Makale
Yerinde Saymak Ya Da Kendini Yok Saymak
Acil ve ağır sorumluluklar omuzlarımıza yüklenmişken sanki yerimizde sayıyoruz... Ağırdan alıyoruz, tekrara düşüyoruz... Amiyane tabirle patinaj yapıyoruz... Kendimize gerekçe bulmakta zorlanmıyoruz...
Hayat böyle... Zaman kötü... Devran değişti... İnsanlar çekilmiyor...
Aslında sorun zaman değil, insanın kendisi... İnsanoğlu dünya merkezli kendini konuşlandırınca mevziden de, menzilden de koptu...
Temel sorun:
Yere çakılı kalmamız…(9/38)
Yere çakılı kalınca yerinde saymaktan gayrı elden ne gelir ki?
Dahası hayatta çoğu zaman insan olduğu yerde kalmayı sabır ve istikrar sanır...
DeÄŸiÅŸmemeyi sadakat diye yorumlar...
Kıpırdamamayı tevekkül diye tanımlar...
Mevcudu korumayı maslahat olarak gösterir...
Hareketsizlikte hikmet arar...
Ataleti, rehaveti, sefaleti, kader diye kamufle etmeye çalışır... Ve en kötüsü kendini böyle bir anlayışa şartlandırması... Yoksa sorun şartların değişmesi değil...
Evet, yerinde saymanın sebebi, kapıların kapalı olması değil bizim kendimizi kapatmamızdır...
Konfor alanımızın dışına çıkmak istemeyişimizdir...
Risk almayışımız, kabuğumuzu kırmayışımız, sınırlarımızı zorlayamayışımızdır... Gettolarımızda geleceği okumayışımızdır...
Öyle görünüyor ki, yerinde sayma sarmalını tetikleyen birçok neden var...
İsteksizlik… İçtensizlik… İçeriksizlik… İş bilmezlik... İşine gelmezlik... İradesizlik ya da içimizin geçmiÅŸ olması... Ne bir gayret... Ne bir merak... Ne de hayretimiz kaldı...
Ruhsal, zihinsel ve kalbi anlamda kısırlaşıyoruz...
Hep aynı modda kalmak, aynı pozisyonda ısrar etmek, zamanın ruhunu ıskalamakla kalmıyoruz, ruhsuzlaşmanın da kapısını aralıyoruz...
Sizce bu donukluk ve durağanlık doğal mıdır?
Bu kısırdöngüde kısmet arıyoruz... Yerimizde sayarak bereket bekliyoruz... Hareketsiz kalarak hayırlı bir iş yaptığımızı sanıyoruz...
Anın vacibini unuttuk anı yaÅŸamaya çalışıyoruz... Günler geçiyor, gündem oluÅŸturamıyoruz… Sahici fikirler, kalıcı çözümler üretemiyoruz... Tükenen ömrümüze acıyoruz... Yerinde sayarak günübirlik yaşıyoruz...
Çünkü ortak sorumluluklar için bir araya gelip birlik olamıyoruz... Tekli yaşamlara yöneldikçe tekliyoruz... Önce birbirimizi sonra da ideallerimizi terk ediyoruz... Tanınmaz hale geliyoruz...
Bu satırları kendimize kızmak için değil, kendimize gelmek için kaleme alıyorum... Yerimizde saymak yerine sayü gayrete gelmek için içimi döküyorum...
Yeni bir idrak... Yeni bir muhayyile... Yeni bir mefkûre... Yeni bir muhakeme oluÅŸturmak... Yeni ufuklara yeniden kanatlanmak durumundayız...
Yerimizde sayınca ne olur?
Kabiliyetler körelir... Potansiyel çürür… İrade çöker... Heyecan biter… Fırsatlar kaçar... İmkânlar zay olur... İlham kesilir... Hikmet nasip olmaz... İdealler söner... Özgüven kalmaz...
Ortada kalıveririz... Yalnız ve yorgun...
İki günü eşit olanın zararda olacağını bilen bizler kendimize nasıl zarar verebiliriz?
İtiraf etmesekte sanki halimizden memnunuz... Değilse neden kendimizi geliştirmiyoruz? Değiştirmiyoruz?
Doğrusu kendimizi kandırmanın, suçu bir yerlere yüklemenin anlamı yok...
Yerinde saymaktan vazgeçip -yeni deneyimlerle- yeni bir rüzgâr estirebiliriz... Bizi daha duyarlı ve daha dinamik kılacak bir ruhu yakalayabiliriz...
Örtülü enerjimizi, saklı potansiyelimizi harekete geçirecek, kadrolarımızı kararlı kılacak önce bir niyet ve samimiyet lazım... Akabinde bu iş ciddiyet ve cesaret ister... Özgüven ve özveri gerektirir...
Evet, zaman akıyor... Günler, yıllar gelip geçiyor... Yerimizde sayarak kendimize yazık edemeyiz... Kalan günlerimize ne yükleyeceğiz? Salih amel adına... Mücadele başlığı altında...
Korkularımızla yüzleşerek, -varsın küçük olsun- adımlarımızı arttırarak, hedefe odaklanmalıyız... Hem de kesintisiz ve kararlılıkla...
Rabbimizin uyarısını ciddiye alarak:
"Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul" (İnşirah, 7)

Henüz yorum yapılmamış.