Makale
Birkaç 100 Fransız
Birkaç gün önce Fransa’da İslam karşıtı bir bildiri yayımlandı. BaÅŸta eski Fransa CumhurbaÅŸkanı Nicolas Sarkozy olmak üzere birçok siyasetçi ve yazar-çizerden oluÅŸan 300 kiÅŸilik bir güruhun imzasıyla yayımlanan bildiride, “Din temelli ÅŸiddet ve Yahudi karşıtı fikirlere dayanak oluÅŸturduÄŸu gerekçesiyle bazı ayetlerin ortadan kaldırılması” gerektiÄŸi vurgulandı. Bu skandal bildiri söz konusu güruhun İslam’a ve Kur’an’a ne kadar Fransız kaldıklarının ibretlik vesikasıydı. Fakat özellikle Kur’an’a Fransız kalma durumu masumane bir cehalet veya aymazlıktan öte, iflah olmaz bir hasımlıktı.
***
Bu hasmane tavır karşısında “İslam barış dinidir” retoriÄŸine sığınmak kesinlikle züldür. Kur’an insanlık için “dünyada salah, ahirette felah” diyen bir ilahi kitaptır; fakat bu dünyada fitne (zulüm) ve fesadın belini kırıp sulh ve salahı hâkim kılmak için savaÅŸ kaçınılmaz olursa, bu amaç uÄŸrunda savaÅŸmayı da emreden bir ilahi kelamdır. Evet, Kur’an’da Hz. Peygamber ve ilk Müslüman nesille aynı muhitte yaÅŸayan Yahudileri hem zemmeden hem de onlarla savaÅŸmayı emreden ayetler vardır. Fakat bu ayetlerin her birinin Hz. Peygamber ve Müslümanlar ile Medine Yahudileri arasında cereyan eden gergin olaylar dizisini muhtevi bir sosyolojik baÄŸlam içinde nazil olduÄŸu malumdur. Dolayısıyla Kur’an’ın Yahudiler hakkındaki beyanlarını doÄŸru anlayıp yorumlamak için öncelikle ilgili ayetler kendi nüzul baÄŸlamlarına oturtulmalıdır. Bunun için de Hz. Peygamber ve ilk Müslümanlarla Yahudiler arasındaki iliÅŸkilerin seyri mutlaka dikkate alınmalıdır. Benî Kaynuka’, Benî Nadîr ve Benî Kurayza isimli üç büyük Yahudi kabilesinin Hz. Peygamber ve Müslümanlar aleyhine ne dolaplar çevirdikleri, hatta sadece Benî Nadîrli Kâ’b b. EÅŸref’in yapıp ettikleri dikkate alındığında, Kur’an’ın Yahudileri niçin zemmettiÄŸi kendiliÄŸinden anlaşılır.
Her neyse, bu tefsir bahsini ÅŸimdilik kapatalım ve Kur’an’a Fransız kalan Fransızlara birkaç kontra soru soralım: Hz. İsa, “Ey Kudüs! Peygamberleri katleden, kendisine gönderilenleri taÅŸlayan Kudüs!” (Matta 23/37) diye feryat ederken acaba Yahudi düşmanlığı mı yapıyordu? Hz. İsa’yı canından bezdirenler, “Ferisî” namıyla meÅŸhur ham Yobaz Yahudi cemaati deÄŸildi de yoksa Ümmet-i Muhammed miydi!? Öte yandan, bir zamanlar Seferad ve AÅŸkenaz Yahudilerine reva görülen onca zulüm ve katliam, “Bir yanağına vurana, öbür yanağını çevir” (Luka 6/29) diyen af ve merhamet abidesi Hz. İsa’ya yaraşır bir ümmet olma gayretinden mi neÅŸet etmiÅŸti? 1572’de binlerce Protestan’ın katliyle sonuçlanan Aziz Bartholomew katliamı, “EÄŸer biri seninle mahkemeye gidip senin gömleÄŸini almak isterse, ona abanı da bırak” (Matta 5/40) diyen Hz. İsa’ya sadakat göstergesi miydi? II. Dünya savaşından sonra Yahudilerin Tanrı’ya gücenip darılmalarına ve basbayağı dargınlık teolojisi (Auschwitz teolojisi) kurmalarına vesile olan Holocaust/Holokost (Nazilerin Yahudi soykırımı) felaketi acaba kimlerin eseriydi?
OrtaçaÄŸlarda Haçlı seferleri, modern zamanlarda Bosna katliamları, Afganistan ve Irak iÅŸgalleri ve dahi yüzyıllar boyu dünyanın dört bir yanında sömürgecilik ve haydutluk faaliyetleri… Hâsılı, “Denizde kum, Hıristiyanlıkta cürüm” dense yeridir. Hıristiyanlık tarihi aslında bir günah galerisidir. Hıristiyan teolojisi, özellikle “teslis” akidesi ise dinler tarihindeki en büyük skandallardan birisidir. İnsanlığa karşı iÅŸlenmiÅŸ sayısız büyük cürmün hem varisleri hem failleri oldukları ve kendi dindaÅŸları da dâhil neredeyse tüm insanlık ailesinden özür dilemekle mükellef bulundukları halde bugünkü Hıristiyan Batı dünyasının ve özellikle bu 300 Fransız’ın kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi sunup İslam’a ve Kur’an’a çamur atma cüretinde bulunması çok büyük bir ahlaksızlık, hatta alçaklıktır.
Gelinen bu noktada bizim de İslam’a ve Kur’an’a Fransız kalmamızdan bahis açmamız, yani çuvaldızı 300 Fransız’a batırırken hiç deÄŸilse toplu iÄŸneyi de kendimize batırmamız lazımdır. Malum, Kur’an’da savaÅŸla ilgili pek çok ayet vardır. Mesela, “Fitne ortadan kalkıp din Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın” (Bakara 2/193) mealindeki ayet tam da bu konuyla alakalıdır. Ayetteki “fitne” kelimesi klasik tefsir ve fıkıh kitaplarının pek çoÄŸunda “ÅŸirk veya küfür” diye yorumlanır; dolayısıyla küfrün/ÅŸirkin mevcudiyeti mutlak savaÅŸ sebebi sayılır. Hâlbuki bu ayet, nazil olduÄŸu sosyolojik baÄŸlam içerisinde, “İnanca yönelik her türlü baskı ve zulüm (fitne) ortadan kalkıp, insanların din ve inanç hususunda Allah’tan baÅŸkasına hesap vermek zorunda kalmayacakları bir özgürlük ortamı saÄŸlanıncaya kadar o müstebid müşriklerle savaşın” buyurmakta ve bu ilahi buyrukta inanç özgürlüğünün teminat altına alınması amaçlanmaktadır.
***
Ama gelin görün ki tefsir ve fıkıh geleneÄŸindeki yerleÅŸik kurala göre Kur’an yorumunda itibar edilmesi gereken husus, sebeb-i nüzulle irtibatlı özel ve özgün anlam deÄŸil, ayetteki lafızlara yüklenecek genel manadır. Hz. Peygamber’in siret ve sünnetiyle iç içelik arz eden tarihî baÄŸlam devre dışı kaldığında, “fitne” kelimesi pekâlâ “küfür, ÅŸirk” diye yorumlanabilir ve bu yorum üzerine “yeryüzünde küfür/ÅŸirk ortadan kalkıncaya deÄŸin ehl-i küfürle savaÅŸmak farzdır” gibi bir hüküm kurulabilir. Nitekim IŞİD/DAEÅž isimli terör/tedhiÅŸ çetesi de bu ayeti Konstantiniyye ve Rumiyah gibi propaganda dergilerinde aynen böyle yorumlamaktadır. Daha doÄŸrusu, DAEÅž yorum yapmamakta, bilakis Kurtubî, İbn Kesîr gibi müfessirlerin yorumlarını harfi harfine aktarmaktadır. İşte bu tablo, geleneksel din anlayışımız, Kur’an tasavvurumuz ve tefsir-tevil paradigmamızla ilgili basmakalıp bilgilerimiz ve ezberlerimizi gözden geçirip adamakıllı sorgulamamızı kaçınılmaz kılmaktadır. Kanımca, “İslam’ın güncellenmesi” diye tabir edilen meselenin özü de budur.
Henüz yorum yapılmamış.