Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Bertrand Russell: Makineler mi duyguları, yoksa duygular mı makineleri yok edecek?

Makineler mi duyguları, yoksa duygular mı makineleri yok edecek? Bu soru uzun zaman önce Samuel Butler tarafından Erewhon’da ortaya atılmış ve makine imparatorluğunun büyümesiyle de gittikçe daha güncel bir hal almıştır.



Ä°lk bakışta, makineler ile duygular arasında neden bir karşıtlık olması gerektiÄŸi sorusunun yanıtı açık deÄŸildir. Her normal erkek çocuk makinelere bayılır; büyüyüp güçlendikçe de onları daha çok sever. Japonlar gibi uzun ve yetkin bir sanat geleneÄŸine sahip uluslar, ilk karşılaÅŸtıklarında, Batı’nın mekanik yöntemlerinin büyüsüne kapılır ve bizleri olabildiÄŸince çabuk taklit etmeye can atarlar. EÄŸitim görmüÅŸ ve dünyayı dolaÅŸmış bir Asyalıyı hiçbir ÅŸey “DoÄŸu’nun bilgeliÄŸi”nden, ya da Asya uygarlığının geleneksel erdeminden söz edilmesi kadar sinirlendiremez; kendini oyuncak otomobiller yerine bebeklerle oynaması istenmiÅŸ bir erkek çocuk gibi hisseder. Ve her erkek çocuk gibi, oyuncak otomobil yerine gerçeÄŸini ister, ezilebileceÄŸini hiç düÅŸünmeden. Makineler henüz yeniyken, birkaç ÅŸair ve estetikçiyi saymazsak, Batı’da da aynı coÅŸku vardı.
 
On dokuzuncu yüzyıl kendini daha çok mekanik ilerleme nedeniyle öncekilerden daha üstün sayardı. Peacock (Thomas Love Peacock (1785-1866): Ä°ngiliz ÅŸair ve romancı. (Ç.N.)) gençliÄŸinde “buhar beyinli toplum” ile alay eder; çünkü kendisi bir yazın adamıdır ve ona göre uygarlığı Grek ve Romalı yazarlar temsil ederler. Ancak, o dönemde yaygın olan eÄŸilimlerden uzak olduÄŸunun da farkındadır. DoÄŸaya dönüÅŸleri ile Rousseau’nun (Jean Jacques Rousseau (1712-1778): Fransız yazar, filozof ve toplum teorisyeni. (Ç.N.) müritleri, OrtaçaÄŸlılıkları ile Göl Åžairleri (Göl Åžairleri: Ä°ngiltere’de Göller Bölgesi’nde yaÅŸamış Ä°ngiliz ÅŸairleri Wordsworth (1770-1850), Coleridge (1772-1834) ve Southey (1774-1843). (Ç.N)), News from Nowhere (Olmayan Ülkeden Haberler) (zamanın hep haziran olduÄŸu ve herkesin harman kaldırdığı bir ülke) kitabı ile William Morris: (William Morris (1834-1896): Ä°ngiliz ÅŸair, ressam ve sosyalist. (Ç.N.) bunların hepsi tümüyle duygusal ve tepkisel olan bir çıkışı temsil ederler.
 
Makinelere karşı duygusal olmayan rasyonel bir karşıtlığı ilk ortaya koyan Samuel Butler olmuÅŸtur. Ancak bu onun için belki de bir jeu d’esprit’den (kelime oyunundan) baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildi -bunun köklü bir kanı olmadığı kesindir. Onun gününden bugüne, en çok makineleÅŸmiÅŸ uluslardan çok kiÅŸi Erewhon-vari’ bir görüÅŸü içtenlikle benimseme eÄŸilimindedir; yani bu görüÅŸ, uygulanmakta olan sanayi yöntemlerine karşı olanların tavırlarında, açık veya kapalı ÅŸekilde, kendini gösterir. Makinelere tapılır, çünkü güzeldirler; deÄŸer verilir, çünkü güç saÄŸlarlar; onlardan nefret edilir, çünkü çok çirkindirler; onlardan tiksinilir, çünkü kölelik getirirler. Bu tutumlardan birinin “doÄŸru” ötekinin “yanlış” olduÄŸunu düÅŸünmeyelim. Bu, insanların kafası olduÄŸu doÄŸrudur ama ayakları olduÄŸu yanlıştır demeye benzer; gerçi Lilliputluların bu soruyu Gulliver hakkında tartıştıkların kolayca düÅŸleyebiliriz.
 
Bir makine Binbir Gece Masallarındaki Cin gibidir; sahibi için güzel ve yararlı; düÅŸmanları için çirkin ve tehlikeli. Ancak günümüzde hiç bir ÅŸeyin kendisini bu denli belirgin bir yalınlıkla göstermesine izin verilmez. Makine sahibinin, ondan uzakta oturduÄŸu, gürültüsünü iÅŸitmediÄŸi, gözleri rahatsız eden atık yığınlarını görmediÄŸi, zararlı dumanlarını koklamadığı doÄŸrudur; eÄŸer makineyi görmüÅŸse, o da çalıştırılmaya baÅŸlamadan önce, çıkardığı toz ve sıcaktan rahatsız olmasına gerek kalmadan, gücü ya da bir saat gibi iÅŸlemesini gururla seyrettiÄŸi zamandır. Makineye, onunla yaÅŸayıp onunla çalışanların görüÅŸ açısından bakması istenirse de cevabı hazırdır. Makinenin çalışması sayesinde bu insanların, büyük dedelerinden daha fazla -çoÄŸu zaman çok çok daha fazla- ÅŸey satın alabildiklerine dikkat çekebilir. Öyleyse, hemen herkesçe yapılan bir varsayımı kabul edersek, büyük dedelerinden daha mutludurlar. Bu varsayıma göre insanları mutlu eden, maddi ÅŸeylere sahip olmaktır. Ä°ki odası, iki yatağı ve iki ekmeÄŸi olan bir kiÅŸinin bir odası, bir yatağı ve bir ekmeÄŸi olan kiÅŸiden iki kat mutlu olduÄŸu; kısacası, mutluluÄŸun gelirle orantılı olduÄŸu düÅŸünülmektedir.
 
Bazı kiÅŸiler, her zaman da tam içtenlikle olmadan, din ve ahlak adına bu fikre karşı çıkar; ama vaazlarının dokunaklılığı sayesinde gelirleri artarsa ona da sevinirler. Benim karşı çıkmak istemem din ya da ahlak bakımından deÄŸil, psikoloji ve yaÅŸamın gözlemlenmesi açısındandır. EÄŸer mutluluk gelirle orantılı ise makinenin üstünlüÄŸü kuÅŸku götürmez; deÄŸil ise sorunun tümüyle irdelenmesi gerekir. Ä°nsanların fiziksel gereksinimleri, ayrıca bir de duyguları vardır. Fiziksel gereksinimler karşılanmamışsa, onlar önceliklidir; ama eÄŸer karşılanmışlarsa, bir insanın mutlu ya da mutsuz olmasını saptamada, gereksinimlerle baÄŸlantısı olmayan duygular önem kazanır. Bugünkü sanayi toplumlarında zorunlu fiziksel gereksinimleri karşılanmamış pek çok kadın, erkek ve çocuk vardır; onlar bakımından mutluluÄŸun ilk koÅŸulunun gelir artışı olduÄŸunu inkar etmiyorum. Ancak öyle kimseler azınlıktadırlar; hepsinin yaÅŸamsal gereksinimlerini saÄŸlamak da zor deÄŸildir.
 
Ben onlar hakkında deÄŸil, yaÅŸamlarını sürdürmek için gerekenden fazlasına sahip olanlar -sadece çok fazlasına deÄŸil, aynı zamanda biraz fazlasına sahip olanlar- hakkında konuÅŸmak istiyorum. Hemen hepimiz, gelirimizi artırmayı gerçekte neden isteriz? Ä°steklerimiz ilk bakışta maddi ÅŸeyler gibi görünebilir. Gerçekte ise bunları daha çok komÅŸularımızı etkilemek için isteriz. Daha iyi bir mahallede daha büyük bir eve taşınan bir adam karısını “daha iyi” insanların ziyaret edeceÄŸini; eski ve yoksul komÅŸularla iliÅŸkilerin artık kesilebileceÄŸini düÅŸünür. OÄŸlunu iyi bir okula ya da pahalı bir üniversiteye gönderdiÄŸinde, ödediÄŸi yüksek harçlara karşılık kazanılacak sosyal saygınlığı düÅŸünerek kendini teselli eder. Amerika’da olsun Avrupa’da olsun bütün büyük ÅŸehirlerde bazı mahallelerdeki evler, sadece kibar insanlar arasında revaçta oldukları için, öteki mahallelerdeki aynı nitelikleri taşıyan evlerden daha pahalıdır. En güçlü tutkularımızdan biri de baÅŸkalarının takdir ve saygısını kazanma arzusudur. Bugünlerde takdir ve saygı, zengin görünen insanlara karşı duyulmaktadır. Ä°nsanların zengin olmak istemelerinin baÅŸlıca nedeni budur.
 
Paraları ile satın aldıkları mallar ikinci dereceden önem taşır. ÖrneÄŸin, bir resmi ötekinden ayırdedemeyen ve uzmanlar yardımıyla eski ustaların bir galeri dolusu resmini toplamış olan bir milyoneri ele alalım. Aldığı yegane zevk, baÅŸkalarının onların kaça mal olduÄŸunu bilmesidir. Halbuki dergilerin Noel sayılarındaki dokunaklı posterlerden daha dolaysız ve daha çok zevk alabilir; ancak o yolla egosu için aynı doyumu elde edemez. Bütün bunlar baÅŸka türlü de olabilir; birçok toplumda olmuÅŸtur da. Aristokratik dönemlerde insanlara soylarına bakarak deÄŸer biçilirdi. Tuhaf gelebilir ama Paris’te bazı çevrelerde insanlar resim ve edebiyat alanlarındaki yetkinlikleri nedeniyle deÄŸerli görülürler. Bir Alman üniver sitesinde, insan, bilgisinden dolayı takdir edilir. Hindistan da ermiÅŸlik, Çin de bilgelik saygınlık uyandırır.
 
Bu deÄŸiÅŸik örneklerin incelenmesi tanımızın doÄŸru olduÄŸunu gösteriyor; çünkü hepsinde insanların büyük bir yüzdesi, yaÅŸamlarını sürdürecek ölçüde sahip olduklarında, paraya karşı ilgisizdirler. Ancak onlar da çevrelerinde saygınlıklarını saÄŸlayacak meziyetlere sahip olmayı yürekten arzu ederler. Bu örneklerin önemi, günümüzdeki zenginlik özleminin insan doÄŸasından gelmemesinde, çeÅŸitli sosyal kuruluÅŸlarca ortadan kaldırılabilir olmasında yatar. Yasa gereÄŸi hepimizin geliri aynı olsaydı komÅŸularımızdan üstün olmanın baÅŸka yollarını arardık; maddi ÅŸeylere sahiplenmeye olan ÅŸimdiki ÅŸiddetli arzularımızın çoÄŸu da son bulurdu.
 
Bu arzular rekabet niteliÄŸi taşıdıklarından, rakibimize üstünlük saÄŸladığımız zaman bize mutluluk, ona da aynı ölçüde acı verir. Gelirlerde yapılacak genel bir artış rekabet açısından bir avantaj saÄŸlamaz; bu yüzden de rekabetten kaynaklanan bir mutluluk vermez. KuÅŸkusuz, satın alınan ÅŸeyleri kullanmaktan bir ölçüde zevk de alınır; ancak, gördüÄŸümüz gibi bu, zenginliÄŸi isteme nedenimizin önemsiz bir bölümüdür. Arzumuz rekabete dayalı olduÄŸu sürece zenginliÄŸin artması, ister genel olarak ister belli konularda, sonuçta insan mutluluÄŸunu artırmaz. -Makinelerin mutluluÄŸu artırdığını savunacaksak, yukarıdaki nedenlerden dolayı makinelerin getirdiÄŸi maddi refah artışı, mutlak yoksulluÄŸu önlemede kullanıldıkları durumlar dışında, önemli bir etken deÄŸildir. YoksulluÄŸu gidermek için kullanılmalarını gerektiren zorunlu bir neden de yoktur.
 
Nüfusun duraÄŸan olması halinde yoksulluk makine olmadan da önlenebilir; Fransa bunun bir örneÄŸidir; orada Amerika’dan, Ä°ngiltere’den ve savaÅŸ öncesi Almanya’sından çok daha az makine olduÄŸu halde yoksulluk çok azdır. Tersine, makinenin çok olduÄŸu bir yerde yoksulluk da çok olabilir. Bunun da örnekleri yüz yıl kadar öncesi Ä°ngilteresinin sanayi bölgeleri ile bugünkü Japonya’dır. YoksulluÄŸun önlenmesi makineye deÄŸil baÅŸka etkenlere baÄŸlıdır -kısmen nüfus yoÄŸunluÄŸuna, kısmen de siyasal koÅŸullara. Serveti artırmanın yoksulluÄŸu önleme dışında fazla bir deÄŸeri yoktur. Makineler bizi insan mutluluÄŸunun önemli ögeleri olan iki ÅŸeyden, doÄŸal davranma rahatlığından ve çeÅŸitlilikten yoksun bırakır. Makinelerin kendilerine özgü bir iÅŸleyiÅŸleri ve kendilerine özgü vazgeçilmez istemleri vardır: pahalı bir fabrikası olan bir kimse onu sürekli çalıştırmak durumundadır.
 
Duygular açısından, makinenin yarattığı en büyük sıkıntı onun düzenliliÄŸidir. Ve doÄŸaldır ki makineler açısından da, duygularda bulunan en büyük kusur, tersine, düzensiz olmalarıdır. Kendilerini “ciddi” sayan kiÅŸilerin düÅŸüncelerine makineler egemen olduÄŸundan bu kiÅŸilerin bir insan hakkında dile getirecekleri en büyük övgü onun makine gibi olması; yani güvenilir, dakik, kesin olmasıdır. Artık “düzensiz” bir yaÅŸam kötü bir yaÅŸamla eÅŸ anlamlı olmuÅŸtur. Bergson’un felsefesi bu görüÅŸe karşı bir protestoydu; entellektüel açıdan çok saÄŸlam olmamakla beraber sanırım, insanların gittikçe daha çok makineye dönüÅŸtürülmelerine karşı duyulan saÄŸlıklı bir endiÅŸeden esinlenmiÅŸti. YaÅŸamımızda, makineleÅŸmenin egemenliÄŸine karşı içgüdülerimizin ÅŸimdiye kadar gösterdiÄŸi baÅŸkaldırı talihsiz bir doÄŸrultuya yönelmiÅŸtir. Ä°nsanlar toplum halinde yaÅŸamaya baÅŸladığından bu yana savaÅŸ dürtüsü her zaman var olmuÅŸtur. Ancak bu, geçmiÅŸte, günümüzdeki kadar yoÄŸun ve kahredici deÄŸildi.
 
On sekizinci yüzyılda Ä°ngiltere ve Fransa dünya egemenliÄŸini elde etmek için sayısız savaÅŸlara girdiler; ancak birbirlerini hep sevip saydılar. Esir subaylar, kendilerini esir alanların sosyal yaÅŸantılarına katıldı; ziyafetlerde onur konukları oldular. 1665’te Hollanda ile yaptığımız savaşın baÅŸlarında, Afrika’dan gelen bir kiÅŸi Hollandalıların orada yaptıkları zulmü anlatmıştı. Biz -Ä°ngilizler bu hikayenin düzmece olduÄŸuna kendimizi inandırdık; adamı cezalandırdık ve Hollandalıların yalanlamasını yayınladık. Son savaÅŸta olsaydı o adama ÅŸövalyelik verir, söylediklerinin doÄŸruluÄŸuna kuÅŸkuyla bakanları da hapse atardık.
 
Modern savaÅŸlarda vahÅŸetin artması üç yönden makinelerin etkisine baÄŸlanabilir. Ä°lk olarak, daha büyük ordular kurulmasına olanak saÄŸlarlar. Ä°kinci olarak, insanların daha alt düzey duygularına hitabeden ucuz yayınları kolaylaÅŸtırırlar. Üçüncü olarak -bizi ilgilendiren de bu noktadır- insan doÄŸasının derinlerinde yatan, içinden geldiÄŸi gibi ve kuralsız yaÅŸamak isteyen yönünü baskı altında tutarlar; Bu, belirsiz bir huzursuzluÄŸa yolaçar; bu huzursuzluktan kurtulmanın olası yolu olarak da akıllara savaÅŸ fikri gelir. Son savaÅŸ gibi büyük bir kargaÅŸayı yalnızca politikacıların makineleÅŸmesine yüklemek yanlış olur. Belki Rusya için böyle bir açıklama yerinde olabilir.
 
Rusya’nın isteksiz savaÅŸmasının ve barışı saÄŸlamak için devrim yapmasının bir nedeni de budur. Ancak Ä°ngiltere, Almanya ve Amerika BirleÅŸik Devletleri’ndeki yaygın savaÅŸ arzusunun -1917’de- önünde hiçbir hükümet duramazdı. Bu tür bir genel isteÄŸin içgüdüsel bir temeli olmalıdır ve ben ÅŸahsen günümüzdeki savaÅŸ yanlısı güdülerin artmasının, modern yaÅŸamdaki düzenlilik, monotonluk ve güdümlü yaÅŸamanın yolaçtığı -genellikle bilinç-dışı- hoÅŸnutsuzluktan kaynaklandığına inanıyorum. Bu duruma makineleri yok ederek çare bulamayacağımız açıktır. Böyle bir yöntem tepkisel olur ve uygulama olanağı hiç yoktur. Günümüzde makineleÅŸmenin beraberinde gelen sakıncaları önlemenin tek yolu, çalışma aralarında heyecan verici uÄŸraÅŸlar için olanak saÄŸlayarak monotonluÄŸu kırmaktır.
 
Alplere tırmanma yoluyla yaÅŸamlarını tehlikeye atma olanağı bulsalar çoÄŸu insanın savaÅŸ özlemi de yok olur. Tanımak mutluluÄŸuna eriÅŸtiÄŸim en gayretli ve yetenekli barış gönüllülerinden biri, yazlarını Alplerin en tehlikeli doruklarına tırmanarak geçirmeyi adet edinmiÅŸti. EÄŸer çalışan herkese yılda bir aylık zaman vererek kendi arzusu doÄŸrultusunda, uçak kullanmak öÄŸretilse; veya Büyük Sahra’da zümrüt aramaya yöneltilse; ya da kendi insiyatifini kullanacağı herhangi baÅŸka bir tehlikeli ve heyecan verici uÄŸraÅŸa olanak saÄŸlansa, yaygın savaÅŸ arzusu sadece kadınlarla ve eli ayağı tutmayanlarla sınırlı kalır. Bu kiÅŸileri de barışçıl yapacak bir yöntem bilmediÄŸimi itiraf ederim; fakat eÄŸer iÅŸi ciddiyetle ele alırsa, bilimsel psikolojinin bir yöntem bulacağından eminim. Makineler yaÅŸam tarzımızı deÄŸiÅŸtirmiÅŸtir ama içgüdülerimizi deÄŸil. Bunun sonucunda uyum bozukluÄŸu yaÅŸanmaktadır. Duygu ve içgüdü psikolojisi henüz bebeklik evresinde. Psikanalizle bir baÅŸlanıç yapılmış bulunuyor; ancak bu sadece bir baÅŸlangıç. Psikanalizden öÄŸrendiklerimize göre ÅŸu gerçeÄŸi kabul edebiliriz ki, insanların hareketlerinde yöneldikleri amaçlar, bilinçli olarak seçtikleri amaçlar deÄŸildir; bu bütünüyle irrasyonel birtakım fikirleri de beraberinde getirir ve insanlara neden öyle yaptıklarının farkında olmaksızın, bu amaçların peÅŸinden gitme olanağı verir. Ancak, geleneksel psikanaliz çok çeÅŸitli olan ve kiÅŸiden kiÅŸiye deÄŸiÅŸen bilinç-dışı amaçlarımızı gereÄŸinden çok basitleÅŸtirmiÅŸtir.
 
Yakın zamanda sosyal ve siyasal olguların bu bakış açısından anlaşılması; böylece de insan doÄŸasına ışık tutması umulur. AnarÅŸik güdülerimizle baÅŸetmek için istem kullanmak ve zararlı eylemlere dış yasaklar koymak elveriÅŸli yöntemler deÄŸildirler. ElveriÅŸsiz olmalarının nedeni de bu güdülerin OrtaçaÄŸ efsanelerindeki Åžeytan kadar çok kılığa girebilmeleri ve bu kılıklardan bazılarının en aklı başında olanları bile yanıltmasıdır. ElveriÅŸli olacak tek yöntem önce içgüdüsel doÄŸamızın gereksinimlerini saptamak; sonra da onları karşılamanın en zararsız yolunu aramaktır. Makinelerin en çok engellediÄŸi ÅŸey içten geldiÄŸi gibi davranmak olduÄŸuna göre, yapılabilecek tek ÅŸey fırsat saÄŸlamaktır; fırsatı deÄŸerlendirmek de kiÅŸinin isteÄŸine bırakılmalıdır. Bu, kuÅŸkusuz, bir hayli masraf gerektirir; ama bu bedel bir savaşın giderleriyle kıyaslanamaz. Bilim fiziksel dünyanın yasalarını kavramakta harikalar yaratmıştır; ama ÅŸimdiye kadar, kendi doÄŸamızı, yıldızların ve elektronların doÄŸasına kıyasla çok daha az anlamış bulunuyoruz. Bilim, insanın doÄŸasını anlamayı öÄŸrendiÄŸinde, makinelerin ve fiziksel bilimlerin yaratamadığı mutluluÄŸu yaÅŸamımıza getirebilir.
 
Bertrand Russell, Sorgulayan Denemeler

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.