Sosyal Medya

Makale

Ä°stemesek de mi?

İnananlar Susarsa Kıyamet Kopacak

Salih insan kendisiyle barışık insan demektir. Düşündüğü ve inandığı gibi yaÅŸamak anlamında. Dolayısıyla salih insan, özgür olmalıdır. Özgür olmadan insanın salih olması mümkün deÄŸildir. Kendisiyle barışık olmayan insanlardan,  mutlu ve saÄŸlıklı bir toplum da oluÅŸamaz. Özgürlüklerini kısıtlayarak insanları inandıklarıyla yaÅŸadıkları arasında tercih yapmaya zorlayanlar, tek bir gönlün dahi sarsılmasının nelere mal olacağını önemsemez ve düşünmezler.  Nitekim bir insanı öldürmek, bütün insanları öldürmek gibiyse, bir insanı üzmek de hepsini üzmek gibidir

Ä°lah-Ä°nsan Ä°liÅŸkisi

Ä°nsanın; yaÅŸamını, tutarlı ve anlamlı kılabilmesi, kendisi ve çevresiyle ilgili pek çok soruya cevap arama gayretleriyle, paralellik arz eder. Bu anlamda, onu en çok meÅŸgul eden sorunların başında, Ä°lah-insan iliÅŸkisi gelir. Ä°nsanın; kazanırken, harcarken, tatile çıkarken ya da çocuÄŸunu okula yazdırırken hatırlamadığı “Tanrı”, özel gün ve gecelerde günahlarını a?etmek, sıkıntılarını gidermek ve ona ikram etmek için, behemehâl kapısında biter. Ä°nsanın zevklerinin lokomotif olduÄŸu bu parçacı yaklaşımında, “Tanrı”ya ayrılan kompartıman, nedense hep son vagon olmuÅŸtur. Bu son bölümde, insanın kapsamını ve yetkilerini kendi belirlediÄŸi bir Tanrı’ya içtiÄŸi rol, laik bir tavır olarak hemen beliriverir. Sanki insan; o dürzü tarafıyla, Tanrısından dünyaya gönderiliÅŸinin öcünü almaya ve onun vası?arıyla donanıp egemenliÄŸin tahtına oturmaya çalışmaktadır.

Hıristiyanlar, Tanrı’yı insan formunda yere indirip dünyada olup biten bütün kargaÅŸalar için çarmıha gerdirerek kendilerinden özür dilettiler. Ãœstelik bunu, iÅŸledikleri bütün günahlar için kefaret sayarak. Tanrı’nın güya savaÅŸlara ve hastalıklara düçar ettiÄŸi insanlık, zamanla kilisenin, “Pavlus” yorumlarıyla ona ödettiÄŸi bu bedeli de yeterli bulmadı ve ismini, hayırsız bir mirası reddeder gibi, vicdanlara kilitleyip hapsetti. Nitekim insan; Tanrıyla iliÅŸkilerinde, dünyaya gönderilmiÅŸ olmanın yarattığı maÄŸduriyet hissinden hiç feragat etmedi. Tanrısının her defasında aÅŸağıya yuvarladığı kocaman bir kayayı, bin bir zahmetle yüksek bir dağın tepesine tekrar tekrar çıkarmakla yükümlü kıldığı, “Sisyphos” gibi...

Yahudiler ise; hahamlarının da iÅŸgüzarlığıyla, hiç usanmadılar onunla didiÅŸmekten. Nitekim Yehova’nın Yakup’la tuttuÄŸu güreÅŸ, baktığınız açıya göre, ya kimin kimi yendiÄŸi belli olmayan ÅŸikeli bir oyuna ya da dünya var oldukça sürecek gibi gözüken bir kaosa delalet etmiyor mu sizce de? Peki, bu kıran kırana mücadelede; Tanrı’nın, sadece seçilmiÅŸ kullarına bakan yüzüyle, diÄŸer fanileri de görmesi, gözetmesi ve hele hele merhamet göstermesi mümkün mü?

Kitaba dayalı bir kültürün, beÅŸer eliyle bu kadar provoke edilmesi, insanı hayrete düşürüyor. Batı uygarlığı; Prometheus’a Tanrı’dan öç almak ve insana uygarlığı vermek için gökyüzünden ateÅŸi çaldırdığından beri dünyaya rahat nefes aldırmıyor. Ä°nsan; ateÅŸi elde ettiÄŸinden bu yana, aydınlığı da ışığı da yakalayamıyor. Nedense bu ateÅŸ, -hırsızlık malı olduÄŸundan mıdır nedir?- yalnızca yeryüzünde haksız yere büyüklenen zalim elebaÅŸlarını ısıtıyor. Ä°nsanın, Tanrı’yı gökten indirmekle kalmayıp onu günlük hayatından da uzaklaÅŸtırırken amacı, boÅŸalan egemenlik tahtına tasasızca kurulmak ve orada sonsuza deÄŸin özgür olmaktı. Fakat modern hayat ve devasa makinelerin vardiyalar boyu sürüp giden homurtuları, insana umduÄŸu özgürlüğü bir türlü sunamadı. Tam tersine, yeni köleler yarattı. Zira pek çok kiÅŸi, hâlâ yeterince beslenemiyor, barınamıyor ve insana yakışır bir ÅŸekilde yaÅŸayamıyor. Ãœstelik özgürlük alanlarımız, git gide daha fazla yok ediliyor. Ne diyordu ÅŸair: “Köleler gördüm, karavaÅŸlar/hayaları burulmuÅŸ bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı.”

Özgürlük alanlarımızı daraltan saiklerden birisi ve belki de en önemlisi Allah’ı doÄŸru dürüst tanımayışımız olamaz mı? DoÄŸru bir “Ä°lah” tasavvuru olmadan saÄŸlıklı bir din anlayışına sahip olmak mümkün müdür? SaÄŸlıklı bir “din” anlayışı yoksa hayatı anlamlandırma çabaları, suiistimallere açık hâle gelmez mi? Bu soruları cevaplamanın yegâne yolu, Allah’ı yine kendisinin anlatımıyla tanımaktan geçiyor. Ancak, ‘Kur’an’da Allah tasavvuru’ konusunda Yeterli araÅŸtırmaların olmadığı da bir gerçek. Öte yandan sayısız dış etkiye maruz ve çok yönlü ÅŸekillenebilen insan zihninin, Allah hakkındaki düşüncelerini, kuÅŸkudan müstaÄŸni saymamız da mümkün deÄŸil. Nitekim insanın, Allah hakkında beslediÄŸi kötü zanlar, geri dönüşlü olduÄŸundan her zaman ciddi bir tehlike oluÅŸturuyor.  ÖrneÄŸin;

“Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduÄŸu kimseler gibi olmayın…” (HaÅŸr, 59 / 19)

“Yahudiler ‘Allah’ın eli baÄŸlıdır (Allah cimridir)’ dediler. Kendi elleri baÄŸlandı…” (Mâide, 5 / 64)

“Andolsun, senden önce de birçok peygamberle alay edildi de; içlerinden alay edenleri, o alaya aldıkları ÅŸey kuÅŸatıverdi.” (Enbiya, 21 / 41)

“Ve Allah, ikiyüzlü erkek ve kadınları ve Allah’tan baÅŸkasına ilahlık yakıştıran erkek ve kadınları azaba uÄŸratmayı dilemiÅŸtir. Bunların tümü; Allah hakkında, kötü, uygunsuz düşünceler taşırlar. 0 kötü zanları, kendi baÅŸlarına gelsin!” (Fetih, 48 / 6)

Unutursan kendine unutturulursun.

Cimri dersen cimri kılınırsın.

Alay edersen alay edilirsin.

Rabb’in için ne düşünürsen Aynı ÅŸey, senin vasfın olsun.

Ve o kötü zanların, kendi başına gelsin!

“Ve Rabb’iniz hakkında taşıdığınız bu düşünce (kötü zan), sizi helake uÄŸrattı, böylece kendinizi hüsrana uÄŸrayanlar arasında buldunuz!” (Fussilet, 41 / 23)

Ä°nsan; suistimal ettiÄŸi “Allah” düşüncesi ile beraber merhamete, güzelliÄŸe, doÄŸruluÄŸa ve iyiliÄŸe olan inancını da yitiriyor. Demek ki; insanın, mükemmelliÄŸe ait bütün yetkin sıfatları kendisinde toplayan “Tek Ä°lah” tasavvurundaki kusurlu ve çarpık düşünceleri, kendisine ayna etkisi yapıyor. “Ä°lk Sebep” e yapılan bunca olumsuz yaklaşımlar, tutarlı bir sonuca varmayı engelliyor. Ãœstelik bütün diÄŸer sebepleri de anlamsız ve tutarsız kılıyor. Ä°nsan, ondan çaldığı her vası?a (rol), aslında kendi sonunu hazırlıyor. Zaten günahkâr bir benliÄŸin çizdiÄŸi, “Tanrı” resminden, daha fazlasını bekleyemezsiniz. Anlaşılan insan, Allah için ne düşünürse o başına geliyor. Onun hakkında ileri geri konuÅŸmak, kötü düşünmek ve insanın bilmediÄŸi ÅŸeyleri ona izafe etmesi, muhatabına ağır bir bedel ödetiyor.  Onu iyi tanımayınca, ortada kalan “yücelik”, birilerinin boynuna gerdanlık olunca da bütün dengeler altüst oluyor. Kabul ya da reddettiÄŸiniz vası?ar, onun bunun eline geçmeye görsün, bir hükmetme yarışı baÅŸlayıp insan insanın kurdu olarak birbirine saldırıyor.  Ä°nsanın kendi eliyle kendisini tehlikeye atması, bu olsa gerek. Zira Allah, olup-bitene seyirci kalmıyor. Müdahalesi, çoÄŸu kez insanın hiç hesap edemediÄŸi taraftan geliyor. Nitekim bu denli canlı bir iliÅŸkiyi anlamak için bizzat hayatın da buna ÅŸahitlik etmesi gerekiyor. Ayrıca Allah, sadece kendisi için deÄŸil, inanan kullarına yapılan haksızlıklara da aynı ÅŸekilde karşılık veriyor.

“…’Biz ancak onlarla (inananlarla) alay ediyoruz.’ derler. Gerçekte Allah, onlarla alay eder…” (Bakara, 2 / 14, 15)

Ä°nsan; çoÄŸu zaman kendi sahip olduÄŸu olumsuz vası?arı, Tanrı’ya atfederek, yaptığı ya da yapacağı haksızlıkların vicdani alt yapısını inÅŸa ediyor. Bazen de onu aşırı kutsayarak dünyadan koparıyor; hatta Tanrı’yı iÅŸsiz dahi bırakabiliyor. Öyle ya, yüceler yücesi, eÅŸsiz ve eriÅŸilmez Tanrı’nın, ÅŸu kahrolası dünyanın fuzuli ve pis iÅŸlerinden uzak durması gerekmez mi? Kutsa ve gönder. Rencide etmeden iÅŸine son ver. Teması kesme fakat ulaşılamaz ölçüde yücelt ki ikide bir gelip seni rahatsız etmesin.

Åžehirden daÄŸlara gönderilip bahçıvan rolüne sokulan ve sokaktan mabedlere kapatılıp vicdanlara hapsedilen ÅŸifacı görüntüsüne bakılırsa insanın Rabb’ine yaptığı haksızlıkların sonu gelmeyecek gibi gözüküyor. Nitekim Tanrı’yı dünyevî alanlara sokmayıp kapıları tutar ve içeriye sadece bencil, çıkarcı, kıskanç ve zevk düşkünü benliÄŸi alırsanız adaletin ve özgürlüğün yerini, zulüm ve mahrumiyetlerin alması kaçınılmaz oluyor.

 Ä°nsan zihni, yanlış anlamlar yüklediÄŸinden olsa gerek,  kendisini sınırlayacağını düşündüğü bir yaratıcı ?krinden uzak duruyor.  “Allah’ın huzurunda yere kapanmaktan kaçınmaları gerektiÄŸine inanıyorlar…” (Neml, 27 / 25) Oysa insanlar, en azından suçladıkları konularda, failin Allah olamayacağını fark etmiÅŸ olmalıydılar. Tam tersine gerçekleri ortaya çıkaran gücün kaynağını bulabilmeleri gerekiyordu. Hiç deÄŸilse gerçeklerin, su üstüne hangi saikle çıktığına bakmalıydılar. Güya özgür olmak için Allah’tan uzaklaÅŸanlar, Ä°lah edindikleri arzular, kendilerinin de baÅŸkalarının da olsa sonuçta her hâlükârda bir dolaba beygir olduklarının farkına varamıyorlar. Allah’a yakıştıramadığı büyüklük, insanın kendisine sıfat olunca da diÄŸerlerini aÅŸağılamaya dönüşüyor. Öyle ki insan, Tanrı’dan çaldığı müstaÄŸni, cebbar ve kahhar rolüyle hayat sahnesinde perdelerden birini kapatıp diÄŸerini açıyor. Ve hemcinslerine özgürlük ve adaletin sadece gölgelerini, bir gösterip bir kaybediyor.

Ä°lah-insan iliÅŸkisinin doÄŸru belirlenmesi, özellikle insanın özgürlük alanıyla ilgili olarak önem arz ediyor. Zira insanlaÅŸan Tanrıların ve TanrılaÅŸan insanların boy gösterdiÄŸi tarih sahnesinde biri diÄŸeri adına yok sayılan ya da küçümsenen bir sürü kavram ve kargaÅŸa üretiliyor. Ä°ster ruhu alın maddeyi gereksiz görerek; ister maddeyi alın ruhu yok sayarak; ister cinsellik deyin hayatın belirleyici gücü; ister sermaye birikimini orijine koyun.  Gerek gaddar Tanrı Yahve elinde maÄŸlup ve suçlu insanı gerek hedonist insan önünde zaa?arına yenik düşen Yunan Tanrılarını seçin. Panteist, politeist, deist ya da antropomor?st bir dizi sorunsalla yatıp kalkın. Fark etmediÄŸini göreceksiniz. Bu arena, pek çok TanrılaÅŸma hevesini ve heveslisini barındırdığından, galibi olamayacak kadar deÄŸiÅŸken. Nitekim insanı Tanrı yapıp yukarı çekmekle,  Tanrı’yı insan yapıp aÅŸağı indirmenin zevkine doyum olmuyor, insan için. Öyle ki bazen Tanrı olmuÅŸ caka satıyor bazen kul olmuÅŸ hazır asker, kurÅŸun gibi…

Ancak Kur’an, birini diÄŸeri adına küçük görmeden ya da yok sayıp feda etmeden, bir armoni içinde bütün kavramlara hakkını veren yönüyle eriÅŸilmezliÄŸini koruyor.  Hayatın dengesini bozmuyor. Her ÅŸeyin; Ä°lah karşısında, ancak “yaratılmış” ve “yaratılmaya deÄŸer” olduÄŸunu vurgulayarak…

Yaratılmaya Değer Olmak

Ä°nsan’ın yaratılışına bakınca;

Melekler, Âdem’in saldırgan ve paylaÅŸmayan tarafına ya önceden bir ÅŸekilde ÅŸahit olmuÅŸ ya da onun hakkında bir an olsun bilgilendirilmiÅŸlerdi. Bu yüzden; “Yeryüzünü yaÅŸanmaz hâle getirir, kan döker, yaratılmaya deÄŸmez.” diyerek insanın yaratılışına itiraz etmiÅŸlerdi. BaÅŸlangıçta haklıydılar.

 “Åžeytan”a gelince: “Onların çoÄŸunu şükreder bulamayacaksın.” derken; iyilik ve merhametin, ihtiras ve saldırganlık karşısında tutunamayacağı iddiasındaydı. Bu, toprağın ateÅŸle savaşıydı. O, Âdem’in üç kuruÅŸluk zevki için sahip olduÄŸu bütün deÄŸerleri yok sayabileceÄŸini söylemiÅŸti. O da haklı çıktı. 

“Ä°ÅŸte o zaman; Rabb’in, meleklere: ‘Bakın, Ben yeryüzünde ona sahip çıkacak birini yaratacağım!’ demiÅŸti. Onlar: ‘Seni övgüyle yüceltip takdis eden bizler dururken, orada bozgunculuÄŸa ve yozlaÅŸmaya yol açacak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?’ dediler. (Allah) ‘Sizin bilmediÄŸiniz (çok ÅŸey var, onları) ben bilirim!’ diye cevapladı.” (Bakara, 2 / 30)

Aslında melekler ve şeytanı haklı çıkaran şey; aklın, sürekli olarak cevabını aradığı ve nedense bulmakta zorlandığı şu iki soruydu.

— Ä°nsan, bozgunculuÄŸa ve yozlaÅŸmaya yol açıp kan dökmez mi?

Yani;

“Yeryüzünü kendi elleriyle yaÅŸanmaz hâle getirirse dünya kötü bir yer olmaz mı?”

Sonra

“‘Bu dünya neden böylesine kötü?’ demezler mi?”

— Seni övgüyle yüceltip takdis eden bizler dururken,

Yani;

 “Aklın yanına insanın bu azgın nefsini koymasaydın olmaz mıydı?”

Sonra

“ ‘Allah, bu kötülüklere neden izin veriyor, müdahale etmeli deÄŸil mi?’ demeyecekler mi?”

Sonrasında; melekler, Âdem’in “eÅŸyanın bilgi” sini kavradığını gördüklerinde şöyle düşünmüş olmalılar ki, onun yaratılmasıyla ilgili itirazlarını geri çektiler;

Yani;

“EÅŸyanın isimlerini sayıyor. Baksanıza bilgi edinmiÅŸ ve eÅŸyayı tanıyor.

Onlara değer atfedebilerek anlamlandırabiliyor.

Etrafındaki değerlerin farkında olması, onlara yeni anlamlar yüklemesi ilginç!

Doğru ile yanlışı ayırt edebilecek kabiliyetleri de olduğuna göre.

Bu, Rabb’ini ve sorumluluklarını unutmayacağı anlamına gelmez mi?

Ãœstelik Rabb’imiz de arkasında durup onu savunuyor.

Demek ki onu yalnız bırakmayacak, sahip çıkıp rehberlik yapacak.

Öyleyse bu insanoğlu kan dökmeden, karışıklık çıkarmadan yaşayabilir.

Zaten sonuç itibarıyla, kötülüğün iyiliğe galip gelmesi de mümkün değil.

Bilgisini vahyin rehberliğinde kullanarak yeryüzünü yaşanmaya değer bir yer kılabilir.

Bu durumda, bize melekler olarak onu desteklemekten ve bu yaratılışı kabullenmekten baÅŸka ne kalır. Hamd, âlemlerin Rabb’i Allah’adır.”

Âdem’in; eÅŸyayı tanıması ve onlara deÄŸer atfedebilmesi melekleri heyecanlandırmış olmalı. Bu yüzden dünyayı imar ve ihya edebileceÄŸini görüp, gerçeÄŸe, adalete ve özgürlüğüne düşkün olmasını olumlu karşıladılar. Bu bilgisi ve görgüsüyle, yaratılışını unutup isyan ve inkâr edebileceÄŸine ihtimal vermediler. Âdem’in eÅŸya hakkındaki bilgisini ve vahyin ona olan desteÄŸini görünce yaratılışını onayladılar. Ä°tirazlarından vazgeçtiler.  Hâlâ da baÅŸarılı olması için ona dua etmekteler. Sonuçta akıl; meleklerin elinde, “Senin bildirdiÄŸinden baÅŸka bir ÅŸey bilmiyorum.”  diyerek tevazuyu terk etmedi ve Rabb’ine teslim oldu.

Ä°blis ise; insanın, eÅŸyanın isimlerini cesurca sayışını gördü. Bu cesaretin altındaki hırsı fark etti. Bu hırsın, ileride kendisine emanet edilecek ÅŸeylere karşı cahilce bir sahiplenmeye dönüşebileceÄŸini düşündü. Arzuların yakacağı ateÅŸin, toprak üstünde sönmeyeceÄŸini hissetti. Ä°htiraslarının çemberinde insanın saygınlığını yitireceÄŸini anladı. Âdem’in insan tarafını kıskandı. Onu kendisiyle kıyasladı. Kibirlendi. Rabb’inin sözünü dinlemedi. Ä°syanında inat ederek ÅŸeytanlaÅŸtı. Ve ÅŸeytan; insan elinde, bu dünyanın yaÅŸanmaya deÄŸmez olacağı iddiasında hâlâ ısrar ediyor.  Zira hayatta ÅŸu iki cevabın savaşı hâlâ devam ediyor:

Âdemoğulları elinde;

Evet, bu dünya yaşanmaya değer.

Hayır, bu dünya yaÅŸanmaya deÄŸmez. 

Ä°nananlar; Allah ve meleklerin desteÄŸi ile bu dünyanın yaÅŸanmaya ve insanoÄŸlunun yaratılmaya deÄŸer olduÄŸunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Ä°yiliÄŸin, kötülüğü alt edeceÄŸini, zulüm ve haksızlıkların bir gün son bulacağını savunuyorlar. Merhameti, tavsiye ediyorlar. Bu dünyayı daha yaÅŸanabilir bir yer yapma ümitleri hep var. Cenneti istiyorlar. Her daim iyimserler. Sorumluluk elbisesi giyinmiÅŸler. Herkesin eÅŸit olduÄŸu, kimsenin kimseyi küçük görmediÄŸi, açlıktan, sefaletten kimsenin ölmediÄŸi ve sadece Allah’ın Rabb olduÄŸu bir dünya tasavvurları var ve bunu istiyorlar. YaÅŸamayı anlamlı ve tutarlı kılmak adına. Güç gösterilerine karşılar. Adalet arıyorlar. Olması gerekeni özlüyorlar.  Ã–zgür olmak ve özgürce yaÅŸamak için…

Nankörler ise; arzularının kölesi olmuÅŸ ve hayatın yaÅŸamaya deÄŸmeyeceÄŸini ispat için ellerinden geleni yapıyorlar. Öyle etkili oluyorlar ki zaman zaman bize de aynı ÅŸeyi düşündürebiliyorlar. Zaten bundan baÅŸka dünya kabul etmedikleri için de kötümserler. Kötülüklerden sakınmak için elbiseleri yok, çıplaklar. Ä°nsan onlara bakınca; kötülüğün ve haksızlıkların hep zirvede olacağını, hastalıkların ve savaÅŸların bitip tükenmeyeceÄŸini zannediyor. Bu dünyayı daha yaÅŸanabilir bir yer yapma ümitleri, hiç yok. Dünyayı,  olduÄŸu gibi kabulleniyorlar. Güçlünün, zayıf olanı ezmesine aldırmıyorlar. Bu yüzden, adalet ve özgürlüğe gereken önemi bir türlü vermiyor, veremiyorlar.

Özgür Olmak

Ä°lk inen suredeki vurgular dikkate alındığında, Allah’ın özgürlüğe verdiÄŸi önem açıkça ortaya çıkıyor. Hira’da ilk inen surenin (Alak) içeriÄŸine bakılırsa, Peygamberimizin de benzer soruların cevapları peÅŸinde olduÄŸu anlaşılıyor.

Hira’dan kuÅŸ bakışı Mekke’ye bakıp

Haksızlık ve zulümle dolu bir ortamı seyrederken

Soruların yine aynı olduğunu görebilirsiniz;

—Bu dünya neden böylesine kötü? 

—Ve Allah, bu kötülüğe neden izin veriyor?

Bakın; ilk inen vahiy bu soruları nasıl cevaplıyor:

“Yaratan Rabb’inin adıyla oku! O, insanı “Alak” dan yarattı.”

Alak; yani sevgiden…

“Oku, çünkü Rabb’in sonsuz “Kerem” sahibidir.”

Kerim; yani cömert…

Yani, cevap ÅŸu:

“Zihninde taşıdığın ve cevabını aradığın sorulara, bu sefer  Rabb’inin adıyla bir daha göz at. Bu kez, yaratan Rabb’inin adıyla hayatı oku. Ä°nsanı sevdiÄŸim için yarattığımı ve ona çok cömert davrandığımı anladığında, yanıtlarının farklı olduÄŸunu göreceksin. Adil bir paylaşımla dünya neden kötü olsun?  Ä°nsanın daha uzun yaÅŸama arzusu, hayatın gerçekten güzel olduÄŸunu göstermiyor mu? Her ÅŸeyi insan için yarattığımı, yeryüzünü onun için nasıl yayıp döşediÄŸi- mi ve bu nimetlerin herkese yeteceÄŸinden daha fazla olduÄŸunu görmüyor musun?”  

“Gerçek ÅŸu ki;  insan, fütursuzca azar, ne zaman kendini yeterli görse.”

Yani;

“Kimseye ihtiyacı olmadığını düşünen ve dolayısıyla sorumluluklarını askıya alan insan elinde, bu nimetlerin nasıl gasbedilerek çarçur edildiÄŸini ve servetlerin tekelleÅŸip bir güç gösterisine dönüştüğünü biliyorsun.  Dünyanın bu adaletsiz hâlinin faturasını, sakın Rabb’ine kesme.” 

“Hiç düşündün mü ÅŸu engellemeye kalkışanı (Allah’ın) bir kulunu namazdan?”

Yani; “Namaz kılmaktan

Başını örtmekten

Rabb’ine yönelmekten

İstediğini düşünmekten

Düşündüklerini yaşamaktan

Ä°nandığı yolda yürüyüp bildiÄŸi kötülüklerden sakınmaktan Bütün bunlardan engellenenleri düşün ve insanın özgürlüğüne kota koyanlara bir bak. Onlar Allah’ın, her ÅŸeyi gördüğünü bilmiyorlar mı? Ne cesaretle, bu engelleyici tavırlarını sürdürüyorlar. Onlardan uzak dur ve sakın onlara boyun eÄŸip itaat etme. Allah’ın, insanın özgür iradesine verdiÄŸi önemi ve bu iradesiyle dünyayı yaÅŸanmaya deÄŸer bir yer yapacağına dair ümidini gör. Meleklere karşı sizin yaratılışınızı savunduÄŸunu öğren.  Dünyanın bu bozuk hâlinin, özgürlüklerin sınırlarını çıkarlarına göre  belirleyerek kendilerini Allah yerine koyan birilerinin yasakçı tavırlarından kaynaklandığını anla. Bu tavrın, bizzat onu da yalanlama anlamına geldiÄŸini bil.”

Devam eden süreçte; vahiy, benzer soruları cevaplamaya devam etmekteydi:

“EÄŸer (insanların, doÄŸru ile yanlışı ayırt edememelerini) dilemiÅŸ olsaydık, onları görüp anlama melekesinden yoksun bırakırdık da (doÄŸru) yoldan hep ÅŸaÅŸarlardı: ama (öyle ol- saydı) (doÄŸruyu) nasıl görebilirlerdi? EÄŸer (doÄŸru ile yanlış arasında, seçim yapma özgürlüğünden yoksun olmalarını) dilemiÅŸ olsaydık, onları kesinlikle farklı bir tabiatta yaratırdık ve bulundukları yerde (dondururduk ki) ne ileri gidebilsinler, ne de geri dönebilsinler.” (Yâsin, 36 / 66, 67)

Yani; “Dileseydi, sizi robot yapabilirdi. Ama yapmadı, yapmıyor.”

“EÄŸer Allah, insanları, yaptıkları (her) haksızlıkla cezalandırsaydı, yeryüzünde tek canlı bırakmazdı…” (Nahl, 16 / 61)

Yani; “Suç iÅŸleyenleri anında cezalandırabilirdi. Lakin fırsat tanıdı, tanıyor.”

“…Åžayet Allah dileseydi, onları iÅŸitme ve görme yeteneklerinden yoksun bırakabilirdi...” (Bakara, 2 / 20)

Yani;

“Ä°steseydi, size verdiÄŸi kabiliyetleri yok edebilirdi. Fakat etmedi, etmiyor.”

Yani;

“Ä°nsanın; özgürlüğünü, kendi aleyhine kullanmasına raÄŸmen, Rabb’in dondurulmuÅŸ benliklerle, kurulmuÅŸ robotlar edinmek istemediÄŸini anlamalısın. Ä°yiliÄŸin, kötülüğü yenerek anlam kazandığını görmelisin. Åžerrin,  hayrın yokluÄŸuyla oluÅŸtuÄŸunu fark etmiyor musun?

Bilakis;

O;  hiçbir insanı, korunmasız bırakmadı. (86/4) Kimseye kaldıramayacağı bir yük, yüklemedi. (2/286)) Ä°nsanı,  zorluklarla baÅŸ edebilecek kabiliyette yarattı. (90/4)  Ona,  özgür bir alan oluÅŸturdu. Seçme hakkı tanıdı. DoÄŸru ile yanlışı birbirinden ayırdı. GerçeÄŸi güçlü kıldı. Kötülük, bu kadar aktif ve yaygın iken, sonuç itibarıyla; hakkın, batıla karşı nasıl galip gelebildiÄŸini zannediyorsunuz?  Kimseyi çaresiz ve rehbersiz bırakmadı. Peygamberler ve kitaplar göndererek uyardı. Kendisini size göstermeyerek özgürlük alanınızı geniÅŸletti. Fakat bunu da inkârlarına vesile yaptılar. Hanginizin daha güzel iÅŸler yapacağını göstermek için ölümü ve hayatı yarattı. Sadece ölüm bile elinizdekileri paylaÅŸmanız gerektiÄŸini söylemiyor mu? Ama doksan dokuz koyunu olan, kardeÅŸinin bir koyununa da göz dikiyor. Dünyayı kirlettiniz, hastalıklar çoÄŸaldı. Hepsinin çaresini yarattı. Lakin sizin için yarattığı çözümleri bulmak yerine, silahlanmayı ve daha fazla savaÅŸmayı seçtiniz. Haramları olabildiÄŸince azaltarak hareket kabiliyetinizi arttırdı, önünüzü açtı. Pek çok konuda konuÅŸmayarak neyi nasıl yapacağınıza dair kararları size bıraktı. Sadece ona kulluk etmenizi istedi ki baÅŸkalarının önünde eÄŸilip küçük düşmeyesiniz. Çünkü onurlu ve ÅŸere?i olmanızı istedi. Yalnız kendisinden yardım istemenizi dileyerek kimsenin yardıma muhtaç bırakılmayacağı bir ortamda yaÅŸamanızı arzuladı. Nimetleri önünüze sererek sizi sevdiÄŸini her defasında gösterdi. Özgür olmamızı istediÄŸini ve zorla yapılan iÅŸlerin bir kıymeti olmadığını anlamıyor musunuz? İçinizdeki özgürlük duygusunun nereden geldiÄŸini sanıyorsunuz? Kur’an’da size  neredeyse her konuda örnek sundu, benzetmeler yaptı. Ä°srailoÄŸullarını görmüyor musunuz? Her ÅŸeyi rahatlıkla elde edebilecekleri cennet gibi bir ortamda kudret helvasıyla, bıldırcın eti yerken dahi, soÄŸan ve sarımsak istediler. Mısır’da yedikleri soÄŸan ve sarımsağı, Firavun’un baskısı ve aÅŸağılaması olmadan özgürce yaÅŸamaya, tercih ettiler. Onunla pazarlığa oturdular. Rahat durmadılar.  Açgözlülükleri onları, pek çok ÅŸeyden yoksun bıraktı. Hırsları ve arzuları, insanın yakasını bırakmıyor ve insanın taleplerinin sonu gelmiyor ki. Ä°nsan özgürlüğünü kısıtlayan ÅŸeylerin kendi elleriyle oluÅŸtuÄŸunu görmüyor mu?  Dünyayı altüst eden ÅŸeylerin, yaptığı kötü iÅŸlerden kaynaklandığına bakmadan, sürekli yaratılmış olmasını Rabb’inin başına kakıyor. Yoksa her istediÄŸinin olacağını ve bunun ona bir sorumluluk yüklediÄŸini mi düşünüyor ve onu sürekli borçlu çıkarıyor.”

Kur’an’da; Ä°srailoÄŸullarının, sürekli Allah’ı inkâra varan nankörce teÅŸebbüsleri karşısında, Hz. Musa’nın daha fazla dayanamayarak şöyle söylediÄŸi anlatılır;

“Musa, demiÅŸti ki: ‘EÄŸer siz ve yeryüzündekilerin tümü inkâr edecek olsanız bile (ne olur ki) şüphesiz Allah, hiçbir ÅŸeye muhtaç deÄŸildir...’ ” (Ä°brahim, 14/ 8)

Mekke müşriklerine de, benzer bir karşılık verilmiştir;

“…Ve siz, (Allah’ı) aciz bırakacak deÄŸilsiniz.” (Hud, 11 / 33)

Allah’ın emir ve yasaklarının tamamının, insanların mutlu olması ve huzur içinde yaÅŸaması için geldiÄŸini herkes bilir. Hatta bu emir ve yasaklar, o an için istenen olumlu sonuçları doÄŸurmayacaksa ertelenebilir.  Ã–mer (ra.) yaptığı gibi. Buna raÄŸmen ön yargılarından bir türlü kurtulamayan kötümser ve inatçı kimselerin, Resullere,   “DoÄŸru söylüyorsanız, başımıza taÅŸ yaÄŸdırsanıza!” diye karşılık vermeleri, iyi niyetli bir anlama çabası içinde olmadıklarını gösteriyor. Bu yaklaşımları,  “ Allah, kötüleri anında niye cezalandırmıyor?” sorusunun tekrarı gibi duruyor. Ve ardından şöyle cevaplar veriliyor;

“EÄŸer, onların iyilik (olarak gördükleri ÅŸeyin kendilerine) ulaÅŸmasını aceleyle istedikleri gibi, Allah, insanlara (günahları yüzünden hak ettikleri) ÅŸerri acele verseydi, onların sonu çarçabuk gelmiÅŸ olurdu.” (Yunus 10 / 11)

“Muhakkak ki bu zulmedenlerin de (geçmiÅŸ) arkadaÅŸlarının payı gibi bir azap payı vardır, (ötekilerin başına gelen azap gibi bir azap bunların da başına gelecektir), acele etmesinler.” (Zâriyat, 51 / 59)

Yol Üstünde Oturanlar

Allah, gerçeÄŸi kutsamıştır. Bu; doÄŸru olanın, her halükarda galip geleceÄŸine inanmaktır. Ä°nananlar, gerçeÄŸin bir gün mutlaka galip geleceÄŸini bilirler. Bunu saÄŸlayan ise, 

Allah’ın apaçık müdahalesidir. Görünmez bir el; sonuç itibarıyla doÄŸru olanı, yanlışın hep üstüne çıkarır. Bu sebeple,

Kur’an’da; “Bir de, tehdit ederek Allah’ın yolundan O’na  iman edenleri çevirmek, Allah’ın yolunu eÄŸri ve çeliÅŸkili göstermek üzere her yol üstüne oturmayın. Hatırlayın ki siz az (ve  güçsüz) idiniz de O sizi çoÄŸalttı. Bakın, bozguncuların sonu  nasıl oldu? EÄŸer içinizden bir kısmı benimle gönderilen gerçeÄŸe inanmış, bir kısmı da inanmamışsa artık Allah, aramızda  hükmünü verinceye kadar sabredin. O, hüküm verenlerin en  hayırlısıdır.” (A’raf, 7 / 86, 87) denmiÅŸtir. Bu ayetler, insanları inandıklarından vazgeçirmek ve özgürce yaÅŸamalarına  engel olmak için yol üstüne oturanları kınamaktadır.

“…Allah aramızda hükmünü verinceye kadar sabredin...”

“…EÄŸer o, bir yalancı ise yalanı kendi aleyhine dönecektir...”(Mü’min 40 / 28)

“(Allah’tan gelen) her haber belli bir süreç içinde gerçekleÅŸir: ve siz zaman içinde (hakikati) anlayacaksınız.” (En’am 6 / 67)

“Ä°nsan çok aceleci (tez canlı) yaratılmıştır. Size yakında mesajlarımı(n iÅŸaret ettiÄŸi gerçeÄŸi) göstereceÄŸim. Åžimdi acele etmeyin.” (Enbiya 21 / 37)

Buradaki anlamlar, çok canlıdır:

Yani;

“Bırakın, hak ortaya çıksın. Gerçek çok güçlüdür. Ona karşı konulamaz. Zaman içerisinde; hak, batılı ve doÄŸru, yanlışı her zaman yener. Bekleyelim, çok uzun sürmez. Kim haklı ise zamanla anlaşılsın. Kimin iddiası doÄŸru ise, o endiÅŸe etmesin. Sabretsin, dirensin. Ancak yalan söyleyenlerin ve zalimlerin korkması gerektiÄŸini, bilmiyor musunuz?”

Ä°nsanın ve özellikle inananların gerçek arayışı tamamıyla saygıdeÄŸerdir. Bu arayışın en can alıcı noktası; “Düşünmek ve bunu baÅŸkalarıyla paylaÅŸabilmektir.” denilebilir.  Nitekim Kur’an anlatımında; peygamberler, baskı altına alınıp tebliÄŸden engellenince, azap inmektedir. Sırf bu yüzden; inanmak, inandığını yaÅŸamak ve özellikle tebliÄŸ yapmak yani düşüncelerini özgürce açıklayabilmek, yaÅŸamsal bir önem taşır.  Hatta Ä°slam terminolojisinde, “Cihat”; konuÅŸan ile dinleyen arasındaki engelleri kaldırmaya yönelik bir teÅŸebbüstür. Zorla inandırmak için deÄŸil, dinleyene önce anlama sonra özgürce kabul ya da reddetme imkânı vermek için. Nitekim özgürce “inkâr etmek” de, en az özgürce “iman etmek” kadar önemlidir.  Allah;  insanları, sadece inkâr ettikleri için asla helak etmemiÅŸtir. Bu inkârlarıyla suç iÅŸlemedikleri sürece…

“Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin, (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan menetmeleri gerekmez miydi? Fakat onlar arasından, ancak kendilerini kurtardığımız pek az kiÅŸi böyle yaptı. Zulmedenler ise, kendilerine  verilen refahın peÅŸine düşüp şımardılar ve suç iÅŸleyenler olup  çıktılar. Yoksa senin Rabb’in, halkı (birbirlerine karşı) dürüst  davrandıkları sürece, bir toplumu (sırf ) (çarpık inançları) yüzünden asla helak etmez.” (Hud, 11 / 117)

Ancak inananlar susarsa, kıyamet kopar. Düşünce özgürlüğünün bittiÄŸi an, kıyamet vaktidir. “Kıyamet, asla müminler üzerine kopmaz.” anlayışı da bu gerçeÄŸi ifade eder.

Başka bir deyişle; düşünce ve ifade özgürlüğü, dünyada yaşamın devam etmesi için zaruridir.

Bunun  tamamen engellenmesi, dünyanın sonunu getirecektir. Ä°nsanlar; hayatlarının, inananların doÄŸruyu söylemeye devam etmesine borçlu olduklarını bilmelidirler. Onlar,  sustuÄŸu ya da susturulduÄŸu an; yaÅŸam, anlamını yitirip Allah’ın yaratmaya devam etmesi için haklı bir gerekçe kalmaz. Küstahça böbürlenenlerin elinde dünya cehenneme döner. Ve her ÅŸeyin sonu gelir.

ÖrneÄŸin bu engelleme Hz. Nuh’a yapılmıştı;

“… Ve o(na çeÅŸitli eziyetler yapılarak tebliÄŸden) menedildi.” (Kamer, 54 / 9)

Hz. Lut’a yapılan da aynı ÅŸeydi;

“Biz seni, el âlemin iÅŸine karışmaktan menetmemiÅŸ miydik?” dediler.(Hicr, 15 / 70)

Hz. Musa’ya da;

“(Musa:) ‘Ve eÄŸer bana inanmıyorsanız, (hiç olmazsa) yolumdan çekilin!’ (dedi.)” (Duhan, 44 / 21)

Daha önce yaÅŸamış toplumlar, kendi içlerinde inananları susturdukları için helak olmuÅŸlardır. Özellikle peygamberleri, konuÅŸturmadıkları için. Yani zulme karşı çıkıp doÄŸruları söyleyen kimse kalmadığı için. Bugün bu helakler, ölüm ve doÄŸal afetlerle kısmen tekrarlansa bile topyekûn insanlığın yok olmasına sadece zemin hazırlıyor. Ãœstelik bu afetlerin neredeyse tamamı, bizzat insanın kendisinin yol açtığı sebeplere dayanıyor.  Bütünüyle kıyametin kopması ve genel bir cezanın gerçekleÅŸmesi  için, ya dünyada doÄŸruları söyleyen hiçbir müminin kalmamış olması ya da inananların zorla susturulması gerekiyor.  Åžimdi, gerçeÄŸin ve gerçeÄŸi özgürce ifade etmenin ne kadar önemli olduÄŸunu anlıyor musunuz?..

“Rabb’im, Allah’tır.” DediÄŸi İçin, Bir Adam Öldürülebilir mi?

Kendilerini otorite yerine koyanlar, neye, nasıl ve ne kadar inanacağımızı, bizim adımıza kararlaÅŸtırırlar. Onların bilgisi altında olduÄŸu sürece, sizin neye ve nasıl taptığınız, hiç önemli deÄŸildir. Din, bu gibilerin elinde, sadece kullanılabilirlik açısından bir deÄŸer taşır ve uyuÅŸturucu gibidir. Dinin doÄŸru anlaşılması ve insanların gerçeÄŸe ulaÅŸması gibi bir dertleri yoktur. Halktan çaldıkları, kendi yaÅŸam standartlarında, bir deÄŸiÅŸme ya da gerileme olmadığı sürece, kimin ne kadar ve neye inandığını önemsemezler. Tolstoy’un “DiriliÅŸ” adlı eserinde anlattığı gibi, onlar için din; böcek, kurtçuk ve solucan gibidir ve sadece tavuklar sevdiÄŸi için katlanılabilir bir ÅŸeydir. Çünkü tavuk gibi gördükleri halklara ihtiyaçları vardır.

Adı ne olursa olsun bu sistemler, tehlike gördükleri her ÅŸeye, sınırlama getirirler. Çerçevesi onlar tarafından belirlenen ve kurdukları düzenin bekasına uyarlanmış bir özgürlük alanı oluÅŸtururlar. 

“(Firavun şöyle dedi): ‘Ben size izin vermeden ona inandınız ha?’…” (Taha, 20 / 71)

Hâlbuki özgürlük sahası, ontolojik bir alandır. Yani kiÅŸi, doÄŸuÅŸtan bu haklara sahip olmalıdır. Ä°nsanı tarih sahnesine çıkaran ÅŸey,  var oluÅŸsal güvenlik ve özgürlük arayışıdır.

Özgürlük ve güvenlik yoksa insan da yoktur. Ä°nsan taklidi yapanlar ise, her yerde bulunur. Her dönüşümün ve ilerlemenin temelinde, zihnî faaliyetler yatar. Özgürlük bunun için gereklidir. Özgürlüğe engel olmak ya da sınır koymak beÅŸer eliyle yapılabilecek bir ÅŸey olmamalıdır. Allah’ın kulları için belirlediÄŸi özgürlük alanı, baÅŸkasına zarar vermediÄŸi sürece, insanların kazanabileceÄŸi en geniÅŸ çerçevedir. Tarih de buna ÅŸahittir. Zira bin dört yüz sene önce müşrik Mekke’de, bugün en az New York’ta olduÄŸunuz kadar özgürdünüz. Belki daha da fazla. Müşrik Mekke’de her türden inancın tezahürü görülür ve kimse kimseye karışmazdı.

ÖrneÄŸin “Hanif ” denilen tek Tanrı anlayışının sahiplerine de dokunulmazdı.

Mekke’de sorun, vahyin, sosyal hayata müdahalesi ile baÅŸlamıştı. Ä°nandığı ÅŸeyleri sosyal hayatında görmenin doÄŸallığı bir tarafa, bugün Müslümanlar, Amerika’da kanun koyucunun hangi alanına müdahale ettiler de OrtadoÄŸu kan gölüne dönüyor, Guantamola’da iÅŸkenceler sürüyor ya da iÅŸgallerin biri bitip diÄŸeri baÅŸlıyor. Ãœstelik “Asrı Saadet  Medinesi”ndeki özgürlüğünüzü, bugün dünyanın hiçbir yeriyle mukayese edemezsiniz. Aklı başında herkes için; 11 Eylül saldırılarının ardından müslümanlara yapılan baskılar, Batı’nın özgürlük anlayışının ne kadar sanal ve  sahte olduÄŸunu göstermeye yetiyor olmalıdır.

Sizi kendi menfaatleri açısından “tehlikeli” saydıkları an, onlar için hiçbir hakkınız söz konusu deÄŸildir. Zira taassup, onların göbek adıdır.

“GeçmiÅŸ vahyin izleyicilerinden bazısı (birbirlerine) şöyle der: ‘(Muhammed’e) inananlara günün başında vahyedilene inandığınızı söyleyin, daha sonra geleni ise inkâr edin ki (inançlarından) belki geri dönerler; ama sizin inancınıza uymayan hiç kimseye (gerçekten)inanmayın…’ ” (Âl-i Ä°mran 3 / 72, 73)

Özgürlüklerin insan eline terk edildiÄŸi zamanlar, çoÄŸu kez mahrumiyet ve mahkûmiyetlerle sonuçlanmıştır. Allah’ı bile göz ardı edebileceÄŸiniz bir saçmalama özgürlüğünüz vardır ama ihtirasların egemenliÄŸini sorgulandığınızda onlar, insanda kiÅŸilikten eser bırakmazlar. Kendi bacağına kurÅŸun sıkmak, hangi yiÄŸidin harcıdır. Baskı ve iÅŸkence altında insanlığınızı kaybetme korkusu, size öyle bir fatura çıkarır ki onlara üye, mürit ve mensup olmanın zorluÄŸunu, Allah’a kul olmanın kolaylığına deÄŸiÅŸmezsiniz. Zamanla bundan zevk almayı bile öğretirler size. Önceleri mahkûmiyet, basit bir alışkanlıkken, ardından insanın yapı taÅŸları hâline gelip hayata bakışınızı belirleyen ilkelere dönüşüverir. Arkaya bakınca, kendinizi tanıyamazsınız. Sonrasında iÅŸin belki de en sıkıcı tarafı, birbiriyle çekiÅŸen pek çok “Tanrıcık” önünde, bir onun bir bunun dediklerini yapmaktan ibaret kalır. Nede olsa artık Tanrılarınızın izni ve ÅŸere?yle varsınızdır.

Baskıcı ve despot sistemlerin yaptıkları hep aynı ÅŸeylerdir. ÖrneÄŸin kendileri gibi düşünüp inanmayanları; 

Rahatsız etmek ve dışlamak:

“…’EÄŸer bu iÅŸten vazgeçmezseniz, and olsun sizi taÅŸlarız. Ve bizden size mutlaka fena bir kötülük dokunur.’ dediler.” (Yasin 36 / 18)

Ya sev ya terk et anlayışı ile kovmak;

“Ama hakkı inkâr eden toplumlar, elçilerine şöyle dediler: ‘Ya bizim yolumuza (dinimize) dönersiniz, ya da kesinlikle sizi ülkemizden sürüp çıkarırız.’…” (Ä°brahim, 14 / 13)

Bölerek “öteki”leri oluÅŸturmak;

“O ülkede; Firavun, kendini büyüklük duygusuna kaptırmış ve ülke halkını; kastlara, sını?ara ayırmıştı…” (Kasas, 28 / 4)

Tehdit etmek;

“Kavminden, hakkı inkâra ÅŸartlanmış olan elebaÅŸları, (Åžuayb’ın yandaÅŸlarına:) ‘DoÄŸrusu, eÄŸer Åžuayb’a uyarsanız, bilin ki kaybedenlerden olacaksınız!’ dediler…” (A’raf, 7 / 90)

Zorbalık yapmak;

“Ve ( siz baÅŸkalarının hukukuna) el uzattığınız zaman, hiçbir sınır tanımadan, hep böyle zorbalık mı yapacaksınız?” (Åžuara 26 / 130)

Bölücü ilan ederek öldürmeye yeltenmek;

“Firavun, dedi ki: ‘Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim. (Faydası olacaksa) Rabb’ini yardıma çağırsın! Çünkü ben; onun, dininizi deÄŸiÅŸtireceÄŸinden yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum.’ ” (Mü’min, 40 / 26)

Hatta Allah adına bile şiddet üretmek;

“ Allah adına yemin ederek aralarında antlaşıp ‘Ona ve ailesine geceleyin baskın yapalım ve onların hepsini öldürelim…’ ” dediler. (Neml, 27 / 49)

Verdiklerini sürekli başa kakmak;

“(Fakat Musa, mesajını Firavun’a tebliÄŸ edince, Firavun:) ‘Biz; seni, çocukken yanımızda yetiÅŸtirmemiÅŸ miydik? Ve sen, ömrünün pek çok yılını bizim aramızda geçirmemiÅŸ miydin? Ama sonunda yapacağını yaptın ve nankör biri olduÄŸunu gösterdin!’ dedi.” (Åžuara, 26 / 18, 19)

Yani; “Firavun’un, ÅŸu baÅŸa kakmasına bir bakın;

Elimizde büyüdün, yemeÄŸimizi yedin. Hastanelerimizden faydalandın, yollarımızdan geçtin, sularımızdan içtin. Polisimiz, askerimiz seni korudu. Bütün devlet imkânlarını önüne açtık. Buna raÄŸmen baÅŸkaldırıp isyan ediyorsun ha! Tek kelimeyle sen nankörsün.”

Hz. Musa’nın cevabı, enteresandır

“Ve o başıma kaktığın iyiliÄŸe gelince, bu Ä°srailoÄŸullarını köleleÅŸtirmenin bir sonucu deÄŸilmiydi?” (Åžuara, 26 / 22)

Yani;

“Sen bu zulümleri yapmasaydın, ben annemin kucağında nazlı nazlı büyüyecektim. VerdiÄŸini söylediÄŸin imkânlar karşısında köleleÅŸtirdiÄŸin bu millet, sana her yerde gerekli ihtiÅŸamı saÄŸlamadı mı? Hiçbir ÅŸeyi babanın hayrına yapmadın. Ben ne zaman bu ülkeyi bölmeye çalıştım? Bu âlemin hepsi nasıl ve neden senin oluyor? Sen, bizim Rabb’imiz deÄŸilsin. Özgürlük alanlarımızı, sen belirleyemezsin. Biz, senin saltanatını deÄŸil, adalet istiyoruz. Åžimdi doÄŸruyu söylediÄŸimiz ve hakkımızı aradığımız için mi nankör oluyoruz?”

Mekke müşrikleri de halkı tahrik ve provoke ederek aynı şeyi söylüyorlardı;

“İçlerinden önde gelen eÅŸraf takımı, derhâl harekete geçip; ‘Hâlâ mı duruyorsunuz, kalkın yürüyüp gösteri yapın ve ilahlarınıza sahip çıkın! Sizden beklenen ÅŸey, şüphesiz budur.’ dediler.” (Sad, 38 / 6)

Onlara, “VatandaÅŸlık görevi, size böyle bir sorumluluk yüklüyor.” denilerek sahte Tanrılarının gölgesinde oluÅŸturdukları ideolojilerini sahiplenmeleri ve korumaları istenmiÅŸti. Hâlbuki ekmeÄŸi, aslanın aÄŸzına koyup insanların hayatını zorlaÅŸtıranlar bunlardı. Ayrıca zalimlerin yönetiminde, onlara ait olmanın var olmaya eÅŸ deÄŸer tutulduÄŸu bir ortamda, yedirdikleri yemeÄŸin hakkını istemek de buydu. Onların iktidarı için, gerektiÄŸinde ölmek adına…

Bu katil ruhlu insanlara sorulması gereken en önemli sorulardan bir kaçı şöyledir;

 Ä°nandığını söyleyen bu insanlar size ne yaptı?

Borç mu istediler?

Mallarınıza mı dadandılar?

Nasıl bir yük altında kaldınız da canınız yanıyor?

“O anda, inancını (o güne kadar) gizlemiÅŸ olan Firavun  ailesinden bir mümin (şöyle) haykırdı: ’Rabb’im Allah’tır dediÄŸi için adam mı öldüreceksiniz?..’ ” (Mü’min, 40 / 28)

Benzer bir olay Mekke’de gerçekleÅŸmiÅŸti;

“…Resulullah (sav) çıkageldi. Çekirge sürüsü gibi başına üşüştüler ve çevresini kuÅŸattılar. ‘Şöyle şöyle diyen, Tanrılarımızı ve dinimizi eleÅŸtiren sen misin?’ dediler. Resulullah (sav) de: ‘Evet, onları söyleyen benim.’ cevabını verdi. O zaman, bir adam, gömleÄŸinin yakasından tuttu. Ebu Bekir, aÄŸlayarak onun üzerine dikildi ve: ‘Rabb’im Allah diyen bir adamı, öldürecek misiniz?’ dedi. Bu söz üzerine, oradan ayrılıp gittiler…” (Ä°bn Ä°shak, Akabe Yay,  1991, s. 292) 

Ä°nancın, insan onuruna yaptığı katkıyı inkâr edenler, zor zamanda haysiyeti kimlerin yerden kaldırdığını hiç hatırlamıyorlar. Bu ülkeyi kurtarmak adına kimlerin savaÅŸtığını unutuyorlar. Zor zamanda namusu, onuru ve bu toprakları kimin savunduÄŸunu göz ardı ediyorlar. ÖleceÄŸini bile bile insanı siperden çıkartıp düşmana saldırtan saik, hangi modern kültürün parçası olabilir? Hangi gazino ya da tavernadan hangi caddenin çocuklarından böyle yiÄŸitler yetiÅŸmiÅŸtir? 

Bugün, inandığını söyleyen insanların verdikleri akıl almaz tavizlere raÄŸmen, onlara karşı bir türlü yumuÅŸamayan çevrelerin, ön yargılı ve baÄŸnaz tutumlarının altında ne yatıyor olabilir? Allah’a inanmanın ve bu inancın gereÄŸini yapmak istemenin suç olduÄŸunu kim söyleyebilir?

Dininizi deÄŸiÅŸtirmedikçe, onları memnun edemiyorsunuz. Asla razı olmayıp küçümsemekten ve alay etmekten geri durmuyorlar. Kaba ve mütecavizler. Oldukça günaha dadanmış ve saldırganlar. Nitekim içten içe suçlu olduklarını bildiklerinden olsa gerek neredeyse münferit her olayı ve çıkan her gürültüyü kendi aleyhlerine deÄŸerlendiriyorlar. Israrla onlar gibi düşünmenizi istiyorlar. Anlaşılan bunlar, tarihteki benzer yoldaÅŸlarından daha hayırlı deÄŸiller. Çünkü benzer tavırlar takınıyorlar. Ãœlkeyi “alan”lara bölüp inancınızı hangi alanda ne kadar yaÅŸayabileceÄŸinize onlar karar veriyorlar. “Sonra daha fazlasını isterler.” diyerek özgürlüklere kota koyabiliyorlar. Nitekim bir hakkı tartışma konusu yapmaları, beraberinde o hakkı yok saymaları veya baÅŸa kakmaları anlamına gelmiyor mu?

“Bir mümin hakkında; onlar, ne bir yemine saygı gösterirler ne de bir antlaÅŸma ÅŸartına ve hukuka. Onlar düşmanlık  dolu, saldırgan kiÅŸilerin ta kendileridir.” (Tövbe, 9 / 10)

Ä°stemesek de mi?

Salih insan kendisiyle barışık insan demektir. Düşündüğü ve inandığı gibi yaşamak anlamında. Dolayısıyla salih insan, özgür olmalıdır. Özgür olmadan insanın salih olması mümkün değildir. Kendisiyle barışık olmayan insanlardan, mutlu ve sağlıklı bir toplum da oluşamaz. Özgürlüklerini kısıtlayarak insanları inandıklarıyla yaşadıkları arasında tercih yapmaya zorlayanlar, tek bir gönlün dahi sarsılmasının nelere mal olacağını önemsemez ve düşünmezler. Nitekim bir insanı öldürmek, bütün insanları öldürmek gibiyse, bir insanı üzmek de hepsini üzmek gibidir.

Bu üzüntüler bir gün toplanır,

Salih amellerle göğe yükselir,

Meleklere gözyaşı olur da,

Rahmeti ve gazabı coşturursa,

Belki dünyaya özgürlük getirir.

Bu özgürlükleri engelleyici tavırların sahiplerinin, Hz. Åžuayb’ın cevabı karşısında ne hale düştüklerini görmek gerekiyor:

“Åžuayb’ın kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: ‘Ey Åžuayb! Andolsun, ya kesinlikle bizim dinimize  dönersiniz ya da mutlaka seni ve seninle birlikte inananları memleketimizden çıkarırız.’  Åžuayb; ‘Ä°stemesek de mi?’ ” dedi.” (A’raf, 7 / 88)

Hz. Åžuayb’ın cevabı tam yerindedir;

Ä°stemesek de mi?

Yani;

“Zorla mı ve siz zorba mısınız?

Atalarınızın peşinden gitmek,

Sizin ilahlarınızı kabullenmek,

Çağdaş diye önümüze koyduğunuz ilkelere katılmak,

İnsanları uyutmak için oluşturduğunuz dinlere inanmak,

Halkı soymak ve sömürmek için yaptığınız işlere katlanmak,

İdeolojilerinizi hiç sorgulamadan tasdik etmek zorunda mıyız?

Ä°stemesek de mi?”

 

Ek: Ã–zgürlüğü çalınanlar adına aÅŸağıda bir suç duyurusu örneÄŸi verilmiÅŸtir.

Suç Duyurusu:

Yeryüzü halkına,

Ä°nsanları üzen, eziyet eden, iÅŸkenceyle zulmeden ve kendine kul köle edinen Firavun, Haman, Belam, Nemrut  ve Ebu Leheb gibilerini, zihninizde derhâl mahkûm ederek bir tarih ÅŸuuru oluÅŸturmanız…

Ve hâlen arzularını ilah edinerek özgürlüklerimizi sınırlama hakkını kendilerinde görenlerle onlara kuyruk olanların, insanlara çektirdiÄŸi sıkıntıların farkına varmanız, servetlerini tekelleÅŸtirerek bir güç gösterisine dönüştürenleri görmeniz, halkı soyan ve zevkleri peÅŸinde maymuna dönüşenleri tanıyıp onlardan sakınmanız ricasıyla… GereÄŸini arz ederim.

 

Not: Konu içinde geçen ayetlerin tefsirine yönelik kurgular, meselenin daha iyi anlaşılmasına katkı saÄŸlamak adına yapılan bize ait beÅŸeri yorumlar olarak görülmelidir. Her ÅŸeyin en iyisini Allah bilir.

Kaynak:  Söz ve Adalet / 2. Sayı

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.