Sosyal Medya

Makale

Mahrumuz ve mahcubuz

Hiç hesapta olmayan işler çıkar karşımıza bazen. Meselâ bahar seminerlerinin son duyurusu ile meşgulken, öğrencilerinizin sınav sorularını hazırlarken, alacağınız yeni kıyafetin hayalini kurarken, çıkacağınız tatilin hazırlıklarını yaparken hasılı şu ya da bu işteyken hiç birimiz planlarımızın alt üst olacağından haberdar değildik. Tam da göçmenlere çevrilmişken kameralar ve onları anlamazken hatta dışlarken, yok etmeye çalışırken Dünya, Çin’den yola çıkan minicik bir yolcu bir anda alt üst etti gündemi. Bir anda tüm Dünya için özel gündem korona oluverdi. Önce Kabe’de tavafın durduğunu duydu kulaklarımız sonra ülkemizdeki tüm camilerde cemaatle namaza ara verildi. Ardından okullarda uzaktan eğitim yapılacağı duyuruldu. Burada uzun bir soluk alalım, elimizi kalbimize koyalım ve devam edelim.

“Allah’ı unutanlar gibi olmayın” ayet-i kerimesini ilk okuduğumda liseye yeni başlamıştım. Haliyle sarsılmıştım, ayetin devamını okumak için biraz soluklanmam gerekmişti: Yoksa Allah da sizi unutur. Bu levha mahiyetindeki uyarı uzun zaman panomda asılı kalmıştı. Devam eden yıllarda sayısız kez okudum ve duydum elbette bu ayeti. Ancak hakkâl yakîn mahiyetindeki nüzûlüne küresel çaptaki korona imtihanı ile şahitlik ediyorum.

Bu girizgâhtan sonra gelin hep birlikte nasıl hızla yayıldığını gözlerimizle göremediğimiz virüsün bıraktığı etkilere bakalım kısaca.

Birileri virüsün yayıldığı ülkelere yapacağı yaz tatilini iptal etmenin derdine düştü.

Birileri fırsat bu fırsat kafası ile harekete geçerek üç liralık malını yirmi liraya pazarlamaya yeltendi.

Birileri koronafobiye yakalandı, marketleri talan etti. Birileri virüs üzerinden de kutuplaşma yürütmeyi başardı.

Virüsün etkisi bunlarla sınırlı değil elbette. Ttelevizyon ekranlarında gerçekleşen oturumlarda korona kader mi küresel bir oyun mu finansal bir operasyon mu yoksa yaşlı nüfusu azaltma projesi mi şeklinde uzayıp giden sorular döngüsü ile karşı karşıyayız. daha fazlası da var elbette, görünmez düşmanla savaş nasıl olmalı, maske satışları patladı, kolonya fiyatları uçtu vs. Tabi bir de konunun sosyal medyadaki yansıması var ki o pencerelerden seçtiğim bir ikisinden bahsetmek istiyorum.

Bu süreçte en manidar dokunuşlardan birisi sevgili Dünya girişiyle başlayıp devam eden bir paylaşımdı bence. Çeşitli ülkelerde yaşanan mahrumiyetin bölge insanına ait fotoğraflarla birlikte verildiği görsellerden birisinde “sevgili dünya korku nasıl bir duygu” sorusu dikkat çekiyor. İmza yerinde ise Uygurlar yer alıyor. Hani virüsün ilk olarak başladığı ülke Çin’de yönetimin zulmüne maruz kalan Müslümanlar vardı ya işte onlar. 

Yer vermek istediğim diğer paylaşım ise İslam Düşünce Enstitüsü başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in musibetleri okuma usulü ve zor zamanların ahlâkı üzerine yayınlanan videoları. Yaşanan tabloyu bir kıyamet, Allah’ın azabı, dabbet’ül arz gibi yorumlayanlara sitem eden Görmez, Rabbimizin Rahman sıfatına dikkat çekti. Aslında tam da bu hususlarda bir bilince ihtiyacımız var. Yani nasıl bedenlerimizin bağışıklık sistemi için titizleniyor isek din algımızdaki virüsleri temizlememiz gerekiyor öncelikle.

Hasılı yeniden inşa süreci için bir fırsata dönüştürebileceğimiz şu günlerde mahrumuz ve mahcubuz. Temiz havada doyasıya nefes almaktan, açık alanda gökyüzüne bakmaktan, toprağa basmaktan, mevsimlerin nazenini ilkbaharı temaşa eylemekten, dost meclislerinden, ziyaretlerden, çocukların elinden tutup camiye gitmekten, çeşitli eğitimlerden ve daha sayamadığım bir sürü aktiviteden mahrumuz. Yapmamız gerekirken yapmadıklarımız için, had bilmezliklerimiz için, konforumuz için ve sayamadığımız bir çok marazımız için mahcubuz. O halde gelin şöyle yapalım:

Birimiz akrabayı, komşuyu, dostları arayıp sorsun ve unutana hatırlatsın.

Birimiz “yeryüzü hepimizin ve bu hepin içinde sokaklarda, parklarda, orada ya da burada görmeye tahammül edemediğimiz mülteciler de var” desin.

Birimiz seksen liralık otobüs biletini iki yüz liraya satmaya kalkan firma sahibine ve benzer şekilde davranan tüm fırsatçı esnafa haksız kazancın haram olduğunu bildirsin.

Birimiz haset, kibir, cimrilik virüslerinden daha fazla korkmamız gerektiğini duyursun.

Birimiz konforumuzdan, lüksten, şımarıklıktan vazgeçelim kanaatkâr olalım, mütevazı olalım davetini yapsın.

Birimiz ihtiyarların en hayırlılarımız olduğunu, onlara eziyet etmenin yeryüzünden bereketi eksilteceğini fısıldasın.

Birimiz şehrin en yüksek tepesine çıkıp vakit iyiliği çoğaltma vakti, haydi canlar davranın çağrısında bulunsun.

Sadede gelir isek “aslında virüsün iyi bir tarafı da var hala, uzaktan eğitimi nasıl öğrenecektik” masumiyetindeki altı yaş güzelliğine hayran olabilir baharı müjdeleyen ayetleri fark edebiliriz. Mutfak penceremizden görünen açıda yaşlı bir çam ağacı var. Ona ümitle ve hüzünle bakıyorum her gün. Böyle ufak dokunuşlar iyi geliyor kıblegâh edindiğimiz evlerimizde. Yeniden derslere, yaptığımız işlere başladığımız gün şükür secdesi yapmak gibi bir niyet de koyabiliriz kalbimize. Her daim dilimizde olan dua hürmetine Mevlâ hepimizi bağışlasın:

“Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A'raf 23)

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.