Sosyal Medya

AK Parti Yusufların olduğu fabrika ayarlarına dönmeli

O sahneyi bir hatırlayalım, Yusuf giriyor, bir şeyler veriyor ve kadın çok faşistçe tepkiler gösteriyor. Yusuf, “tamam abla, anladım” diyor ve gidiyor. Onun yerine ısrarla karşı tarafa AK Parti’yi anlatmaya çalışsaydı, biz bugün “eyvallah Yusuf” demeyecektik, “Yusuf yanlış yaptın” diyecektik. Yusuf karşıyı anladı. Anlatmaya devam ederse, karşı taraftan nasıl bir şiddetin, nasıl bir ötekileştiriciliğin yansıyacağını fark etti ve kendini geriye çekti. Bu geriye çekilmekte bir küstahlık yok. Bir kibir de yok. Hatta bir küsmek de yok. Onun için herkes Yusuf’u çok sevdi ve kabullendi. Anlamak böyle bir şey. Fabrika ayarları böyle bir şey.



Her seçimde okumasını bilen için birçok mesaj vardır. Ancak 31 Mart seçimleri mesaj bolluğundan geçilmiyor. Genel olarak seçmenin öne çıkarttığı mesaj neydi?

Öncelikle seçmenin karışık bir mesaj verdiğinin farkında olmamız gerekir. Her parti, siyaset uzmanları ve araştırma şirketleri seçmenin verdiği karışık mesajları adeta bir laborant titizliği ile incelemesi gerekiyor. Bu seçim mesajlarından iki manşet çıkartmak gerekirse, bunlardan birincisi referandum sürecinden beri Cumhur İttifakı tarafından seslendirilen yüzde 50+1 mottosudur. İkincisi ise “konsolide” kavramıdır.

Türkiye’de 1970-80’lerde yüzde 65’e yüzde 35 şeklinde altı çizilen bir oran vardı. Yani Türkiye’nin sağ seçmeni yüzde 65, sol seçmeni ise yüzde 35. Referandum sürecinde enteresan şekilde yüzde 50+1 oranı zikredilmeye başlandı. Bu aslında Cumhur İttifakının, Tayyip Erdoğan’ın ve AK Parti’nin konuyu yanlış yerden tuttuğunu gösteren bir yaklaşım. Çünkü siz AK Parti olarak kendi siyasi tarihinizi anlatırken, Demokrat Parti’ye, Menderes’e, Anavatan Partisi’ne, Özal’a, Erbakan’a, Refah Partisi’ne atıfta bulunuyorsanız, o zaman Türkiye’deki yüzde 65 bandını hedef olarak seçmeniz gerekirdi. Eğer çıta buraya konulsaydı, seçim kampanyaları, stratejiler, seçilen hedef kitlenin durumu değişecekti. Ama yüzde 50+1’i kazanmak hedef olunca, daha çok içe dönük ya da yakın tabanın gönlünü yapmaya dönük bir takım stratejiler belirlendi.

İkinci manşetinize gelirsek, konsolide kavramından neyi kastediyorsunuz?

Konsolide kavramı daha çok AK Parti ve MHP seçmeninin sandığa taşınarak Cumhur İttifakına oy vermesi amacına matuf olarak kullanıldı. Ama bir başka gerçek var ki, o da Türkiye’de seçmenin partiye sadakatinin düştüğü. Son 5-10 yıla kadar yüzde 65’in üzerinde olan seçmenin parti aidiyeti, geldiğimiz noktada yüzde 60’ın altına doğru inmeye başladı. 70 ve 80’lerde bu oran çok daha fazlaydı. Eskiden beri bir partiyi tutan kişiler artık tercih değiştirebiliyor. Veya onların çocukları farklı partiyi seçebiliyor. Seçmeninin partisine olan aidiyetinin azaldığı bir dönemde, konsolide kavramının yanı sıra, rakip partinin seçmeninden oy alabilmeye dönük bir stratejinin ortaya konulması gerekiyordu.

Rakibinden oy alma hedefi olmayınca, çok az farkla sonuçlanan İstanbul seçimlerinde şöyle bir tablo ortaya çıktı. Şişli’de AK Parti 2014 seçimlerinde yüzde 27,53 (48 bin 531) oy alırken 31 Mart seçiminde yüzde 20,88 (33 bin 254) oy alabildi. Adalar’da 2014’te yüzde 42,19 (4 bin 381) oy alırken, bu seçimde yüzde 30,74 (3 bin 067) oya düştü. Kadıköy’de 2014 seçimlerinde yüzde 20,47 (73 bin 598) oy alırken, bu seçimde yüzde 19,54 (57 bin 709) oy alabildi.

50+1 DENKLEMİNE KİLİTLENİLDİ

Cumhurbaşkanlığı sisteminin ilk yerel seçimi olması ve bunun yeterince anlaşılamama meselesi var bir de. Bunun etkileri nasıl yansıdı seçim sonuçlarına?

Mahallî seçimlerde ittifakların kendine özgü zorlukları vardır. İttifakların ortaya çıkması bakımından önemliydi bu seçim. 2014 seçimlerinde Türkiye’de 26 parti seçime katılmışken, 31 Mart seçimlerinde sadece 12 parti katıldı. Sistem oturdukça, siyasi parti sayılarının azalacağını ve bunların bir kısmının kapanacağını, bir kısmının da ittifaklar içerisinde kendilerini temsil etmeye çalışacaklarını gösteriyor bu durum. Sistemin ve siyaset ilişkisinin nereye doğru evrileceğini göstermesi bakımından önemli bir veri.

Bir başka konu da yukarıda sözünü ettiğimiz 50+1 denklemine kilitlenmek. Cumhur İttifakında kendisini demokrat muhafazakâr olarak tanımlayan AK Parti ile milliyetçi olarak tanımlayan MHP var. Karşı ittifakta da aynı sosyolojiye hitap eden Saadet ve İyi Parti var. Türkiye’nin klasik sosyolojisinde Cumhur İttifakı’nda olması gereken seçmen, bir siyasi tercih olarak karşı tarafta kalmış oldu. Seçmen psikolojisini doğru yönetmek bakımından buna dikkat etmeleri gerekiyordu. Zaten anketlerde bunun sonuçlarını gördük. Söz gelimi Sinop’ta yaptığımız araştırmada MHP seçmeni AK Parti’ye, İyi Parti seçmeni de CHP’ye oy vermek istemiyordu. Ankara’da MHP seçmeni kendi ittifakına belli ölçüde yönelmenin yanı sıra daha çok Mansur Yavaş’a yöneldi. MHP seçmeni her yerde Cumhur İttifakı’na gereken desteği tam ver(e)medi.

SOKAKLA ÇATIŞAN ADAY ETKİSİ

AK Parti birinci parti olarak oylarını korumuş olsa bile kritik birkaç yerde belediyeleri kaybetti. Bunun sebebi doğru adaylarla yola çıkılmaması mı? Yerel yönetimlerde aday tercihi bu kadar önemliyken, niye doğru aday belirlenemedi?

Sizin sorunuzdaki çok önemli tespitin altını ben de çizmek isterim. Zaman zaman ‘adayların önemi yok’ gibi cümleler kuruluyor. 31 Mart seçimlerinde alınacak mesajlardan bir tanesi de adayların önemli olduğu. Her yerel seçim, ne kadar ulusallaşırsa ulusallaşsın, bir ölçüde yerel seçimdir ve yerel dinamikler her zaman etkindir. Bu seçimde de adayların önemi bir kez daha ortaya çıktı.

İlk kurulduğu dönemde AK Parti’nin aday belirlerken çok temel iki prensibi vardı. Birincisi partinin fikrine uygunluğu, ikincisi sokakta karşılığı… Ancak bir parti zaman içerisinde büyüdükçe, geliştikçe, kurumsallaştıkça yeni denklemler oluşuyor. AK Parti için de son zamanlarda bir adayın belirlenmesinde beş altı tane faktör oluştu. Milletvekillerinin tercihine uygun olup olmaması, teşkilatın tercihi, genel merkezdeki yönetimle ilişkisi, bölgedeki sermaye grubuyla ilişkisine bakıldı. En doğrusu ilk adımda atılan samimi adımlardı. Yani fikre uygunluk ve sokakta karşılığı olması. Çünkü süreç içerisinde bagajlar oluşuyor. O bagajlar bir partinin hızını artırmıyor, yük olarak onu ağırlaştıran, frene basan unsur olarak karşımıza çıkıyor. Ve bu etki çoğu zaman sokakla çatışan, sokakla uyumlu olmayan bir faktör olarak devreye girdi. Bu sadece AK Parti’nin değil, bütün partilerin problemidir.

BEK” SÖYLEMİ MHP’YE YARADI

İttifaklara bakacak olursak, hangi ittifak hangi partiye yaradı? Mesela Cumhur İttifakı’ında MHP 1 büyük şehir, 10 tane de il belediyesi kazandı, nasıl oldu bu?

31 Mart seçimlerinde ittifaklardan kârlı çıkan parti MHP’dir, en zararlı çıkanı da İyi Parti’dir. MHP hem AK Parti’den bazı belediyeleri alarak hem de Cumhur İttifakı seçim kampanyasına rengini vererek seçimin kârlı partisi durumunda gözüküyor. MHP’nin İstanbul’da hiç belediyesi yokken bir tane belediyesi oldu. İlçe meclislerinde geçen dönem çok az sayıda meclis üyesi varken, bu dönem çok sayıda meclis üyesi var ve büyükşehirde de meclis üyeleri olacak. Ayrıca AK Parti ve MHP adaylarının ayrı ayrı seçime girdiği yerlerde de MHP, AK Parti’den bazı belediyeleri aldı.

Neden böyle oldu sorusu önemli. Bir seçim kampanyasında çeşitliliği sağlamak lazım. AK Parti ile MHP’nin seçim kampanyası birleşti ve “bekâ” üzerinden yürüdü. Bekâ söylemi de MHP’ye yaradı. Normal şartlarda AK Parti’den MHP’ye gitmeyecek olan seçmen, ittifakın getirdiği psikolojiden ve bekâ söyleminden dolayı MHP’ye kolay bir şekilde geçiş yapabildi. Bekâ söylemini MHP sürdürseydi, ittifakın büyük partisi olan AK Parti de başka bir tema üzerinden seçim kampanyasını yürütseydi, bekâ meselesinden dolayı gelenler olduğu gibi başka hassasiyetleri olan ve AK Parti’nin kampanyasında o hassasiyetleri bulan başka seçmenler de burada tutunabilecekti. Ama tek tipleşen Cumhur İttifakı’nın seçim kampanyası, farklı seçmenlere değil, belirli seçmen kitlesine ulaştı.

Millet İttifak’ında ise yeknesak bir ittifak oluşmadığı için, başta olumsuzluk gibi gözükse de farklı seçmen kitlelerine farklı mesajların ulaşılması sağlanabildi. Cumhur İttifakı’na nazaran daha fazla seçmen gruplarına mesajlarını ulaştırabilme imkânı sağladı.

SEÇMEN AK PARTİ’NİN KULAĞINI ÇEKTİ

Seçmen AK Parti’ye ders vermek için, ittifakın içinde olduğunu göz önünde bulundurarak MHP’ye oy vermiş olabilir mi?

Bu ciddi bir etken. İttifakın getirdiği bir psikolojiyle MHP’ye geçmesi kolay oldu. Aslında bunu 24 Haziren 2018 seçimlerinde daha fazla gördük. Konya’da AK Parti’nin oyunun ciddi şekilde düştüğünü, MHP’nin oyunun yükseldiğini görüyoruz. Bu tam bir kulak çekmek psikolojisidir. Kulak çekmek bir intikam veya düşmanlık değildir. Bir annenin çocuğunun kulağını çekmesi gibidir. Dövmek değil, ikaz etmektir. AK Parti seçmeni partisinin kulağını çekmek için karşıya değil, ittifakın içerisinde olan partiye oy verdi. Bu aynı zamanda şu sorunun da cevabı oldu; Saadet Partisi uzun yıllar “Bir gün seçmen AK Parti’ye kızacak ve bana geri dönecek” diye düşünüyordu. Saadet Partisi gelinen noktada ittifakın içinde değil, karşısında kaldığı için bu gerçekleşmedi. AK Parti seçmeni kulak çekmek için karşıya değil, hemen ittifakın içerisinde kalabilecek bir oy tercihi yaptı.

ALTIN FORMÜL ANLATMAK DEĞİL ANLAMAK

Bütün bu olanlardan bir ders çıkarılacaktır elbette. Neyin değişmesini beklemeliyiz?

Sayın Cumhurbaşkanını üzmemeyi arzu ederek şunu söylemek isterim. Seçim akşamı yaptığı konuşmasında “Kaybettiğimiz yerlerde milletimize kendimizi yeterince ifade edemediğimizi düşünüyorum” dedi. Cumhurbaşkanımız çok çalıştı, günde birkaç tane miting yaptı. Akşam gelip dinleneyim demedi, televizyon ekranlarında yine kendini ifade etmek için uğraştı. Kaybettiğimiz yerlerde biz milletimizi yeterince anlamadık” demesi lazımdı. İletişimin temeli anlatmak değil, anlamaktır. Gönül almanın temeli budur. Bir parti bunca mitinge rağmen, bunca televizyon söyleşisi ve habere rağmen kendisini anlatamadığını düşünmemesi gerekir. Milleti anlamakta eksik kaldığını düşünmesi gerekir. Bence AK Parti’nin kendisini toparlamasının altın formülü, “anlamak”tır. Anlamayı denemesi lazım… Eğer kendisini eksik ifade ettiğini düşünürse, o zaman tekrar kendini anlatmayı deneyecek ve millet de ona “bir dakika, beni bir dinle” diyecek ya da demeyecek, küsecek.

EYVALLAH YUSUF

Seçimin son haftasında Bayburtlu Yusuf girdi hayatımıza. “Eyvallah abla” diyen Yusuf, parti içindeki onca kibre rağmen AK Parti’nin temelindeki o saflığı anlatıyordu belki de, onun için sevdik. Asıl “Yusuf”ların olduğu fabrika ayarlarına geri dönüş mü yapmak gerekiyor?

Kesinlikle. Ben Yusuf örneğini bu söyleşinin başından itibaren anlattığım temel felsefeye örnek göstermek isterim. O sahneyi bir hatırlayalım, Yusuf giriyor, bir şeyler veriyor ve kadın çok faşistçe tepkiler gösteriyor. Yusuf, “tamam abla, anladım” diyor ve gidiyor. Onun yerine ısrarla karşı tarafa AK Parti’yi anlatmaya çalışsaydı, biz bugün “eyvallah Yusuf” demeyecektik, “Yusuf yanlış yaptın” diyecektik. Yusuf karşıyı anladı. Anlatmaya devam ederse, karşı taraftan nasıl bir şiddetin, nasıl bir ötekileştiriciliğin yansıyacağını fark etti ve kendini geriye çekti. Bu geriye çekilmekte bir küstahlık yok. Bir kibir de yok. Hatta bir küsmek de yok. Onun için herkes Yusuf’u çok sevdi ve kabullendi. Anlamak böyle bir şey. Fabrika ayarları böyle bir şey.

AK Parti, kuruluş felsefesindeki o temel bazı noktaları yakalaması gerekiyor. Aslında AK Parti için 4 tane tarihi referans vardır. 69 Milli görüş ruhu, Tayyip Erdoğan için 94 ruhu, AK Parti’nin kuruluş felsefesinin geliştiği 2001 ruhu ve 15 Temmuz sürecine giden zaman çizelgesinin başlangıç noktası olan e-muhtıraya hayır denildiği 2007 ruhu. Bu dört ruhu tekrar kavrarsa, bu dört ruhtan prensipler çıkarırsa, bu hem Türk siyaseti için önemli bir şey olacak hem de Türkiye’deki İslamcı, muhafazakâr, demokrat siyaset için büyük bir kazanım sağlayacaktır.

Gerçek Hayat - Röportaj

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.