uzun yol yolcusu...
 
 
Yenişafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.