Makale
Bir Şehir, Bir İtiraf, Geç Kalınmış Tedbirlerden Daha Fazlası: Şehrin de Bir Ruhu Var
Yaklaşan ‘her anne bir okul’ seminerlerimiz öncesinde son güncellemeleri yaparken adeta tüm evrenin sevgi ve erdemden yoksun bir toplumun değerlerin kaybolması ile varlık alanı bulduğunun altını çizmeye çalıştığımız projeye hizmet için çalıştığını fark ettim. Elimdeki kitaplar, okuduğum köşe yazıları, dinlediğim haberler, gerçekleştirilen etkinlikler hep kaybettiğimiz bir değere vurgu yapıyordu. Senkronize bir şekilde gerçekleşen bu vurgulardan ilki Şehir ve STK Zirvesi’nde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan geldi.
“Biz bu şehre ihanet ettik, hâlâ da ediyoruz. Ben de bundan sorumluyum” diyen Erdoğan çözüm olarak yatay mimari istedi. On dört yıllık Ak Parti iktidarı döneminde boy veren seksen üç kilometrelik dikey mimari istatistiklerini bir kez daha dillendirmek vakit kaybı artık. Zira olan olmuş, bundan sonra yapılması gerekenler mühim. Bir şehir, bir itiraf, bir pişmanlık ve geç kalınmış tedbirlerden çok daha fazlası ile karşı karşıyayız. Yine ellerimizle işlediklerimizden ötürü baş gösteren bozulmalarla yüzleşiyoruz. İnsanlık ailesi olarak elimizdekinin kıymetini onu kaybedince anlamak gibi bir rahatsızlığımız var maalesef.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zikrettiği İslam Kültür ve Medeniyeti’nin temel değerlerinden olan yatay mimari, tarihi dokuya zarar vermemesi açısından önem arz ediyor. Estetik algımızı tahrip etmiyor, dağlara ve gökyüzüne özgürce bakabilme imkanı veriyor. Toprağa daha yakın olması hasebiyle insan tarafımızı besliyor. Modern kültürün empoze ettiği dikey mimari ise tek kişilik hayatların yaşanmasını ön gören yapı örnekleri ile yalnızlığı çoğaltıyor. Sıklıkla dillendirdiğimiz “artık komşuluk öldü, karşı dairede bırakın ne derdi olduğundan haberdar olmayı kimin yaşadığını bilmiyoruz” tarzındaki cümleler ne yazık ki hayatımızın hüzünlü bir parçası artık. Bu manidar yaşanmışlığın tetikleyicisi ise ilk etapta dikey mimariyi yaygınlaştıran Modern algı. Devamında ise bu gidişatın önünü henüz vakit çok erken iken kesmeyen yöneticiler. Ve son tahlilde içimizi acıtan, ruhumuzu yoran, göz zevkimizi bozan bu yapılaşmaya sessiz kalan her birimiz.
Okul, vakıf, dernek vb. herhangi bir kuruluşun bir felsefesinin olması ne kadar elzem ise şehirlerin de bir tasavvuru olmalı. Hicretin hemen akabinde Medine’de mescid ve medrese ile birlikte imar edilen şehir örneği ilk referanslarımızdan. Sonra Anadolu’da ve hatta dünyanın bir çok bölgesinde izlerine tanıklık ettiğimiz Osmanlı mimarisi örneklerinde de bir tasavvur hakim. Kent kültürü, kent estetiği üzerine çalışmaları olan bazı dertli isimlere göre eğer şehir bir tasavvur üzerine kurulmaz ise devreye başka tasavvurlar giriyor ve sonuçta ruha ziyan ucube yapılar yükseliveriyor. Arabesk medeniyeti şeklinde telaffuz edilen bir tarafta gökdelen hemen yanında gecekondu tablosuna bir çok şehirde rastlamak mümkün. Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin “bilinçsizlikle şehirlerin canına okumuşuz” diye serzenişte bulunması tam da bu tabloya dair bir itiraf. Aynı zamanda yazının girişinde değindiğim son günlerde gündem olan şehrin fiziken ve ruhen çöküşte olduğu alarmına dair bir diğer açıklama. Aynı paraleldeki bir açıklama ise İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya ait. “Şehrimize zarar verdik” diyen Soylu, “yaylalarımızdaki kaçak yapılaşmanın önüne geçmek için her şeyi yapacağız” sözünü verdi.
Verilen her söz bir sorumluluk gerektirir elbette. Yatay mimariye ya da kentsel dönüşüm çabaları nasıl sonuçlanacak bilemiyorum. Bildiğim şehirlerin de bir ruhu olduğu. Uhud dağı ile hasbihal eden Hz. Peygamberin kainatla olan ilişkisini kavramanın bir hayli uzağında olmasa idik bugün ufkumuz bu kadar daralmazdı. Kabe çevresinde Hilton’lar yükselmesine dahi izin vermezdik. Yeğenimle gezerken çocukken oynadığımız yerleri göstererek “buralar hep dutluktu” demezdim. “Binalar sayılamayacak kadar çok, haydi ağaçları sayalım” oyununu oynamak zorunda kalmazdım.
Bunca karamsar cümlenin üzerine iyi şeyler de var hamdolsun. Bir dost ziyareti vesilesi ile bulunduğum Samsun’un Vezirköprü ilçesinde tarihi dokunun korunması için bir gayretin var olduğunu görmek umudumu tazeledi. Sokaklarda dolaşırken karşılaştığım yapılara hüzünle bakarken değerli olana ne denli büyük bir özlemimiz olduğunu ve modern hayatın her birimizi ne çok yorduğunu bir kez daha fark ettim. Yazımı tamamlarken tam karşımdaki dağların söylediklerini de anlayabilseydim keşke. Özetle pencerenizi açtığınızda hâlâ dağları görebiliyorsanız şükredin.
Henüz yorum yapılmamış.