Sosyal Medya

Osmanlı'da Cadı ve Hortlak Hikayeleri Eksik Olmazdı

İslam dininde büyü, tartışmalı bir konu olsa da cadı, hortlak, vampir veya gulyabani gibi hikayeler çoğunlukla köy kahvehanelerinin eğlencelik hikayeler literatürünün bir unsuruydu



Cadılık ve büyücülük gibi suçlamalar Avrupa kıtasını kasıp kavururken Osmanlı hükümranlığının bulunduÄŸu coÄŸrafyada bu tür olayların devlet nezdinde esamisi okunmazdı.
 
Ä°slam dininde büyü, tartışmalı bir konu olsa da cadı, hortlak, vampir veya gulyabani gibi hikayeler çoÄŸunlukla köy kahvehanelerinin eÄŸlencelik hikayeler literatürünün bir unsuruydu.
 
Türk halkının görenek ve ananesinde çoÄŸunlukla nazardan çekinilir ve Müslümanlar mütevazı hayatlarında bu hususa ehemmiyet verirdi.
 
 
Buna raÄŸmen sınırlı da olsa bazı gerçeküstü vakaların resmi kayıtlarda geçtiÄŸine ÅŸahit oluyoruz.
 
Bunun yanında baÅŸta Balkanlar ve Karadeniz bölgelerinde sözlü geleneÄŸin bir unsuru olan bazı gerçeküstü olaylar, halkın ruh ve mana dünyasında önemli bir yer tutardı. 
 
Osmanlı kayıtlarında bu denli bir vakanın en mücessem örneÄŸi Ebusuud Mehmed Efendi’nin kendisine yöneltilen bazı sorulara verdiÄŸi fetva ile karşımıza çıkıyor.
 
Ebusuud’un kendisine yöneltilen garip sorulara verdiÄŸi oldukça tuhaf fetvalar ÅŸöyleydi; 
 
Mesele: Bazı kiÅŸiler ölüp gömüldükten sonra, mezarında kefenini yutup(!), uzuvlarına kan gelip bedeni kızıllaÅŸmış olursa, bu ÅŸekilde olmasına bir neden var mıdır?
 
Elcevap: OlmuÅŸ ise bu Hak Teala’nın mübarek isteÄŸidir. 'Hayatında yaptıkları iÅŸlerde ve ahlakta kendilerine ortak olan ÅŸeytani nefislerin bazı cesedine [yani günahkar kiÅŸinin cesedine] iliÅŸip ortak iÅŸlere alet edinir [Yani bedenini kullanır]' demek vardır. Allah’ın kudretinden beklenmedik deÄŸildir.)
 
Bu Sûrette: Açıklanmış neden üzerine bulunduÄŸu takdirce, sözü geçen ölüye ne olmalıdır/ne yapılmalıdır? 
 
Elcevap: Yeniden gömmek gerektir, Müslüman adına ise zararı yoktur.
 
Bu Sûrette: Bazı kiÅŸiler mezarından çıkarıp yakmaya ÅŸeriata göre kudret sahibi olurlar mı? 
 
Elcevap: Olmazlar.
 
Mesele: Rumeli'de, Selanik’e baÄŸlı bir köyde, Hristiyanlardan bir kiÅŸi ölüp gömülmesinden birkaç gün geçtikten sonra gece yarısında akrabasının ve diÄŸer insanların kapılarına gelip 'bre filan gel seninle falana gidelim' deyip, ertesi gün o kiÅŸi de ölüp ve birkaç günden sonra birine daha seslenip, o kiÅŸi dahi ölüp sözün kısası bu biçimde birçok kiÅŸi öldüÄŸünde, Müslüman olmayanların böyle kırıldıklarını görüp, Müslüman ahaliden o köyde bulunan bazı kiÅŸiler, korkularından firar etmek istemeleri ÅŸeriata uygun mudur?
 
Elcevap: Olmaz, özellikle bu Müslüman olmayan kasaba konusunda görüÅŸmelerinden sonra, Müslümanlara gereken emir iÅŸlerin sahiplerine görev olarak verilmelidir. 
 
Mesele: Adı geçen konuda hikmetin ve illetin de ortadan kaldırılması için çarenin belirtilerini izah etmek ve açık hale getirmek, icab edenin [yapılması gerekenin] sebebi ile bağışlana [söylene].
 
Elcevap: Bu takım iÅŸlerin hikmet ve illetini açıklamada dil aciz ve zihinler kusurludur ve araÅŸtırmada ehil olanların uzun uzadıya açıklamalarına uygun deÄŸildir. Ortadan kaldırılmasına çare ÅŸudur: Olayın olduÄŸu gün mezara gidip önce çıplak bir sopayla [uÄŸurlu sayarak] kalbine ulaÅŸacak ÅŸekilde yere çaksınlar, beklenendir ki [hortlak/ölü] defedilsin.
 
EÄŸer olmazsa, benzinde kızıllaÅŸma olursa [yani tenine kandan kırmızılaÅŸmışsa] başını kesip ayağının olduÄŸu yere atsınlar. EÄŸer bozulmayı bırakmışsa [yani ceset çürümemiÅŸ ise] başını kesip ölünün ayağının ucuna koysunlar).
 
OlduÄŸu kadar bu aÅŸamalarla ortadan kaldırılamamışsa, cesedi çıkarıp ateÅŸte yaksınlar. Selef-i sâlihin zamanlarında [yani Ä°slam’ın ilk yüzyılında yaÅŸayan Müslümanların döneminde] ateÅŸte yakmak pek çok kez olmuÅŸtur.
 
(Mehmet Berk Yaltırık - Türk Kültüründe Cadı-Hortlak Ä°nanışı)
 
 
Bu fetva, bilhassa Balkan bölgesinde pek çok “vampir saldırısı” ve “cadılık” suçlamasına karşı bir emsal niteliÄŸi kabul edilerek zaman zaman farklı vakalarda da kullanılmıştı; fakat bu fetva kadar ilginç bir baÅŸka olay daha var ki durumu çok daha farklı bir safhaya taşıyordu.
 
Devletin resmi yayın organı olan Takvîm-i Vekâyi, hortlayan iki yeniçeriye karşı devletin resmi mücadelesini sütunlarına taşımıştı.
 
 
Buna göre Tırnova Kadısı Ahmet Åžükrü Efendi, Takvim-i Vakayi’nin resmi sayısında yayımlanan mektubunda günümüz Türkçesi ile ÅŸu ilginç ifadeleri kullanıyordu; 
 
Tırnova'da cadılar türedi. Gün battıktan sonra evlere dadanıp, erzak namına ne varsa; un, yaÄŸ, ÅŸeker, bal gibi ÅŸeyleri birbirine katıp içlerine bazen toprak bile karıştırıyorlar. Evlerin içlerine girerek yüklüklerdeki yorgan, ÅŸilte, yastık ve bohçaları didikleyip açıyorlar.
 
Zaman zaman insanların üzerine taÅŸ, toprak, çanak çömlek attıkları halde kimse bir ÅŸey görmüyor. Birkaç erkek ve kadının da üstüne saldırdılar. Bunlara sorduÄŸumuzda, 'Sanki üzerimize manda çöktü sandık!' dediler ama bir ÅŸey görmemiÅŸlerdi. Bu sebeple birçok mahalle sakini evlerini baÅŸka yerlere taşımak zorunda kaldılar.
 
Halk, en sonunda bunun cadı iÅŸi olduÄŸuna karar verdi. Civar kasabalardan Ä°slimye'de yaÅŸayan ve cadı çıkartmakla ÅŸöhret bulmuÅŸ olan Nikola isimli bir Rum, bu iÅŸi halletmek üzere kasabaya çaÄŸrıldı ve kendisiyle iÅŸi halletmesine karşılık 800 kuruÅŸa pazarlık edildi. Nikola, beraberinde getirdiÄŸi üzeri resimli bir tahtayla kasaba mezarlığına gitti ve bunu parmağının üzerine yerleÅŸtirerek çevirdi.
 
Resimli tahta hangi mezara dönük durduysa o mezarın cadılı olduÄŸunu gösterdi. Resimli tahtanın dönük kaldığı mezarlar hayattayken ÅŸimdi kaldırılmış olan Yeniçeri Ocağı'na mensup iki yeniçeriye, Ali Alemdar ve Abdi Alemdar adındaki iki eÅŸkıyaya aitti. Bunların mezarını açtığımızda karşılaÅŸtığımız manzara korkunçtu. Her ikisinin cesedini de yarım misli büyümüÅŸ, kılları ve parmaklarıyla tırnaklarını üçer dörder kat uzamış bulduk.
 
Mezarlar açılırken bekleÅŸen bütün kalabalık bu manzarayı gördü. Bu iki zorba, yeniçeri ocağı kaldırılırken her nasılsa yaÅŸlarının ileri olmasından dolayı cellat eline düÅŸmeyerek ecelleriyle ölmüÅŸlerdi. SaÄŸlıklarında yaptıkları zorbalığın devamı olarak ÅŸimdi de kötü ruhları zavallı kasaba halkını rahatsız etmeye baÅŸlamıştı.
 
Cadıcı Nikola'ya göre, bunların sonsuza kadar ortadan kaldırılmaları için karınlarına birer aÄŸaç kazık saplanması ve yüreklerinin kaynar suya atılarak haÅŸlanması gerekiyordu. Mezarlarından çıkarttığımız ölülerin karınlarına söylendiÄŸi gibi birer aÄŸaç saplayıp, yüreklerini dahi yerlerinden sökerek kaynar suya atıp haÅŸladılar.
 
Fakat bunların hiçbirisi kâr etmeyince Nikola bu sefer cesetlerin yakılması gerektiÄŸini söyledi. Åžer'an izin verildi ve cesetler hemen oracıkta yakıldı. Böylelikle çok ÅŸükür kasabamız cadı belasından kurtulmuÅŸ oldu...
 
(Mektubun orijinal haline Takvim-i Vakayi’nin 69. sayısında ulaşılabilir - 6 Ekim 1833)
 
 
Devletin resmi kaynaklarında geçen bu vakalar ve birkaç istisnayı kenara bıraktığımızda halkın sözlü geleneÄŸinde oldukça zengin bir literatür ile karşı karşıya kalıyoruz.
 
ÇoÄŸunlukla eÄŸlence amaçlı anlatılan bu hikayeler gayrimüslim tebaa için ise rutin hayatı etkileyebilecek kadar önemli meseleler halini alabiliyordu.
 
Bilhassa Romanya bölgesinde Üçüncü Vlad’ın kötü mirası gibi efsaneler, halk arasında huzursuzluk kaynağı olabiliyordu.
 
Vlad Drakula
 
Müslüman Türk halkının gerçeküstü olaylara yaklaşımı
 
Türk halkının Ä°slamiyet öncesine dayanan literatüründe tanrı ile erlik (ÅŸeytan) arasında sürüp giden savaşının yansımaları Ä°slamiyet sonrasında da gayb aleminin bir meselesi olarak tazeliÄŸini koruduÄŸuna ÅŸahit oluyoruz. 
 
Buna göre görünmez alemin kötü niyetli varlıkları Müslümanlara ait nesneleri, hayvanları, doÄŸum sonrası kadınları, bilhassa bebekleri ve bebekler üzerinden bireyleri manipüle ettiklerine inanıldığını görüyoruz.
 
Bu varlıklara cadı, cazı, obur ve acuze gibi isimler verilmişti.
 
Bu varlıkların saldırılarına karşı bugün dahi kullanılan savunma yöntemlerini Abanoz Küçük, DoÄŸu Karadeniz bölgesinde yaptığı araÅŸtırmalarda yerel halktan ÅŸöyle naklediyor;
 
Bölgede, çocuÄŸun, cadının zararlı etkilerinden baÅŸka yöntemlere baÅŸvurularak da korunmaya çalışıldığı görülmektedir. Bir baÅŸka kaynak kiÅŸimiz, 'BeÅŸiÄŸin üzerine aÄŸ sarılarak, cıva konularak ve çocuÄŸun bulunduÄŸu odada kırk gün ışık yakılarak bebeÄŸin cadılardan korunabileceÄŸini' (H. Küçük-Kerem Mahallesi/Çarşıbaşı/Trabzon)'
 
'EÄŸer bir haneye cadı musallat olmuÅŸ ve her doÄŸan çocuÄŸu öldürüyorsa, çocuk baÅŸka evde doÄŸurtulur. LoÄŸusa ve bebek kırkı çıkana kadar kendi evine girmez. ÇocuÄŸa ilk süt kendi kanından olmayan biri tarafından verilir (S. Ataç-Yenicehisar/Giresun)'
 
(Kaynak: Abanoz Küçük - DoÄŸu Karadeniz Yöresi DoÄŸum Sonrası Ä°nanış ve Uygulamada Cadı-Obur Ä°nanışı)
 
 
 
Osmanlı’daki gerçeküstü vakaların amacı Türkleri bölgeden sürmek miydi?
 
Osmanlı tarihini incelediÄŸimizde gerçeküstü vakaların çoÄŸunlukla Rumeli bölgesinde meydana geldiÄŸini görüyoruz.
 
Bu vakaların sayısının bu denli fazla olmasının sebebi bölgede yaÅŸayan Türkleri bölgeyi terke zorlamak olduÄŸu da farklı bir bakış açısı olarak karşımıza çıkıyor;
 
Osmanlı'da yaÅŸanan cadı vakalarını, o zamanın siyasî ve sosyal ÅŸartları doÄŸrultusunda deÄŸerlendirmeye yönelik bir baÅŸka fikir de Osman Saygı'dan gelmiÅŸtir. I. Dünya SavaÅŸi esnasında Selanik’te yaÅŸanan Hakime adli cadı vakasını esas alan Saygı, çoÄŸunlukla Balkanlar sahasında ortaya çıkan bu hadiselerin, Türkleri Balkanlar’dan uzaklaÅŸtırmak için düÅŸmanlar tarafından hazırlanmış birer tuzak olabileceÄŸine iÅŸaret etmiÅŸtir.
 
(Zeynep Aybicin - Osmanlı Devletinde Cadılar Üstüne Bir DeÄŸerlendirme)
 
 
Müslüman gelenekte er-Râzî, Ä°bn-i Sinâ, Ä°bn-i RüÅŸd gibi önemli bilim insanları inme ve damar tıkanıklığı gibi hastalıklar sebebiyle öldüÄŸü düÅŸünülen kiÅŸilerin gömülmeden önce üç gün bekletilmesini tavsiye ederek bu kiÅŸilerin tekrar hayata dönmesini tıp biliminin sınırlarında deÄŸerlendirmiÅŸti.
 
Bu yorum Müslümanlar arasında hortlak anlayışı yerine hayata dönen kiÅŸiye Allah’ın bir lütfu ve ikinci bir ÅŸans verildiÄŸi inancının hâkim olmasını saÄŸlamıştı.
 
 
Osmanlı’da en sevilen cadı hikayeleri Evliya Çelebi’ye aitti
 
Erzurum’da bir damdan ötekine atlayan kedinin donduÄŸuna ÅŸahit olan ünlü seyyahımız Evliya Çelebi’nin obur, hortlak, vampir ve cadı hikayeleri de eserinde bir hayli önemli yer tutar.
 
Evliya Çelebi
 
Evliyâ Bulgaristan’da Çalıkkavak köyünde bir 'kefere' hanesinde konakladığı geceyi anlatır. Bir odada ateÅŸ kenarında otururken içeri çirkin yüzlü yaÅŸlı bir kadın öfkeyle girer ve kendi lehçesinde küfürler savurur.
 
Evliyâ ilk önce, dışarıda bulunan hizmetlilerinin yaÅŸlı kadını kızdırmış olabileceÄŸinden ÅŸüphelense de, onların bir ÅŸeyden haberleri olmadığını anlar. Daha sonra bu yaÅŸlı kadının yanına kızlı oÄŸlanlı yedi çocuk gelir ve hep beraber Bulgarca konuÅŸurlar. Evliyâ 'garîb temâÅŸâdır' diyerek onları seyre koyulur.
 
Gece yarısı olunca çıkan patırtılar Evliyâ’yı uykusundan uyandırır. Evliyâ, yaÅŸlı kadının kapıyı açıp ocaktan bir avuç kül aldığını ve fercine sürdüÄŸünü görür. Elinde kalan küle efsun okuduktan sonra, ocak başında çıplak yatan yedi çocuÄŸun üzerine külü saçar.
 
Yedi çocuk, iri piliçlere dönüÅŸür ve 'civ civ' demeye baÅŸlar. YaÅŸlı kadın kendi başına da kül sürer ve büyük bir tavuÄŸa dönüÅŸüp 'gurk gurk' diyerek kapıdan çıkar. Yedi piliç de onu takip ederek kapıdan çıkınca Evliyâ, 'Bre oÄŸlan!' diye can havliyle bağırır.
 
Bu feryat üzerine Evliyâ’nın köleleri uykularından uyanıp gelir ve Evliyâ’nın burnundan kan boÅŸandığını görürler. Evliyâ onlardan dışarı çıkıp neler olduÄŸunu görmelerini ister. Cadı tavuk ve piliçleri, atlar arasında gezinmekte, atlar da birbirlerini helâk etmektedir.
 
Köydeki kefereler gelip atları baÄŸlarlar. Cadı tavuklar bir tarafa gider. Evliyâ’nın kölesinin anlattığı üzere; bir kefere zekerini çıkarıp tavukların üzerine iÅŸer, sekiz tavuk yine insana dönüÅŸür.
 
Kefere, yaÅŸlı kadını ve çocukları döve döve kiliseye götürür ve papaz yaÅŸlı kadını okuyarak 'afaroz-ı mandolos eyle[r]'. Müezzin Mehemmed Efendi’nin ve mataracıbaşının hizmetlileri de tavukların tekrar insana dönüÅŸtüÄŸünü görmüÅŸtür.
 
Evliyâ, ertesi sabah diÄŸer hizmetlileri de çağırıp sorduÄŸunda, gerçekten de tavukların tekrar insan olduÄŸunu gördüklerini öÄŸrenir. Hizmetliler eÄŸer isterse onların üzerine iÅŸeyen kefereyi getirebileceklerini söyler, Evliyâ kabul eder.
 
Gelen kiÅŸinin cevabı ÅŸu ÅŸekildedir: 'Sultânım, ol karı baÅŸka soydur. Kış giceleri yılda bir kerre eyle kara koncoloz olurdu. Ammâ bu yıl tavuk oldu. Kimseye zararı yokdur'.
 
Evliyâ bu olayda aklının başından gideyazdığını belirtir ve 'Çalıkkavak balkanı mel‘ûnunun her hâl i ahvâl i pür-melâli böyledir. Hudâ hıfz ide' diyerek anlatıyı noktalar.
 
 
(Evliya Çelebi Seyahatname’inde Cadı, Obur ve Büyücü Anlatıları ve Kurgudaki Ä°ÅŸlevleri – Elif Öztürk Bitik)
 
 
Evliya Çelebi, Seyahatname’de oburların gökyüzündeki savaşına kendi gözleri ile ÅŸahit olduÄŸunu da iddia edecek kadar olayları ileri bir boyuta taşır; fakat hortlak iddiaları 2005 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde tartışılacak kadar absürt bir hal de aldığını düÅŸününce bu konuların gereÄŸinden fazla abartılmasının Evliya Çelebi’ye has olmadığını görüyoruz.
 
TBMM’de hayalet iddiaları
 
Bülent Arınç’ın Meclis BaÅŸkanlığı yaptığı dönemde Hürriyet gazetesi yazarı Nuray Mert’in “Meclis’te hayalet iddiaları” haberi kayıtlara garip bir iddianın daha girmesine sebep olmuÅŸtu.
 
Nuray Mert haberinde ÅŸu ifadeleri kullanıyordu; 
 
TBMM, bayram tatili öncesinde milletvekillerinin seçim bölgelerine gitmeleriyle birlikte ‘hayalet ÅŸehre’ dönüÅŸtü... Ancak bu haber, ‘kimsesiz ve sessiz bir Meclis’i’ anlatmıyor. Geçen hafta TBMM Genel Kurulu’nun gece 02.00’lere kadar süren mesaisi sıralarında ‘görülen’ hayaletin hikayesi kulaktan kulaÄŸa dolaşıyor.
 
Günlerden 25 Ekim Salı. Saatlerden 24.00. Basın mensuplarının bulunduÄŸu koridorda bir yıla yakın bir süredir sigara içilmiyor. Basın mensuplarına, ikinci katta, Genel Kurul salonun hemen arkasında, geniÅŸ bir koridor-oda tahsis edildi. Gece nöbet tutan basın mensupları, sigara içmek için buraya çıkmak zorunda.
 
O saatlerde, karanlık loÅŸ bir merdiven boÅŸluÄŸundan yukarı çıkılarak ulaşılan sigara odasının ışıkları da yanmıyor. Sigara bölümüne gece saatlerinde, pencerelerinden gelen bahçe ışıklarının dağıtamadığı ürkütücü ve karanlık bir hava hakim. 
 
CAMDAN GEÇÄ°YOR
 
Bir gazeteci aÄŸabey, sigara içmek için yukarı çıktığında Genel Kurul’un kullanılmayan kapısından bir ‘hayalet’ çıkıyor, koridoru süzülerek katedip, geniÅŸ camlardan geçerek kayboluyor(!) Orada biri olduÄŸundan emin olan gazeteci, ‘o kiÅŸinin’ camdan düÅŸtüÄŸünü düÅŸünerek, hemen oraya yöneliyor, kimse yok. Etrafı arıyor, sesleniyor, ses yok. Tüm kapıları yokluyor, kapılar kilitli. Tek bir ihtimal kalıyor, o da gördüÄŸünün bir hayalet olduÄŸu...
 
 
ACABA KÄ°M?
 
Bu hikâye, 5 günden beri basın koridorunun esprili konusunu oluÅŸturuyor. Basın mensupları, ‘hayaletin kim olabileceÄŸi konusunda’ fikir üretiyorlar. TBMM’de bir cinayeti araÅŸtırma komisyonu kurulmasına neden olan eski Milletvekili Erol Güngör’ün oÄŸlu Mustafa Güngör’ün hayaleti olabileceÄŸi... TBMM BaÅŸkanvekili rahmetli Yılmaz HocaoÄŸlu’nun gezdiÄŸi... Kulislerde ünlü ‘Opera’daki Hayalet (Phantom of the Opera)’ filmini aratmayan hikayeler uçuÅŸuyor. Ama kesin olan tek ÅŸey var ki o da artık birçok haberci, mesleki bir refleksle ikinci kata yalnız başına sigara içmeye çıkamıyor. Mesleki refleks ise iki sözcükten ibaret: Ya doÄŸruysa...
 
(Nuray Mert- Hürriyet 2005)
 
 
BildiÄŸimiz fiziki boyutun ötesinde farklı varlıkların olup olmadığı tamamen bir inanç meselesiyse de bu konular edebi literatürün sınırlarında kaldığı sürece keyifli olmaktadır.
 
Ne yazık ki bugün hala Anadolu’da define arama maceraları baÅŸta olmak üzere insanların bu türden vakalar sebebiyle birçok psikolojik yaÅŸadığı veya sahtekârların eline düÅŸtüÄŸü bilinmektedir.
 
Gerçeküstü vakalar insanın rutinini etkileyecek bir vesveseye dönüÅŸmesindense insanın kendisini Felek ve Nas gibi surelerin mana dünyasındaki lezzete bırakması daha hayırlı olacaktır;
 
De ki: Ben, aÄŸaran sabahın Rabbine sığınırım, yarattığı ÅŸeylerin ÅŸerrinden, karanlığı çöktüÄŸü zaman gecenin ÅŸerrinden, düÄŸümlere üfleyen büyücülerin ÅŸerrinden ve haset ettiÄŸi zaman hasetçinin ÅŸerrinden.
 
 
 
De ki: Sığınırım ben insanların Rabbine, insanların hükümdarına, insanların Ä°lahına, O sinsi vesvesecinin ÅŸerrinden. O ki, insanların göÄŸüslerine vesveseler fısıldar. Gerek cinlerden gerek insanlardan.
 
 
 
Müellif: Mehmet Mazlum Çelik / The Independent Türkçe
 
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.