Sosyal Medya

Kemal Sayar: Çocukların yavaş büyümeye hakkı vardır

ALTI yaşındaki çocuklar pop yıldızlarını taklit ediyor, sekiz yaşındaki çocuklar cinayetler içeren video oyunları oynuyor; küçücük çocuklar, televizyon dizilerinden cinsellikle ilgili pek çok malumat ediniyor. Televizyon ve internet, çocuklardan saklanan hayatın gerçeklerini ortaya döküyor. Günümüzde, çocukların çabuk büyümeleri konusunda bir baskıya maruz kaldıkları dile getirilmekte. İyi de ne demek çabuk büyümek? İlk akla gelen tanımlamayla ifade edersek çocukların, erişkin hayatın cinsellik, küfürlü konuşma ve şiddet gibi -aslında onlardan saklanması gereken- öğelerine daha fazla maruz kalması. Günümüzde yetişkinlik ve çocukluk arasındaki sınırlar giderek muğlaklaşıyor. Medya, çocukları çabucak büyüterek etkisi altına almak ve dolayısıyla reklamcılığın av sahasına dâhil etmek istiyor.



Söz konusu baskı sadece medyadan deÄŸil, ebeveynlerden de gelebiliyor. Dâhi bir çocuk beklentisi içinde olan ebeveynler, çocuklarına zihinsel açıdan hızla geliÅŸmeleri için baskı yapabiliyor. Böylece baÅŸarının yetiÅŸkin dünyasındaki ölçütleri, çocuklara adeta şırınga edilmiÅŸ oluyor. Kolayca ÅŸekil ve kıvama gelebilen, her türlü eÄŸip bükmeye müsait bir varlık gibi algılanan çocuklar, hep bir adım daha ileri gitmeleri konusunda zorlanıyor. Sorun ÅŸu ki tüm bu zihinsel zorlamalara raÄŸmen, çocukların duyguları aynı hızla geliÅŸmiyor. Kendine has bir zamanlama ve ritme sahip olan duygular, “hızlı büyüme”ye zorlandığında, ergenlik dönemi boyunca sorun yaratan ve üzüntü veren davranışlara neden olabiliyor. Çocuklar büyümek, öÄŸrenmek ve geliÅŸmek için zamana ihtiyaç duyuyor.
 
Ebeveynlerdeki bu hırsın modern ekonomiye bir cevap olduÄŸunu söyleyenler var. KüreselleÅŸme ve “ekonomik akılcılık” çağında pek az kiÅŸi kendini emniyette hissediyor. Cüzdanlarımızda daha fazla para var. Ama bunun yanında alınması gereken daha çok ÅŸey ve bütün bunları kazanmak için harcanması gereken daha fazla mesai de var. Sahip olunan ÅŸeylerin baÅŸarı olarak görüldüÄŸü, hayatın öncelikli gündeminin ekonomik mücadele olduÄŸu bir dünyada, anne-babalık da iÅŸ hayatındaki sert ve rekabetçi üsluba bürünüyor.
 
Tüm bu yapılması gerekenler arasında çocuklar, gerçekten çocuk olmaya zaman bulamıyor. Sınırları zorlaması istenen çocuklar endiÅŸe belirtileri gösteriyor; yalnız kalmaktan, hata yapmaktan korkuyorlar. Yalnızlıkla baÅŸ etmek için içsel kaynaklarına müracaat edemeyen çocuklar, hep bir ilgi arayışı içine giriyorlar.
 
Peki bu konuda ne yapılmalı? Bırakalım çocuklar diledikleri gibi çocukluÄŸunu yaÅŸasınlar. Oyun, çocuklarda kiÅŸiliÄŸin ve bağımsızlık duygusunun geliÅŸmesini saÄŸlar. Organize edilmemiÅŸ, rehbersiz, biçimsiz, hayal ürünü oyunlar çocuklara iyi gelir. Kendi başına vakit geçirebilmeleri de bir meziyettir. Ancak küçük çocuklar en iyi, gerçek oyuncaklar, diÄŸer çocuklar ve yetiÅŸkinlerle oynarken öÄŸrenirler. Dokunma duyusuna ve sosyal deneyimlere dayanan bu faaliyetler, çocukların erken dönem geliÅŸimlerinde çok etkili olabiliyor. Zaten çocuklar ihtiyaç duydukları uyaranları her gün karşı karşıya kaldıkları dünyadan alabiliyorlar. Çocukların, merak ettikleri soruların cevabını kendi gözlemleriyle kendi çevrelerinden bulmaları, onları hem duygusal hem zihinsel açıdan zenginleÅŸtiriyor.
 
Çocukların iç dünyalarına saygı göstermeliyiz. Bırakalım çocuklarımız da biz nasıl büyüdüysek öyle büyüsün; düÅŸe kalka, toza çamura bulanarak, anne babalarının güven verici varlığında seçim ve hata yapabilmenin özgürlüÄŸünü içlerine çekerek, yani hayatın ritmine uyarak. Bize düÅŸen onlara güvenli bir ortam saÄŸlamak. Bu güveni hissettiklerinde etrafı daha kolay keÅŸfeder, daha kolay bağımsızlık duygusu edinirler.
 
Zamanın giderek daha fazla parçaya bölündüÄŸü, akışının parçalandığı bir çaÄŸda o kadar çok iÅŸ yapıyoruz ki, anne babalığımız da günübirlik yaptığımız iÅŸlerden sadece bir tanesi oluveriyor. Bir bilimsel çalışmaya göre Ä°ngiliz anne-babalar çocuklarıyla günde ortalama sekiz dakikalık anlamlı konuÅŸma gerçekleÅŸtirirken; bu süre Amerikalı anne-babalar için sadece beÅŸ buçuk dakika. 1965 yılından 1990 yılına dek anne-babaların çocuklarına ayırdıkları süre, neredeyse yarı yarıya azalmış durumda. Bir ebeveynin çocuÄŸu ile hem dem olabilmesi, kafası dağılmadan, sıkıntısız bir biçimde onu dikkatinin odağına oturtabilmesiyle mümkün. Çocuklar kendilerine çeki düzen vermeyi iÅŸte bu uyumla öÄŸreniyor. Anne-babalar çocuÄŸun ritimlerini hissedip buna cevap verebilirlerse çocuklar, duygusal dünyalarına çeki düzen verme konusunda daha baÅŸarılı olabiliyor.
 
DiÄŸer yandan saldırganlık içeren video oyunları ile büyüyen çocuklar, hızın daha önemli olduÄŸuna inanıyor. Bu oyunların yüksek hızına kendisini ayarlayan beyinde, riski hissedip uyarı gönderen ve hatta baÅŸkasının acısını hissetmeyi saÄŸlayan beyin bölgeleri, giderek daha etkisiz hale geliyor. Saldırgan kiÅŸilikleri olmayan çocuklar bile bu tür oyunları izledikten sonra daha kolay kavgaya tutuÅŸuyor. Televizyon ve video oyunları diyetiyle büyüyen kuÅŸakta bağımlılık giderek daha yaygın bir sorun haline geliyor. Ani duygusal uyarılar ve hızla deÄŸiÅŸen imgeler, beynin dikkatini iç âlemden alıp, dış uyaranlara döndürüyor. Dikkat eksikliÄŸi giderek yaygınlaÅŸan bir sorun haline geliyor. Sürekli uyarılan ama dünyaya etkin bir biçimde katılmayan çocukların ritimleri de gerçek hayatın sohbet ve iliÅŸkilerinden çok, oyunların ritmine ayarlanıyor.
 
Çocuklarımızı ve gençleri oyunların başından alıp onlarla uzun uzun konuÅŸmamız gerekiyor. TelaÅŸla deÄŸil; zamanı içlerine çekerek, zamanın geniÅŸliÄŸini doyasıya tadarak, usul usul büyümek onların en doÄŸal hakkı. Ä°ÅŸe, çoktandır çocuklarımızın yeteneklerini törpüleme vazifesi edinmiÅŸ okullarda, konuÅŸma ve sohbeti diriltmekle baÅŸlayabiliriz. Giderek daha fazla gencin online sohbet odalarında ‘konuÅŸtuÄŸu’, bedenin iletiÅŸime dahil olamadığı bir zamanda, dili eÄŸip bükmeden, kelimelerin sıcaklığını hissederek konuÅŸmak özendirilmelidir. Sınıf içinde sohbet edebilmek, öÄŸrencilerin köprüler kurmak ve olan biteni yorumlamak yolundaki becerilerini geliÅŸtirecektir. Evin içinde de televizyonun uÄŸultusunun, bilgisayarın vızıltısının dindiÄŸi ‘kurtarılmış’ anlar olmalıdır. Ev ve okula ‘yavaÅŸla’ tabelaları asabiliriz. Ve sonra atalarımızın ve dedelerimizin öykülerini çocuk ve gençlerimize usul usul anlatmaya baÅŸlayabiliriz.
Usul, asildir. Çocukların yavaÅŸ büyümeye hakkı vardır. 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.