Sosyal Medya

Resim - Foto - Sanat

Hasan Aycın: Biz dünyaya cennetten geldik

Her birimizin Müslümanca duruşunu bozmayan, bunu bir ayıp gibi saklamayan insanlar olmamız lazım. Yaptığımız işlerde bu hissedilmeli, hatta ilk bakışta anlaşılmalı.



Röportaj: Betül Şatır - www.nihayet.com

 

Hasan Aycın, sanatını kırk yıldır, güldüren olmak yerine, düşündüren, tefekkür ettiren bir üslupla çiziyor. Beyaz kâğıdı ve rapido kalemi kullanarak adeta hayatı manevi bir süzgeçten geçiriyor. Allah, güzel huylu ve yumuÅŸak kimseleri sever, düsturunca mesleki hayatında ve özel hayatında bu müjdenin peÅŸinden koÅŸuyor. O, çizgi yardımıyla çizginin dışına taÅŸan bir sanatçı. Hasan Aycın’la neÅŸe ve hüzün arasında tutturmamız gereken dengeyi, tebessüm ve tefekkürün medeniyetimizdeki tezahürlerini sizler için konuÅŸtuk.

Tebessüm sadakadır diyen bir Peygamberin ümmetiyiz. DiÄŸer taraftan kahkaha ile gülme hoÅŸ görülmez büyüklerimiz tarafından. “Cennetten müjde mi aldın?” denilerek edebe davet edilir. Hele göbeÄŸini hoplata hoplata gülmenin abdesti bile bozduÄŸu söylenir. Tebessüm ve kahkaha arasında kurulan denge bizim nükte geleneÄŸimizde nasıl ifadesini bulmuÅŸtur?

Bir denge kurulabilmiş midir bilemiyorum. Tebessüm eden insan kahkaha atmaz. Kahkaha atan insana ise tebessüm ettiremezsiniz. O, gülünecek bir şey olduğunda hemen kahkahasını özgür bırakacaktır. Bu bir kişisel edep meselesidir. Ve bu edebi insanlar ailesinden alırlar. Edep ailede çocuğa verilir ve çocuk bu edeple şekillenir. Büyüdüklerinde tebessümle kahkaha arasındaki farkı göremez olurlar. Onlara derin bir çizgi gibi işlenmiştir. Zaten eğitim de ailede başlıyor. Bana göre tebessümle sınırlı kalmak, kahkahayı bastırmak lazım. Bunu kendi edebimiz açısından diyorum. Kahkahayı kendi adıma olumlu bulmuyorum. Mizah anlayışım da güldürmekten, kahkaha attırmaktan yana değil. Düşündürmekten yana. Ciddiyete çağıran bir mizah anlayışına sahibim. Yani Peygamber (sav) nasıl gülmüş ise ve dahi nasıl güldürmüş ise. Onun gibi gülmektir, öyle güldürmeye çalışmak, şiarımız olmalıdır. Nasıl espriler yaptıysa, nasıl bir mizah anlayışına sahipse öyle davranmaktır. Çok fazla örneğimiz yok belki ama bir tane örnek bile bize öyle derin öyle geniş örnekler sunar ki, bizi yola sokar.

NeÅŸe, tebessüm ve tefekkür iliÅŸkisi bizim medeniyetimizde nasıl anlaşılmış. Hasan Aycın’ın çizgilerine bu nasıl yansıyor?

Her birimizin Müslümanca duruşunu bozmayan, bunu bir ayıp gibi saklamayan insanlar olmamız lazım. Yaptığımız işlerde bu hissedilmeli, hatta ilk bakışta anlaşılmalı.

Asr-ı Saadetten az ama öz örnekler var. Bütün hayatımıza ipuçlarıyla yön verebilecek ÅŸekilde öz. YaÅŸlı kadınla Peygamber Efendimizin karşılaÅŸması ve ona “sadece gençler cennete gidecek” demesi, Hazreti AiÅŸe validemizle yarışmasını nasıl deÄŸerlendireceÄŸiz peki? Orada bizim giderek yabancılaÅŸtığımız çok içsel bir coÅŸku var. Mahrem ve sıcak bir coÅŸku. Yarışıyorlar… Hazreti AiÅŸe’nin su içtiÄŸi kaptan su içmesi, tam da aÄŸzının deÄŸdiÄŸi yerden içmesi neÅŸve deÄŸil de nedir? Bunu AiÅŸe validemize göstermeye çalışması bir nükte deÄŸil midir? Peki, bunlar bize kahkaha mı attırıyor. Bize tebessüm ettiriyor. Hüzünlendiriyor mu hayır. Demek ki orada çok ince bir ÅŸey var. Ne kadar hassas bir ölçü deÄŸil mi?

Neden çiziyorum peki, var olmak istiyoruz. Var olmanın izahı olarak dünyada oluşumu kendime izah etmek için çiziyorum. Elimden gelen ne varsa yaşadıklarıma şükür vesilesi olarak yaşıyorum. Sabrediyorum, gayret ediyorum. Müslümanların yüzünü de ak etmek istiyorum. Sadece kendimi değil. Her hangi bir şeyimin putlaştırmasını da istemiyorum. Bu bana diğer dünyada zarar verir.

Karikatür deyince gülmecenin bir türü geliyor akla. Sizin çizimleriniz ise sahip olduÄŸu anlam katmanları bakımından genel beklentinin biraz dışında sanki. Öğretici, öğütleyici, hüzünlendirici… Muhataplarınızda nasıl bir karşılık buluyor bu tarz?

Çok dışında evet. Ben ilkelerim açısından hemen ÅŸunu belirteyim. Muhataplarımda nasıl bir etki bırakacağının hesabını yaparak çizmiyorum. Yani ben onu belirlemeye kalkmıyorum. Onlarda nasıl bir karşılığı varsa herkes kendince buluyor. Benim vermek istediÄŸimden farklı da olabiliyor. Benim müdahale edemeyeceÄŸim bir alandır orası. Ben çizdiklerimin hep insanlarda hayra vesile, iyi ÅŸeylere vesile olmasını, iyi karşılıklar bulmasını istiyorum. Ama bunu Allah’tan istiyorum en baÅŸta.

‘Tefekkür’ ve ‘Hüzün’ kavramları sizde kardeÅŸ gibi… Tefekkür hüzünle mi olur sadece? Ä°slami neÅŸve, tefekkürü besleyen bir unsur olarak günümüz sanatında ve gündelik hayatta yerini asık suratlılığa mı bıraktı?

Burada neÅŸve, asık suratlılık kelimelerini, hemen bugün çaÄŸrıştırdıkları anlam karşılıklarından yola çıkarak cevaplamalı. Ä°nsan zaten, konumu itibarıyla, yeryüzündeki varlığı itibarıyla hüzünlüdür.  Asıl vatanından ayrılmış çünkü. Biz dünyadan cennete gelmedik, cennetten dünyaya geldik. O ayrılığın bir hüznü var üzerimizde. Bu bilinç varsa bizde; genelde hüzün olmalı tavırlarımızda. Bir de hüznün hemen peÅŸinde hayatın temelinde kaygı olmalı. O kaygı da, “Çıkarıldığımız yere geri dönebilecek miyiz?” kaygısı olmalı.

Kime surat asacağız peki?. Kavramları kendimizdeki karşılıklarına bakarak yorumlarız. Batı medeniyetinin deyiÅŸiyle Tanrıya mı surat asacağız? Allah’a mı asacağız suratımızı? Din kaygısıyla surat asma deyince aklıma Ä°smet Özel’in sözü geliyor, “Surat asmak hakkımız”. Bir de yobazlık adına surat asanlara gelelim. Asık suratlı bir baba olmaz, asık suratlı bir amir olmaz. Asık suratlı bir lider olmayı despot bir büyük olmayı filan kastetmiyorum. Kahkaha atmayacağız derken ölçüyü kaçırmamak lazım.

Ä°slam’da neÅŸe ve hüzün arasında bir denge tutturmanın önemi büyük. Bu dengeyi saÄŸlamak için siz nasıl bir yöntem izliyorsunuz?

Az önceki soru ile iliÅŸkilendirerek cevaplayayım. Son yıllarda moda olan bir kavramı kullanırsak seni ‘kamusal alan’ın dışına atıyorum dediklerinde surat asmayacak mıyız? Elbette asacağız.  Bu dengeyi ancak bilerek saÄŸlarız. Nerede güleceÄŸimiz nerede surat asacağımız bilmekle iliÅŸkilidir.

Günümüzde kahkaha neredeyse ses efektleriyle insanlara zorla kabul ettirilen bir tarz kazandı. Tebessüm kahkaha karşısında ezilip yok mu oldu?

Sorunuza tam manasıyla karşılık gelecek ifadelerim olmayacaktır. Çünkü o alan, benim kendimi çok da fazla kaptırmadığım bir alan. Sosyal medya olsun diziler olsun malumatımın ve ilgimin olmadığı bölgeler. İçerisinde olmaya niyetim olmadı. Mümkün olduğu kadar dışında durmaya çalışıyorum. Bunu daha genç kuşak arkadaşlara sormak lazım. Bugüne ait olan arkadaşlara sormalısınız. Benim mizah anlayışım buna çok ters.

Siz umudu işaret ederek gülümsetiyorsunuz. Bilhassa çizimlerinizde bir mazlumun ne kadar güçlü olduğunu, zaferin haklıdan yana gerçekleşeceğini anımsatıyorsunuz. Umut mudur kahkaha atmadan da neşeli olabilmeyi sağlayan?

Mümin isek eÄŸer, bütün vaatlerin dışında bize Allah’ın bir vaadi var diyebiliriz. Mümin isek, yüzümüzü Allah’a dönmüş isek bizim bugünü aÅŸan aÅŸkın bir umudumuz olması lazım. Hamasi ÅŸeyler söylemiyorum. Allah’ın vadettikleri daha cazip olmasaydı, yeryüzünde zulüm gören insanlar nefes alamazdı. Ben sizin de dediÄŸiniz gibi umudu iÅŸaret ederek vaat edileni anımsatarak çiziyorum. Onların nefes almadığı yerde hayat biter. Zalimlerin en büyük korkusu umuttur. Gülünecek tebessüm edilecek ÅŸey umuttur.

“Gülünecek ne var?” mı demek istiyorsunuz?

Kahkaha atılacak ne var demek istiyorum. Tebessüm edecek çok ÅŸey var evet, çok gülünecek ne var Allah aÅŸkına… Benim çizgilerime bakıp gülen insanların haberini almıyorum. Alınca da çok ÅŸaşırıyorum.

Benim sergime de bir arkadaÅŸ, “Çok gülecek miyiz?” diyerek bunu söylerken de kahkaha atarak gelmiÅŸti yanıma. Yanında da sıkı sıkı sarıldığı bir hanım arkadaşı vardı. Ben ona “Kim bilir belki aÄŸlarsınız” dedim.  “Hadi yaa” dedi. Serginin çıkışında gelip benden özür diledi. Kendisi de yabancı ülkelerde sergiler açmış bir insandı. Sonra “Hocam mahcup oldum” demiÅŸti. Bana bir de kitabını hediye etmiÅŸti.

Çok gülmek kalbi öldürür, sizin çizimlerinize “kalbi diri tutma çabası” diyebilir miyiz?

Herkes kendisinde bulduğu karşılığı görür, elbette diyebilirsiniz. Ben güldürmek için değil düşündürmek, tefekkür ettirmek üzere çiziyorum.

Çocukluğunuz da insanlar birbirlerine şaka yaparlar mıydı?

Ben köyde büyüdüm. Oradaki müşahedem, oradaki tanıklığım üzerinden söyleyeyim çok neÅŸeli insanlardı. Bizim evimizde ÅŸaka yapılmazdı. Bir anne çocuÄŸunu yalandan kandırmazdı. Ahirette bundan mesul olacağı ilkesi çok hâkimdi. Çocuk bile kandırılmazdı ki büyük insanlar aldatılsın. Fakat insanlar çok neÅŸeli idi. NeÅŸeyi ifade eden birçok hadiseler vardı. Kimse birbirine isimleriyle hitap etmezlerdi. EÅŸleriyle konuÅŸurken de çocuklarıyla konuÅŸurken de. Kınalı kuzum, yavrum, telli gözlüm  gibi bir sürü isimler kullanılırdı. Bu bile bir neÅŸe sebebiydi.

Sizin çocukluğunuzla karşılaştırdığınızda genel itibariyle insanlar tebessüm etme bakımından bir değişiklik sergiliyor mu? Daha mı asık suratlılar? Belirli bir gözleminiz var mı?

Ä°nsanlar eskiden acı çekerken de gülümsüyorlardı. YoksulluÄŸun adı yoksulluk deÄŸildi. Tanımlanmamıştı henüz. Ä°nsanlar kanaat ederken gülümserlerdi. Şükür vardı, hamd vardı. Åžimdi bir köyün doyacağı miktarda yemeÄŸi, birkaç arkadaÅŸ oturup güzel bir mekânda yiyebiliyor. Ve yüzleri gülmüyor bu insanların. Åžimdi olan da surat asıyor olmayan da… Olmayan niye bende yok diye. Olanlar ise niye daha iyisi bende yok diye surat asıyor. Yeni Åžafak’ın ilk yıllarında Yusuf Ziya Cömert anlatmıştı. Gece vasıta azlığından bir taksiye birkaç yabancı doluÅŸmuÅŸlar. İçlerinde sarhoÅŸ ve yaÅŸlı bir adam varmış. BaÅŸlamış zamaneden yakınmaya. Eskiden nasıldı, diye sormuÅŸlar; “Eskinin berduÅŸları ÅŸimdi bana evliya gibi geliyor” diye cevap vermiÅŸ.

Siz nelere gülersiniz?

Ben hemen hemen her ÅŸeye gülerim. Acı veren ÅŸeyler de dâhil olmak üzere. Onların da kendilerine has tebessüm edilecek tarafları vardır. BaÅŸka türlü iÅŸin içinden çıkamazsınız. Suriye’li bir çocuk vardı; o kadar çocuk var ki hangisi diyeceksiniz. “Hepinizi Allah’a ÅŸikâyet edeceÄŸim” demiÅŸti. Bütün insanlığa söyledi bunu. Bu belki çok acı bir ÅŸey ama ondaki doÄŸallık, ondaki masumiyet ve Allah’a karşı hissettiÄŸi yakınlığı. İçtenliÄŸi baÅŸka bir ÅŸeyde görmeniz pek mümkün deÄŸildir. Bu samimiyet bizi hem aÄŸlatır, hem de güldürür. Bu acı size tebessüm ettirir. O çocuk eÄŸer dünyadan gittiyse muhakkak bu ÅŸikâyetini iletti. O hiçbir hesabı olmayan çocuk belki de hepimizi çoktan ÅŸikâyet etti.

Ben çizgilerimi kendi aklıma yöneltiyorum. Kendime hitap etmeye çalışıyorum. Kendime çiziyorum. HesaplaÅŸmalarım kendimle. Kendime hayrım varsa insanlığa hayrım olacaktır. Kendimi tanıyamazsam insanlığı tanıyamam. Ä°nsanlık adına en bildik numune benim ve sözümü kendime söylemek zorundayım. Kendim üzerinden herkese, sevdiÄŸim ve sevmediÄŸim herkese, bugünden kıyamete kadar herkese…

Ä°nsanlık keyfini sürerken, siz bir anlamda insanlık acıları ile haşır neÅŸir oluyorsunuz. Ve onlardan kendi payınıza düşenle uÄŸraşıp duruyorsunuz. Çizgilerin ardında insanlık acıları vardır. NeÅŸeyi tam da burada görüyorum. Kakara kikiri bir ÅŸeylerin derdinde deÄŸilim. Acının içinde gizlenen neÅŸenin derdindeyim. Ä°kisini de denemiÅŸ, uygulamış biri olarak söyleyebilirim ki, yazmak ve çizmek birbirinden ayrı ÅŸeyler. Ä°kisinin de baÅŸka disiplinleri var. Çizgi iki nokta arasında baÅŸlar ve biter. Önemli olan mesajın ‘Hak’ olmasıdır.

 

“Bütün gün batımlarını sessizce izledim. Elsiz ayaksız yolculuklar yaptım.”

Yıllarca babam tedavim için uğraşmıştı. Doktorlar bu çocuğun bacaklarını keseceğiz diyorlar babama. Ve ben bunları duyuyorum. Duyduğum şeyler sadece bunlarla sınırlı değil. Bir çocuk anne ve babasının gözlerinde onların yüreğini görür. Ben babamın gözlerindeki büyük bir üzüntü görüyordum, annemin gözlerindeyse çaresizliği.

“Tamam, o halde bacaklarını kesin” diyen babamın gözlerinde hüzün; “ama önce para” diyen doktorların karşısında yaÅŸadığı büyük yıkım vardı. Mahcubiyet ve kimsesizlik… Dedeme gitmiÅŸtik, para için. Verecek parası olmayınca, “OÄŸlum bırak ömrü kadar yaÅŸasın çocuk” dediÄŸinde yaÅŸadığı rahatlamayı gördüm babamın gözlerinde. Ãœzerinden daÄŸlar kadar yük kalkmıştı adeta.

Ama ilk adımlarımı attığımda babam sevinçten kasketini yere atarken, gözlerinde yoksulluÄŸuna hamd eden bir adamın sevincini de müşahede ettim. Kendisini yoksul yarattığı için Allah’a şükreden bir adamın sevincine ÅŸahit oldum. Allah’ın bana ÅŸifa vesilesi olacak ihtiyar bir kadını karmaşık bir hikâyeyle benim olduÄŸum ortama kadar getiren kaderi gördüm. Her ÅŸeye tanık oldum. Bütün bunlar hiç kimsenin bakmadığı yerden bakma yeteneÄŸimi geliÅŸtirmeme yardımcı oldu.

Etrafımda yoksulluÄŸuna yoksulluk demeyen, her fırsatta aldığı nefese şükreden insanlar vardı. Acının yokluÄŸun neÅŸvesini yaÅŸayan insanlar… Benim sanatıma etki etmiÅŸtir bu. Gariban bir insan ölüyor, onun yamalı elbiseleri baÅŸka bir yoksula veriliyor veya bir palto ile ömür geçiyor. Buna lanet etmek yok, kahır etmek yok. Ä°syan deseniz hiç yok.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.