Sosyal Medya

Doğu Akdeniz'de tarih bir daha tekerrür ediyor

Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanları üstünden egemenlik tartışmaları devam ederken diğer taraftan Kıbrıs ve çevresinde askeri hazırlıkların hız kesmeden sürdürüldüğü görülüyor. Rumların İsrail’den İHA satın alması, Fransa’ya deniz üssü vermesi, ABD’nin Rumlara yönelik silah ambargosunu kaldırması, çok sayıda savaş gemisinin Doğu Akdeniz’i çevrelemesi gibi birçok askeri gelişme yaşanıyor. Fakat bunlar içerisinden uluslararası basının sadece Türkiye’nin askeri faaliyetlerini gündeme taşımasını soğukkanlı bir şekilde tahlil etmek gerekiyor. Türkiye ise tüm askeri ve siyasi gücüyle 1918 yılına benzer şartların oluşmaması için mücadele ediyor.



Türkiye ile Libya arasında 27 Kasım'da imzalanan ve 8 Aralık'ta yürürlüÄŸe giren deniz yetki alanları sınırlandırmasına dair mutabakat muhtırası, DoÄŸu Akdeniz'deki tüm ezberleri bozduÄŸu gibi var olan gerilimi de bir adım daha öteye taşıdı. Türkiye, Libya ile imzaladığı bu anlaÅŸmanın bir benzerini 2011 yılında KKTC ile yapmıştı. Böylece Libya ile varılan mutabakat, DoÄŸu Akdeniz'de kıyıdaÅŸ bir ülkeyle yapılan ikinci anlaÅŸma olarak tarihteki yerini aldı. Fakat KKTC ile yapılan anlaÅŸma, Libya ile varılan mutabakat kadar ses getirmedi, tepkilere yol açmadı.
 
En ÅŸiddetli tepki Yunanistan’dan geldi. Atina, Libya'nın Atina Büyükelçisini istenmeyen kiÅŸi (persona non grata) ilan etti ve ardından Büyükelçi Muhammed Yunus Menfi’yi sınır dışı etti. Yunanistan DışiÅŸleri Bakanı Nikos Dendias’a göre, Ankara ile Trablus arasında imzalanan mutabakat muhtırası, uluslararası hukuku açık bir ÅŸekilde ihlal ediyordu. Yunanistan DışiÅŸleri Bakanlığı kendi görüÅŸünden hareketle Türkiye'nin, Girit adası ve On Ä°ki Adanın deniz alanlarını gasp ettiÄŸi gerekçesiyle Türkiye’yi önce BirleÅŸmiÅŸ Milletlere (BM) ÅŸikâyet etti; ardından zaman kaybetmeden itirazını Avrupa BirliÄŸi’ne taşıdı. Yunanistan’ın buraya kadar yaptıkları bir noktaya kadar kabul edilebilir. Fakat Yunanistan BaÅŸbakanı Miçotakis’in 6 Aralık günü yaptığı açıklamada, “Pontus soykırımını” uluslararası kamuoyunun gündemine getireceÄŸiz tehdidi izahı güç bir garabettir. Ä°ÅŸin ilginç yanı, Lozan AntlaÅŸması’nda Yunanistan Anadolu’da Türklere uyguladığı katliam ve mezalimlerden ötürü tazminat ödemeye mahkûm edilmiÅŸti. Atina’nın bu çıkışı, uluslararası iliÅŸkilerin nasıl bir sahada icra edildiÄŸini ve tarihin siyasi amaçlar için nasıl kullanıldığını göstermesi bakımından dikkate deÄŸerdir.  
 
Brüksel'de bir araya gelen Avrupa BirliÄŸi’ne üye 27 ülkenin devlet ve hükümet baÅŸkanları 12 Aralık PerÅŸembe gecesi Türkiye’yi hedef alan ortak bir bildiri yayınladılar. Ortak bildiride, mutabakat muhtırasının üçüncü devletlerin egemenlik haklarına halel getirdiÄŸi, uluslararası deniz hukukunu ihlal ettiÄŸi ve bu baÄŸlamda anlaÅŸmanın üçüncü taraflar açısından hiçbir hukuki sonuç doÄŸurmayacağı ifade edildi. Bildiri ayrıca, Yunanistan ve Güney Kıbrıs'a verilen desteÄŸin hiçbir deÄŸiÅŸikliÄŸe uÄŸramadan aynen devam edeceÄŸini kamuoyuna duyurdu. Güney Kıbrıs’ın 2004 yılında birliÄŸe katılmasıyla Avrupa BirliÄŸi doÄŸu sınırlarını Kıbrıs’a kadar geniÅŸletmiÅŸti. Bu, Kıbrıs’ın bölünmüÅŸlüÄŸünü perçinleyen tarihi bir hataydı. DiÄŸer taraftan Avrupa BirliÄŸi’nin hararetle desteklediÄŸi BM Barış Planı’nı (Annan Planı) tüm baskılara raÄŸmen Rum tarafının kabul etmemesi; ancak yine de bir hafta sonra üyeliÄŸe kabul edilmesi, Avrupa BirliÄŸi’nin tarafsızlığa ve temel prensiplerine büyük bir ÅŸüphe düÅŸürdü.
 
AB üst mahkeme gibi davranıyor
 
Avrupa BirliÄŸi Kıbrıs meselesinde gösterdiÄŸi tutarsızlığı ve tarafgirliÄŸi, DoÄŸu Akdeniz deniz yetki alanları konusunda da bir kez daha ortaya koydu. Sevilla Üniversitesi’ne hazırlattığı haritayla Türkiye’nin denizlerdeki egemenlik haklarını görmezlikten geldi. Türkiye’yi DoÄŸu Akdeniz’de küçük bir deniz alanına sıkıştırma niyeti taşıyan “Yeni Sevr Haritası” ile Avrupa BirliÄŸi bölgenin büyük bir kısmında Kıbrıs üzerinden etki kurmaya çalıştı. Dolayısıyla bugün Avrupa BirliÄŸi’nin Rum/Yunan ikilisini kayıtsız ÅŸartsız desteklemesi, yalnızca bu iki ülkenin AB üyesi olmasından deÄŸil, Avrupa BirliÄŸi’nin DoÄŸu Akdeniz’deki menfaatlerinden ileri gelmektedir. Dikkat edilecek olursa, Avrupa BirliÄŸi sanki bir uluslararası mahkeme gibi hareket etmekte; deniz yetki alanlarının belirlenmesinde kendisini yetkin üst bir otorite olarak göstermektedir. Hâlbuki Avrupa BirliÄŸi ne bir mahkeme ne de üst bir otoritedir. Dolayısıyla AB bu hususta bir hüküm ortaya koyamaz. O ancak kendi siyasi hissiyatını yansıtabilir.
 
Yaptırım kararları
 
Türkiye’nin DoÄŸu Akdeniz’deki kararlı duruÅŸundan rahatsızlık duyanlardan biri de ABD’dir. Washington, Türkiye ile Rusya arasındaki her türlü iÅŸbirliÄŸini stratejik açıdan tehlikeli görmektedir. Bilhassa iki ülke arasında geliÅŸtirilen enerji projelerine Beyaz Saray ÅŸiddetle karşı çıkmaktadır. ABD makamlarına göre, Avrupa hızlı bir ÅŸekilde Rus enerjisine bağımlı hale gelmektedir ve bu projelerin nihai amacı, Almanya ve Avrupa’nın ABD ile olan iliÅŸkilerini zayıflatmaktır. Bu endiÅŸeden dolayı ABD, Türk Akım ve Kuzey Akım-2 doÄŸalgaz boru hattı projelerine başından beri karşı çıktı. Libya ile yapılan anlaÅŸmanın da tetiklemesiyle, ABD Kongresi 17 Aralık tarihinde kabul ettiÄŸi “Ulusal Savunma Yetki Yasası” kapsamında Türkiye’ye bir dizi yaptırım kararı aldı.
 
Türkiye'ye F-35 uçaklarının teslim edilmemesi, S-400 tedariki nedeniyle Türkiye’ye ek yaptırımlar getirilmesi, Türk  Akım projesinde boru döÅŸeme çalışmalarına katılan gemilere ve gemilerle baÄŸlantılı çalışan yabancı uyruklu kiÅŸilere yaptırımlar uygulanması, Rus askeri gemilerine Kıbrıs limanlarını kapatmak koÅŸuluyla Güney Kıbrıs’a yönelik silah ambargolarının kaldırılması, kongrenin aldığı kararlar arasında yer alıyor. 2 AÄŸustos 2017’de BaÅŸkan Trump’ın imzasıyla yürürlüÄŸe giren “Amerika’nın Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşı Koyma Yasası (CAATSA)” uluslararası hukukun en kadim ilkesi olan devletlerin egemen eÅŸitliÄŸi prensibine aykırı olmasına karşın, ABD Kongresi bu yasayı diÄŸer devletlere silah gibi kullanmaktadır. Bu, uluslararası hukuku ayaklar altına alan açık bir ihlaldir.
 
Kongre’nin Türkiye’ye karşı önyargılı, hasmane ve hukuk dışı bir davranış sergilediÄŸini ortaya koyan bir diÄŸer geliÅŸme, Türkiye’ye karşı siyasi bir ÅŸantaja çevirdiÄŸi, “Ermeni soykırımı iddiasını” yeniden Ankara’nın önüne koymasıdır. Bu çerçevede ABD Senatosu 12 Aralık 2019 tarihli bir kararıyla 1915 olaylarının “soykırım” olduÄŸunu kabul etti. Parlamentoların tarihteki bir olay hakkında karar verme yetkileri ve salahiyetleri yoktur. Gerek Yunanistan’ın gerekse de ABD’nin “soykırım” ipine sarılması, tarihi ve hukuki temelden yoksun bir davranış olduÄŸu kadar gayri ahlaki bir tavırdır. Tüm bu eylem ve davranışların amacı, Türkiye’yi DoÄŸu Akdeniz’de diz çöktürmeye zorlamaktır. GörüldüÄŸü üzere Türkiye’nin kendi egemenlik haklarını kullanmaktan geri adım atmayacağını ısrarla ortaya koyması diÄŸer aktörleri her türlü çirkefliÄŸi yapmaya yöneltebilmektedir.
 
Hafter ve onu destekleyen Mısır, Rusya, BAE, Suudi Arabistan, Fransa ve Yunanistan gibi ülkelere göre mutabakat muhtırası gayri meÅŸrudur. Türkiye'yi düÅŸman devlet kategorisinde gören Hafter, Ankara’yı terörizme destek veren Trablus hükümetiyle birlikte hareket etmekle suçluyor. Türkiye’nin Libya’nın içiÅŸlerine karıştığını, burada askeri üsler kurma niyeti taşıdığını öne süren Hafter, tüm bunlara izin vermeyeceÄŸini ifade etmektedir. Hafter'in donanma komutanı Farag el Mehdevi’nin, sosyal medya hesabından yaptığı açıklama ise daha ilginçtir.  Farag el Mehdevi, “Trablus'u özgürleÅŸtireceÄŸiz ve Türk rüyasını yok edeceÄŸiz” diyordu.
 
Mısır’ın da menfaatine ama karşı
 
Mısır CumhurbaÅŸkanı Abdülfettah el Sisi, Halife Hafter'e baÄŸlı “Libya Ulusal Ordusu”na verdikleri destekten vazgeçmeyeceklerini ve Ankara ile Trablus arasında imzalanan anlaÅŸmaları tanımayacaklarını bildirdi. Mısır’a göre anlaÅŸmalar yok hükmündeydi. Dahası Sisi, Türkiye’nin Libya'yı kontrol etmesine asla müsaade etmeyeceklerini, zira bu durumun Mısır için bir ulusal güvenlik meselesi olduÄŸunu vurguluyor. Hâlbuki iÅŸin akıl almayan yönü, gerek Sisi’nin gerekse de Hafter’in Mısır ve Libya’nın Türkiye ile anlaÅŸması durumunda her iki ülkenin daha büyük deniz alanlarına kavuÅŸacağını bilmelerine raÄŸmen buna karşı çıkmalarıdır. Bu, kendi ülkelerinin milli menfaatlerine aykırı bir durumdur.
 
DoÄŸu Akdeniz’de deniz yetki alanları üstünden egemenlik tartışmaları devam ederken diÄŸer taraftan Kıbrıs ve çevresinde askeri hazırlıkların hız kesmeden sürdürüldüÄŸü görülüyor. Rumların Ä°srail’den Ä°HA satın alması, Fransa’ya deniz üssü vermesi, ABD’nin Rumlara yönelik silah ambargosunu kaldırması, çok sayıda savaÅŸ gemisinin DoÄŸu Akdeniz’i çevrelemesi gibi birçok askeri geliÅŸme yaÅŸanıyor. Fakat bunlar içerisinden uluslararası basının sadece Türkiye’nin askeri faaliyetlerini gündeme taşımasını soÄŸukkanlı bir ÅŸekilde tahlil etmek gerekiyor. Türkiye ise tüm askeri ve siyasi gücüyle 1918 yılına benzer ÅŸartların oluÅŸmaması için mücadele ediyor. Bu kapsamda geçtiÄŸimiz günlerde Ankara ile KKTC arasında yapılan bir mutabakatla Geçitkale Havaalanı Türk Silahlı Kuvvetlerine hava üssü olarak tahsis edildi. KKTC Bakanlar Kurulu’nun aldığı bu karar doÄŸrultusunda Türkiye’ye ait SÄ°HA ve Ä°HA’lar DoÄŸu Akdeniz’deki sondaj ve sismik araÅŸtırma faaliyetlerini bu üsten takip edecek.  Böylece ÅŸimdiye kadar MuÄŸla ve Çanakkale’de görev icra eden bu askeri araçlar Geçitkale’ye konuÅŸlandırılacak. Bu kararın Ä°srail’in Rum kesimine insansız hava araçları temin etmesinin ardından alındığı unutulmamalıdır.  
 
Sonuç
 
Türkiye’nin DoÄŸu Akdeniz’deki tüm adımları, kendi ve Kıbrıs Türklerinin egemenlik haklarını korumak içindir. Fakat uluslararası basın bu durumu bilinçli bir ÅŸekilde görmezlikten gelerek, Ankara’nın hamlelerini, “yayılmacı bir eÄŸilim” ÅŸeklinde uluslararası kamuoyuna servis ediyor. Aslında tüm bunlar gerçeÄŸi yansıtmadığı gibi Türkiye’yi sindirmek üzere özenle kaleme alınmış propaganda metinleridir. Özellikle Avrupa ve Amerika’da yaÅŸayan ve Türk hükümetine husumet besleyen Türkiye kökenli isimler bu sindirme projesine özenle alet ediliyorlar. Bu çerçevede anti-demokratikleÅŸme, ifade ve basın hürriyetinin ayaklar altına alındığı, Batılı müttefiklerle arasındaki ayrılıkların derinleÅŸtirdiÄŸi, savunma sanayine sürekli yatırımlar yaparak silahlandığı, Rusya’dan S-400 alımı yaparak “NATO’ya ihanet ettiÄŸi”, özgür ülkelerin DAEÅž teröründen korunabilmesine yardım eden “Kürtlere” Türkiye’nin savaÅŸ açtığı ve Yunanistan ve Güney Kıbrıs baÅŸta olmak üzere komÅŸu ülkeleri tehdit edici saldırgan bir politika izleyerek bölgede barışı ve istikrarı tehlikeye attığı uluslararası basında sıkça yer bulan haber ve yazılardır.
 
Sistematik ÅŸekilde yürütülen bu propagandanın üç amacı bulunduÄŸu söylenebilir: ABD ve AB’nin desteÄŸiyle kurulan DoÄŸu Akdeniz Gaz Forumu üyesi ülkeleri Türkiye’ye karşı cesaretlendirmek, Ankara’nın direncini kırmak ve iddialarından geri adım atmasını saÄŸlamak ve Batı’nın yegâne müttefiki Ä°srail’in bölgesel güç ve güvenlik politikalarına yardımcı olmak. DoÄŸu Akdeniz’deki gerilimin ABD’nin kayıtsız ÅŸartsız Ä°srail’i, AB’nin ise Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ı desteklediÄŸinden ortaya çıktığı asla göz ardı edilmemelidir.
 
Türkiye; Yunanistan, Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Ä°srail’in DoÄŸu Akdeniz’de anlaÅŸma hazırlığı içerisinde olduÄŸu bir sırada Libya ile anlaÅŸarak beklenmedik bir hamle yaptı. Böylece Yunanistan ile Mısır’ın, Yunanistan ile Güney Kıbrıs’ın deniz yetki sınırlandırma anlaÅŸması yapmasının önüne geçti.Hiçbir komÅŸu veya bölge ülkesinin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarına halel getirmeyen mutabakat muhtırasına uluslararası alanda artan öfkenin özünün bu olduÄŸu ileri sürülebilir. Ankara açısından en büyük kazanım ise Türkiye’nin dış güvenlik sınırını DoÄŸu Akdeniz’de Libya sınırına kadar uzatmış olmasıdır. Bu olay, bir ülkenin dış güvenlik hattının sınırının nerede baÅŸlayacağını göstermesi bakımından oldukça önemlidir. 
 
 
 
Müellif: Doç. Dr. Ä°smail Åžahin/ Bandırma Onyedi Eylül Üniv. Uluslararası Ä°liÅŸkiler Bölüm BaÅŸkanı
 Kaynak: Star Açık GörüÅŸ

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.