Makale
Eğer âşığısan -emmân- gel şu bezme gir...
Öncelikle tüm okurlarımızın, tüm dostlarımızın, tüm dindaÅŸlarımızın mübarek Fıtr bayramlarını tebrik eder ve bütün samimiyetimle hem İslam dünyasının hem de bütün insanlık ailesinin huzur ve sükûna kavuÅŸmasını dilerim. Bugüne kadar çoÄŸunlukla dinî meseleler hakkında yazıp çizdim; fakat en başından beri ÅŸunu fark ettim ki teolojik meseleler ağırlaÅŸtıkça hem gerginlik tırmanıyor hem de doÄŸal varlık ve hayat alanının estetik tarafı ufalanıyor. Yani teolojik tartışmalar ve ihtilafların kasveti ruhumuzu eziyor. Teolojik gelenekte hayatın estetik tarafıyla pek alakadar olunmadığı biliniyor; hatta bu gelenekte insan sanki bir fıkıh ve ilmihal varlığı gibi algılanıyor. Sözgelimi, müzik dediÄŸinizde, “lehviyyat ve mâ-lâ ya’nî türü iÅŸler kabilindendir” ÅŸeklindeki asık suratlı bir fetva ile mesele kapatılıyor. Çünkü klasik fıkıh kitaplarında mezhep imamlarının ÅŸarkı/türküyü ve ÅŸarkı/türkü dinlemeyi tasvip etmediÄŸi yönünde nakiller yapılıyor ve birçok âlimin de bunu haram yahut harama yakın mekruh kategorisinde deÄŸerlendirdiÄŸine dair malumat aktarılıyor. Her ne kadar Gazâlî gibi bazı büyük âlimler daha esnek ve toleranslı görüşler savunmuÅŸ olsa da Sünnî dünyadaki hâkim anlayış müzik meselesini kerahete baÄŸlamayı tercih ediyor.
***
1970-1980’li yıllarda futbol oynamanın “Hz. Hüseyin’in kesik başıyla oynamak”, deri mont veya kot pantolon giymenin “zibidilik”, resim ve müzik gibi sanatlarla meÅŸguliyetin “lüzumsuzluk” diye tanımlandığı bir muhitte büyüyüp yetiÅŸmiÅŸ birisi olarak, bu dünyaya “odun” gibi gelip odun gibi gidecek olmaktan dolayı kendime acırım. Bu arada Anadolu irfanı denen ve kendisine maÅŸeri hikmet, basiret, ÅŸefkat, engin gönüllülük gibi anlamlar yüklenen kadim hayat tecrübesinin bizim çocukluk çaÄŸlarımızda “kafa softa ham yobazlık”tan baÅŸka bir tecellisine pek rastlamadığımı da itiraf etmek durumundayım. Aslında sorun din, diyanet sorunu deÄŸil, bilakis hemen her konuda olduÄŸu gibi hadarilik-bedevilik, ÅŸehirlilik-köylülük sorunudur. Zira bize özgü modern bedevilik ve köylülükte, bir faniye âşık olmak dahi fıkhî fetva konusu olarak görülürken, Osmanlı saray çevrelerindeki ÅŸehirli kültüründe hanendeler ve sazendeler cirit atıyordu. Yani ÅŸehirli idraki/irfanı ile köylü idraki/irfanı arasındaki fark, merhum Kayahan’ın deyiÅŸiyle, “Sana sevdanın yolları, bana kurÅŸunlar” ÅŸeklinde tezahür ediyordu.
Her neyse, bizim gençlik elden gitti; Reddü’l-Muhtar türü fıkhî külliyatın baskısı bizi ufalayıp ezdi. Bu saatten sonra parmaklarımın mızrap, pena, arÅŸe tutması, tutsa dahi iÅŸe yaraması pek mümkün deÄŸil; ama merhum NeÅŸet ErtaÅŸ, Ali Ekber Çiçek, Âşık Veysel gibi büyük ustalar ile Cengiz Özkan, Aysun Gültekin gibi usta ses sanatçılarının hem sazından hem sesinden muhteÅŸem türküler dinlemek bambaÅŸka bir mutluluk vesilesi... Türküler, özellikle de Erzurumlu Emrah, Sümmânî, Pir Sultan Abdal, Âşık Veysel, NeÅŸet ErtaÅŸ’tan alınan türküler baÅŸta toprak kokusu ve tabiat sevdası olmak üzere derin muhabbet, merhamet ve hüznün birbirine karışmış halde insani kimyamızı tepeden tırnaÄŸa onarıp mest eden mucizevi bir ilaç gibidir.
Türküden söz açıldığında, Erzurumlu Emrah’ın benim nazarımda ve gönül dünyamda apayrı bir yeri vardır. BaÅŸka saz ÅŸairlerine ait olma ihtimali de bulunmakla birlikte Erzurumlu Emrah adına kayıtlı olan “Tutam Yar Elinden”, “Salındı Bahçaya Girdi”, “El Çek Tabip”, “Ne Feryat Edersin” gibi türküleri Cengiz Özkan ve Aysun Gültekin gibi usta sanatçıların son derece özgün ve sade yorumlarıyla dinlemek bambaÅŸkadır. Âşık Veysel’in türkülerini ise özellikle Cengiz Özkan’dan dinlemek lazımdır. Keza Âşık Sümmânî’ye nispet edilen “Ervâh-ı Ezelde Levh-i Kalemde”, “Ceylan Gözlerine” türküleri ile “Beni Görüp Yüzün Öte Dönderme” (Pir Sultan Abdal), “Kaldır Nikâbını Görem Yüzünü” (KaracaoÄŸlan), “Seher Vakti Çaldım Yârin GapısınÄŸÄŸ” (NeÅŸet ErtaÅŸ), “GüzelliÄŸin On Pâr’etmez” (Âşık Veysel), “Bir Fırtına Tuttu Bizi” (Kaynak KiÅŸi: Fatma Çil) gibi türküleri de yine Cengiz Usta’nın kadife sesinden dinlemek müthiÅŸ bir tattır. “Tutam Yar Elinden”, “Çalın Davulları”, “Bir Seher Vaktinde” gibi birçok türkünün en güzel yorumları ise naçizane kanaatime göre Aysun Gültekin imzası taşır. Bütün bunların dışında “Gel Ha Gönül Havalanma”, “Geldim Bu Âlemi” gibi türküleri ise Turan Engin ve Ali Ekber Çiçek gibi ustaların sesinden dinlemek lazımdır. Bu vesileyle merhum NeÅŸet ErtaÅŸ’a da ayrı bir fasıl açmak lazımdır. “Niye Çattın KaÅŸlarını”, “Açma Zülüflerin”, “PeriÅŸan Hallerim”, “Zülüf Dökülmüş Yüze”, “Karanfil Suyu Neyler”, “Kaç Kuzulu Ceylan” ve daha nice muhteÅŸem türküyü büyük üstadın sazından sözünden dinlemek gönül yaralarına devadır; ama yaraya tuz basmak kabilinden can yakıcı bir devadır.
***
Özellikle Erzurum, Erzincan, Elazığ, Tunceli (Dersim) yörelerine ait türkülerimize “iÅŸret âlemlerine çerez” olarak deÄŸil, merhum NeÅŸet ErtaÅŸ’ın “Biz çekmediÄŸimiz derdin türküsünü yakmayız” sözünde ifadesini bulduÄŸu üzere derinden yaÅŸanmış sevgiler, hüzünler, kederlerin çok kıymetli hatıraları olarak bakmak gerekir. Rumeli’ye ait kimi türkülerimiz de vardır ki dinledikçe adeta hüzün komasına girersiniz. Mesela, “Bir Fırtına Tuttu Bizi” türküsünü dinlediÄŸinizde Selanik’ten Manastır’a bütün Balkan coÄŸrafyasının hemen her köşesine sinmiÅŸ derin acıları, kaybedilen yurtlar ve yuvalardaki onca yaÅŸanmışlıkları sanki siz yaÅŸamış gibi hissedersiniz. Yine öyle türkülerimiz de vardır ki dinledikçe kendinizi adeta derviÅŸ gibi hissedersiniz. İşte onlardan biri: “Olmak ister isen (emmân) muhabbet pezir, zencir-i hevâya gel olma esir; eÄŸer aşığısan (emmân) gel ÅŸu bezme gir, gör bak ki neler (ne hünerler) var inceden ince; ey emrah aldanma sen bu lâneye, düşme dar ı dehre ÅŸu nam dâneye, köhne-i zen derler bu gamhaneye, ervah ki neler var inceden ince…” (Bugün Sabâh ile Visâl-i Yârdan; Âşık Reyhani, Erzurumlu Emrah ?).
Henüz yorum yapılmamış.