Makale
hakikat, gölgeden öte, güneşe bakan yüzdedir
gavurun bilim aklı
tesadüf diye bir şey yoktur der,
doğrudur. doğrudur da, bu varlıklar alemini bir büyük patlamayla
tesadüfen oluştuğunu söyleyecek kadar da kendini inkar eder...
o zaman şöyle diyelim;
sadece kişinin hesap edemediği, öngöremediği sonuçlar vardır.
hayatta kesin olacak dediğimiz ne kadar az şey var öyle değil mi?
bunun için iÅŸte insanlık olarak “olasılık” diye bir bilim dalı icat ettik…
çünkü sebeplerini bilmediÄŸimiz ÅŸeylerin sonuçlarını da bilemiyoruz…
yani diyorum ki arkadaşım; algıladıklarımızı sınırlı algılanıyor ve
algıladığımız kadarlık bir dünya, inanç, sistem, ekonomi vs inÅŸaa ediyoruz…
algılarımız “gerçeklik”lerimizi belirliyor.
yani göz, kulak, dil, burun, ten dediğimiz duyu organlarımız
çevreden alınan uyarıları
sinir uçları yani nöronlar ile beynimize iletiyor ve zihnimizi oluşturuyor.
diÄŸer taraftan
aile, eğitim, mahalle işte bilirsiniz çevresel şartlar bu gerçekliğin en önemli km taşlarıdır.
gerçekliği tasarlayan ve bize bunu inandıran rol modellerdir.
hani aziz kitap;
atalarına körü körüne uyanlara “ya atalarınız hiçbir ÅŸey bilmeyenlerse!”
diyor ya. ah ki ah!
veya çağırdıklarında peşi sıra gittiğimiz o büyük büyük zatlar var ya!
hani ismi başına, sonuna prof, ks, rh, hz falan bolca eklediklerimiz
“din gününde valla ben de yanılmışım yapacak biÅŸey yok” derse…
kuran’ın tarif ettiÄŸi ve tanıttığı Allah tasavvurunu deÄŸil de
sığ bir aklın yani bölen parçalayan bir aklın inandığı insanın kendisinin icat ettiÄŸi bir tanrı tasavvuru oluverir ki…
of ki of!
veya bilimin sadece gördüğüne inanırım anlayışına biat edenler
görmediklerini inkar ederken, gördükleri gün gün çoğaldığı bilinirken
arsız ve utanmaz bir ÅŸekilde inatla algılayamadığımızı inkar ederiz diyorlar…
daha can sıkıntısı bu algıya mahkum olan kalabalıklar
“kaldırılınca yattıkları yerden” yani mezardan dirilince diyorum
“yeniden parmak uçlarına varıncaya kadar hem de yaratılınca”
“bizi yattığımız yerden uyandıran ne” dediklerinde
dönüşü var mıdır bu aldanışın?
kastım. biliyorum dost. valla ben de kasılıyorum…
o zaman şöyle buyurun lütfen;
gerçek yani “hakikat” bizden bağımsız
etrafımızda algılarımızın fark ettiği ve etmediği her şeydir.
fakat
“gerçeklik” dediÄŸimiz ÅŸeyler ise beynimizin yorumladığı kadardır...
beynin yorumladığı yani algılarımızla yorumladığı
yani 5 duyu organımızla yorumladığı diyorum ne kadarsa o kadar gerçekliktir...
“gerçeklik” bir yerde “gerçeÄŸin” kiÅŸi tarafından yorumlanmış halidir.
gerçek ve gerçeklik farklı ÅŸeyler. onu derim…
mesela karınca hayvanında 3. boyut yok. derinlik hissi olmayınca gördüğü ve algıladığını
bi düşünseniz. Allah bilir ne hikâyeler çıkar!
karıncalar çizgiyi aşılmaz bir duvar görürler. geçemezler üzerinden...
bir çizgiye mahkum olurlar iÅŸte…
peki dost sicim teorisine göre 11 boyuttan bahsediliyor,
biz insanoğlu 3 boyut görüyoruz. derim ki
karıncadan hallice bir algımız var ama gel gör ki algılarımızın gerçekliğini tek gerçek zannı tam bir cahillik...
gerçek olarak şahit olunan aynı olayı aynı anda görenler
çok farklı hatta zıt yorumlanmasından bahsediyorum. işte bu gerçekliktir.
kişinin algıladıkları böylesine farklı olması nedeniyle böylesine değişkendir ve
bunu yaşayıp dururken algılarından böylesine emin olmak niye?
aile içi anlaşmazlıklarda duygusal körlük nedeniyle tarafların algılarını hatırlayın.
aynı kavga sebebi öyle farklı yorumlanır ki aman Allah’ım!
diyorum ki; gönlümüzdeki aynaya yansıyan şekle neyle bakıyorsak, o öyle görünür. göz bulanıksa sisli, gönlümüz kırık ise parça parça görünür. aynı hakikat, bin farklı gözde bin başka şekil alır. çünkü her kalbin terazisi başka tartar.
aynı “kitabı” ve peygamberi okur dururken
dini metinlerin farklı yorumlanması da bundan farklı değil inanın.
onun için bu kadar fazla gidilen “yol” var!
mezhebi, meşrebi tarikatı ortaya çıkaran sebep gerçeklik algısının farklılığıdır...
o bizim gerçeğimizdir ve beynimizin kabulü iken bir başkasının kabulü olmayabilir...
onun için buldum diyenler kendi gerçekliğine kendini mahkum edenlerdir.
aziz peygamberin ifadesiyle;
“kiÅŸiye yalan olarak, her
duyduÄŸunu söylemesi yeterlidir”
diyor…
yani ;
her gördüğünü “budur” sanan da, her duyduÄŸunu hakikat zanneden gibidir.
mesele, gördüğümüzü hakikat sanmak deÄŸil; görmediÄŸini de inkâr etmemektir.
görülen, görmek istenilene engel olur be dost. çünkü gerçek bizi beklerken, biz gerçekliklerle oyalanırsak, varlığımız da, bilgimiz de gölgeden ibaret kalır. ve bilirsiniz işte;
güneş döner, gölge değişir. lakin hakikat, gölgeden öte, güneşe bakan yüzdedir
gölge karanlık içinde var olur…
hayır hayır dost
derdim çaresiz olduğumuzu söylemek değil,
tüm bu konuştuklarımızın esasında bir sebebi vardı.
islamın aklından yani müslüman aklından bahis açmaktı.
gavurun aklından farklı çalıyor işte müslüman aklı.
islamın aklı o kadar önemli ki. “müslümanca düşünmek” yani…
rasim özdenören'e buradan rahmet ola diyorum...
ökkeş
“akıl baÄŸ demektir ve hakikate/gerçek ulaÅŸmak için
aklını kendi gerçekliğine değil
“Allah'ın kopmaz olan ipine baÄŸla”
dedi ve sustu
paylaşmaya değer gördüğünüz yazılarımın dilediği kısmı dahil dostlarınıza ikrama açıktır.
bir gönle daha temas etmek iyidir. valla!
Henüz yorum yapılmamış.