Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Dücane Cündioğlu :Ulema İran'da gerçekten özgürdür ve fakat devlete karşı özgürdür, halka karşı değil

(...) "Peygamberlerin ve onlarla birlikte mücadele eden mü'minlerin tarih boyunca ifa etmiş oldukları 'Örneklik' misyonunun günümüzdeki varisleri kimlerdir?" Kaynak: Ulemanın Konumuna Dair Mülahazalar - Dücane Cündioğlu



Tarih boyunca ve günümüzde birçok kimse bu soruyu el-Ulema veresetu'l-Enbiya (alimler peygamberlerin varisleridir) hadisiyle cevaplamışlar ve sadece muayyen bir sınıfa deÄŸil ama bir fonksiyonun, hatta bir misyonun sahipleri olan zevata iÅŸaret etmiÅŸlerdir. Merhum Ä°ranlı düÅŸünür Ali Åžeriati ise çok enteresan bir yorumla bu hadisi "Aydınlar peygamberlerin varisleridir" ÅŸeklinde deÄŸerlendirmiÅŸtir. Çünkü o ulema terimini, mevcut medlulünün aksine aydınlar olarak okuyor ve onlara "Ä°slam'ı tepetaklak ettiniz" diye haykırıyordu.

Netice olarak denebilir ki Ali Åžeriati'nin Hüseyniye-i Ä°rÅŸad için sunduÄŸu geçmiÅŸ program fevkalade hırslı bir taahhüt, öte yanda da mazi ile evvelce görülmemiÅŸ bir baÄŸ koparıştır. Ulema, Åžeriati'nin medrese müfredatı için önerdiÄŸi reforma muarızdı, zira bu reform onların ilmini fonksiyon dışı bırakacaktı. (Åžahruh Ahavi, Ä°ran'da Din ve Siyaset, sn. 271.) Bu niçin böyledir; yani niçin peygamberlerin varisleri alimler veya aydınlardır? Çünkü onların yorumuna göre "Kulları içinde ancak alimler (=ulema) Allah'tan korkarlar" (35/28). Nitekim Ebu'l-Ala el-Mevdudi bu ayetle ilgili olarak ÅŸu yorumu yapmaktadır:

Burada ilim'den; matematik, felsefe tarih ve diÄŸer pozitif bilimler kastolunmuyor, buradaki söz konusu ilim, Allah'ın sıfatlarını bilmektir. (...) Bu ayetteki alim ifadesiyle Kur'an, Hadis, Kelam ilimlerini bilenler kastedilmektedir... (Tefhim'ul-Kur'an, IV/498). (...) Bu izahların pragmatik deÄŸerini bir kenara bırakarak, mezkur hadisin lafzen sahih olup olmadığı, Ulema kelimesinin müfessir, muhaddis, fukaha ve hatta aydın anlamına gelip gelmediÄŸi ve Tevbe/122'den böyle bir istinbatta bulunmanın imkanı hususunda farklı yaklaşımlarda bulunmak ve ehl-i ilim ile ehl-i rüsum arasındaki derin farkı göstermek pekala mümkündür; yani bir anlamda söz konusu zevatın sosyal, kültürel ve bilimsel bir tanımlama içerisine mi, yoksa dini bir tanımlama içerisine mi girdikleri; -Ä°slam'da ruhbanlık ve bir 'din adamları sınıfı' olmadığına göre- deÄŸerlerini tevarüs ettikleri bir sınıftan mı, yoksa aktüel bir vaziyet alıştan, bir konumdan mı elde ettikleri tartışılabilirdi. Ancak makalenin amacı, hangi ilim dallarıyla uÄŸraÅŸanların doÄŸrudan fazilet ehli olabileceÄŸini tartışmak olmadığından, fazileti branÅŸlara deÄŸil, amel ve niyetlere havale etmek gerektiÄŸine inandığımızı söylemekle ve Tıb ya da Mühendislik tahsil etmekle Fıkıh, Tefsir, Kelam veya Hadis tahsil etmek arasında -sırf birer meslek olmaları itibariyle- bir fark olmadığını ve nihayet hepsinin ama hepsinin farz-ı kifaye ilimlerden olduÄŸunu belirtmekle yetiniyoruz.

Ne var ki burada asıl altının çizilmesi ve tartışılması gereken bir husus bulunmaktadır ki o da kendilerine Ulema DoÄŸuda Molla, Afrika'da Mallam, Hint alt kıtasında Mua'lam veya Mevtana, Malaya'da Guru veya Kiaytj denilen ve kendilerini bir tür sosyal, kültüre! ve hatta dini bir sınıfa mensup hisseden kimselerin günümüzde -yukarıda iÅŸaret ettiÄŸimiz doÄŸrultuda- "Allah'a ve Son Gün'e arzu duyanlar için" bir numune-i imtisal vasfı taşıyıp taşımadıklarıdır.

(...) Alimlerin iktisadi bağımsızlığından hareketle, yani 'sadece midelerini kimin doldurduÄŸuna bakarak' fikri ve siyasi bağımsızlık meselesini tartışmanın garabeti bir yana, bu yaklaşım neticesinde ÅŸu iki sınıfla karşılaÅŸmak kaçınılmaz olacaktır:

a. Devlet uleması.

b. Halk uleması.

(...) "Devlet uleması" denilen alimler tabakasının günümüzde üniversitelerde (Türkiye'de ayrıca Diyanette) devletin resmi memurları olmak sıfatıyla vazife yaptıkları bilinmektedir ve kendileri, üniversiteler ne denli özerk ise o kadar özerktirler; kaçınılmaz olarak devlet'e de hem iktisaden hem de siyaseten bağımlıdırlar. Bu bağımlılığın, psikolojik bir bağımlılığa, zihinsel bir itaate dönüÅŸmesi ise, -bilimsel manada- kaçınılmazdır. Ä°ÅŸte bir ilahiyat doçentinin sözleri:

Her ÅŸeyden önce devlet nedir, kimdir, bizlerden ayrı bir ÅŸey midir? Devlet bizlerin teÅŸkil ettiÄŸi siyasi bir organdır. Hepimiz onun bir parçasıyız. EÄŸer devletimiz bozuksa, millet olarak biz bozuÄŸuz, ferd ferd hepimiz bu bozukluktan hissedarız...

(...) "Halk uleması" tabirinin en uygun karşılığını bulduÄŸu ülke hiç kuÅŸkusuz Ä°ran'dır; zira Ä°ran'da ulema devlete karşı iktisaden bağımsızdır ve bu bağımsızlığın fikren ve siyaseten kendileri için özgür alanlar açtığı söylenmektedir. Bu kanaat büyük ölçüde doÄŸrudur ve bugün Ä°ran'da mevcut rejimin kurulabilmesini, ulema'nın Ä°ran'daki geleneksel muhtariyetine baÄŸlamakta pek büyük bir sakınca yoktur. Ancak Ä°ran'da ulema'nın devlete karşı iktisaden bağımsızlığını koruyabilmesi, -yukarıda da iÅŸaret edildiÄŸi gibi- doÄŸrudan halktan aldığı humus sayesindedir ve bu, sadece bağımlılığın objesinin farklı olduÄŸu anlamına gelmektedir. Ulema Ä°ran'da gerçekten özgürdür ve fakat devlete karşı özgürdür, halka karşı deÄŸil! Devletin uygulamaları karşısındaki cesareti, humusunu avucuna veren halk karşısında gösterememiÅŸ ve bu yüzden halkın zaaflarını yaÅŸatmak zorunda kalmıştır. Devrim sonrasındaysa ulema'nın yanında sadece halk deÄŸil, devlet de vardır ve bu yüzden ulema'nın imtihanı ÅŸimdi Ä°ran'da daha çetindir. 

HAKSÖZ DERGÄ°SÄ°

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.