Makale
Arap âleminde İslam ne ifade eder?
Filistin, Gazze ve Kudüs meselesi geçen hafta olanca hararetiyle gündeme geldi ve birkaç gün içinde hararet birdenbire düşüverdi. Belli ki bu mesele İsrail’in yeni bir büyük saldırısına kadar zihnimizin derin dondurucusuna girdi. Ama benim bu meseleyle ilgili olarak geçen hafta yazmak isteyip de yer darlığından dolayı yazamadığım önemli bir noktaya deÄŸinmem gerekli. Türkiye, Kudüs meselesinde ciddi bir hassasiyet göstermesine raÄŸmen özellikle Arap-İslam âlemi kulağının üstüne yatıp kendi iÅŸine bakmayı tercih etti. Peki, “koskoca” Arap âlemi niçin İsrail’in Filistin’deki katliam giriÅŸimlerine karşı ciddi bir tepki vermedi? Hadi, insani duyarlılıktan geçtik, en azından aynı din ve inanç müşterekliÄŸinin az çok bir duyarlılığa vesile olması gerekmez miydi?
***
Bu kritik sorunun cevabına dair hâl-i hazırdaki küresel siyaset dengeleri ve OrtadoÄŸu projeleri üzerinden birçok ÅŸey söylenebilir; fakat bunun yanında Arap dünyasının kadim zihniyet kodları ve İslam algıları da meselenin anlaşılmasına yardımcı olabilir. Öncelikle Arap âleminin İslam’ı ve İslâmî semboller ve deÄŸerleri milli unsurlar olarak gördüğünü tespit etmek gerekir. KuÅŸkusuz bu bir genellemedir ve her genelleme risklidir; ama yine de genel durum böyledir. Araplar nazarında İslam kendi etnisitelerine ait kültürel unsurlar manzumesi olmaktan fazla bir anlam ifade etmemektedir. Hatta İslam onların nazarında siyasi ve ideolojik emellere hizmet eden bir alet, tabir caizse bir koltuk deÄŸneÄŸi mesabesindedir. Birkaç asırlık Suûdî-Vehhâbî rejimi bunun en somut göstergesidir.
İslam tarihinin ilk asırlarına gidildiÄŸinde, Ehl-i Hadis zihniyetinin de benzer bir İslam anlayışına sahip olduÄŸu ve bu anlayışın sonraki asırlarda, özellikle kaos ve derin kriz zamanlarında Selefîlik adıyla ortaya çıkan az çok farklı versiyonlarına da sirayet ettiÄŸi söylenebilir. Ehl-i Hadis ve SelefîliÄŸin, “Gerçek İslam yolun başındaki İslam’dır ve bu da haber, eser ve selefe ittibadan ibarettir” ÅŸeklindeki din anlayışı ilk planda saf, som, katkısız İslam’a dönme arzusu gibi algılandığından pek çok Müslümana cazip görünse de, aslında bu söylemin arka planındaki zihniyet, “Yerli malı Arabın malı, herkes onu kullanmalı” zihniyetidir. Bu zihniyetin İslam tarihindeki ilk sivil temsilcisi Ehl-i Hadis, ilk resmî temsilcisi ise Emevi yönetimidir.
Özellikle Emeviler döneminde “Arap Müslümanlar” ile “Gayr-i Arap Müslümanlar” (mevali) arasında yaÅŸanan gerginlikler bize çok ÅŸey söylemektedir. Klasik kaynaklarda aktarılan bilgilere göre Emevi Araplar kendilerini efendi, “Mevali” diye anılan Gayr-i Arap Müslümanları köle olarak görüyorlardı. Bu yüzden, yolda Mevali ile aynı hizada yürümeyi zül sayıyor, onlarla aynı sofraya oturmaya rıza göstermiyor, arkalarında namaza durmaktan imtina ediyor, Mevali’nin mesleklerini tahkir ediyorlardı. Arapların devlet yönetmek için yaratıldığına, kendilerince basit ve önemsiz olan ilim ve sanat gibi iÅŸlerin Mevali’ye yakıştığına inanıyorlardı. Ne var ki İslam’ı Arap ırkçılığı gibi algılayan bu zihniyetten geriye, -Ömer b. Abdülaziz gibi nadir örnekler hariç- Mervân, Yezîd, Haccâc gibi isimlerin entrika ve zulüm mirasları kaldı. Mevali’den geriye ise Hasan-ı Basrî, Ebû Hanife gibi isimlerden ilim ve irfan mirası kaldı.
***
İslam tarihî süreçte küresel ölçekli bir din olmuÅŸsa, bu çok büyük ölçüde Mevali ve Ehl-i Rey’in çabalarıyla olmuÅŸtur. Çünkü Mevali ve Ehl-i Rey baÅŸka kültürlerin çocukları olduÄŸundan, İslam’ı kendi kültürleri içerisinde yeniden yorumlama ihtiyacı hissettiler ve bunun için de kaçınılmaz olarak farklı tonlarda “Akıl evvel, nakil müevveldir” kuralını iÅŸlettiler. Åžayet İslam, Ehl-i Hadis’in inhisarcı yaklaşımına mahkûm olsaydı, ilk fetihlerden sonraki dönemlerde kuvvetle muhtemel olarak Hicaz sınırlarına geri çekilecekti. Çünkü onların nazarında İslam kendi kültürel geleneklerine ait bir ÅŸeydi. Aslında çaÄŸdaÅŸ Arap âleminin İslam’a bakışı da Emevilerdeki ırkçı zihniyetten çok farklı deÄŸildir. Örnek vermek gerekirse, Siret ve Tefsir alanında önemli eserler veren ve genellikle ufku geniÅŸ bir ilim-fikir adamı olarak deÄŸerlendirilen İzzet Derveze, Hac 22/78. ayetin yorumunda, “Bu ayetten hareketle Arapların İslam ümmeti içinde özel bir konuma sahip olduklarını ve büyük bir misyon yüklendiklerini söylemek mümkündür. Öyle ki Allah bu ayette Arap toplumunu seçkin ve aynı zamanda dengeli, adaletli ve rehberlik kabiliyetini haiz bir millet kıldığına dikkat çekmiÅŸtir” demektedir.
Esasen, bugün Mekke’de ve Harem-i Åžerif’te gördüğünüz Suûdî lakaytlığı ve laubaliliÄŸi de temelde İslam’ın inanç turizminden ciddi gelir getiren bir kültürel miras olarak telakki edilmesiyle iliÅŸkilidir. Böyle bir İslam algısının Filistin ve Kudüs meselesine duyarsız kalması gayet tabiidir. Türkiye’nin çaÄŸrılarına özellikle kulak tıkamaları ise Osmanlılar döneminde buyruk altına girmeleri ve dolayısıyla kendilerini mevali gibi görmeleridir ki bu durum Arap âleminde hem aÅŸağılık kompleksine vesile olmuÅŸ, hem de Osmanlı-Türk dünyasına karşı ciddi bir kızgınlık ve kıskançlık oluÅŸturmuÅŸtur. 19. yüzyılın baÅŸlarından itibaren Hicaz bölgesinde patlak veren Arap isyanları ve bilhassa Abdülaziz b. Suûd, Åžerif Hüseyin gibi isimlerin dinî-siyasi kimlik profilleri, burada anlatmaya çalıştığımız meselenin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olur.
Henüz yorum yapılmamış.