Sosyal Medya

Makale

FETÖ'den DAIŞ'e Yeni Dünya Düzeninin Türkiye Perspektifi -I

Sovyetler'in 1979 yılında Afganistan iÅŸgali. Dünya'da iki kutuplu ve soÄŸuk savaÅŸ konsepti adı altında sürdürülen kıyasıya egemenlik rekabeti. Bir tarafta Sovyetler BirliÄŸi eksenli VarÅŸova Paktı, diÄŸer tarafta ABD eksenli Nato. Ä°kinci Dünya Savaşı sonunda Yalta'da toplanan uluslararası galipler konferansı sonucunda Dünya yeniden dizayn iÅŸlemine tabi tutuldu. ABD’yi Roosevelt'in, Ä°ngiltere’yi Churchill'in ve SSCB’yi Stalin'in temsil ettiÄŸi bu konferans, ABD ve Sovyetler'in memnuniyeti, Ä°ngiltere'nin ise hayal kırıklığı ile sonuçlandı. Büyük ittifakın sonu olarak bilinen Yalta,  Churchill için bir dönemin sonuna iÅŸaret ediyor, baÅŸlayan yeni dönemi ise "Demir Perde" olarak nitelendiriyordu.

Demir Perde, siyasal ve jeopolitik bir terim olarak soğuk savaş döneminde Sovyetlerin egemenlik alanını işaret etmekteydi. Gerisi ise Batı'nın, elbette ki Amerika'nın etki alanındaki "Hür Dünya" olarak literatürde yerini alacaktı. Batı sınırlarında Polonya, Macaristan gibi ülkeleri içine alan Sovyet yayılmacığı ve tehdidi, doğuda Afganistan'ı yutarak genişlemekteydi. Sovyetler Birliği, ideolojik olarak Komünizm üzerinden geliştirdiği propaganda sistemi ile özellikle çevre ülkelerde önemli bir tehdit olarak algılanıyor ve tehdide karşı Amerikan eksenli başka bir operasyonel akıl harekete geçiyordu. Türkiye ve Orta Asya toplulukları üzerinde Sovyet tehdidini bertaraf edebilmek için yeni bir proje devreye konuldu: Yeşil kuşak. Genelde Amerikan ticari ve enerji güvenliği üzerinden belirlenen bu çalışmada başat aktörlerden biri Suudi Arabistan idi. Ortadoğu'da ABD'nin en önemli müttefiki olarak bilinen İran'ın, İslam Devrimi ile partnerlikten ayrılması ile başka bir tehdidin (İslam Devrimi ihracı) yayılması ihtimaline karşı Müslüman dünyada ekstrem bir anlayış olarak bilinen Vehhabiliğin Suudi Arabistan tarafından örgütlenen Rabıta adlı kuruluşla birlikte küresel bir işleve kavuşturulduğu görülür. Selefi kodlarla yazılmış tercüme eserlerin tüm İslam memleketlerinde olduğu gibi Türkiye'de de neşvü nema bulmasında başat güç olan Rabıta ile birlikte popüler hale gelen Komünizmle Mücadele Dernekleri ve sonraki türevleri, muhafazakar-sunni kesimin kendilerini ifade etme merkezleri haline geldi. Uzun süre katı laik-Kemalist uygulamalar ile sindirilmiş ve geleneksel kurumları ellerinden alınmış muhafazakarlar tarafından birer nefes alma bölgesi olarak görülen bu yapılar, oluşturulmaya başlanan Yeşil kuşak Projesi'ne uygun yeni bir dini anlayışın gelişmesine yol açtı. Bu proje aynı zamanda canavarlaşan Sovyet yayılmacılığına karşı bölge ülkelerinde Amerika'ya yeni askeri üslerin tahsis edilmesine de yaradı.

Afgan Mücahidlerine Amerikan askeri malzeme desteÄŸi verilerek Sovyet ordusuna karşı sürdürülen mücadelede inisiyatifin yer deÄŸiÅŸtirmesi bir yana,  Müslüman toplumlarda selefiliÄŸin Vehhabi yorumunu dolayısı ile baÅŸka bir terkibin oluÅŸtuÄŸu görülür. Türkiye'de yine YeÅŸil KuÅŸak projesi sürümü olan baÅŸka bir olay, 1980 yılında yapılan askeri darbe ile "Ilımlı Ä°slam" adı altında yürürlüğe konuldu. Komünizmle Mücadele DerneÄŸi ve muadili yapılarda ilk nüvelerini veren yeni Ä°slami akıl, 12 Eylül Askeri Darbesi'yle devlet organlarına sirayet etmeye baÅŸladı. Dini devre dışı bırakarak modernleÅŸmek isteyen Kemalist yapının, geriye dönüp bakıldığında devleti ve toplumu,  Onuncu Yıl Marşı'nda ifadesi bulan donelerin ötesine taşıyamadığı görüldü. Batıyla bütünleÅŸememenin ve modernize olamamanın oluÅŸturduÄŸu travma, ancak toplumu harekete geçirecek en önemli deÄŸer olan dinin kullanıma alınması ile aşılabilirdi. Çünkü dini yedeÄŸine alan her tavır Müslüman kitleler açısında hızlı bir biçimde meÅŸrulaÅŸtırılabiliyordu. Bunu en iyi görenlerden biri gençliÄŸinde Komünizmle Mücadele Dernekleri'nde aktif yol almış ve din görevlisi olarak tayin edildiÄŸi bir esnaf camiinde cemaatteki deÄŸiÅŸimi tespit eden Fethullah Gülen'di. Dindarların, Kemalistlerce uzun zamandır yapmak isteyip de  yapamadığı bir çok dönüşümü, dini meÅŸruluk kazandırıldıktan sonra nasıl içselleÅŸtirdiklerine ÅŸahit oldu. Bu aynı zamanda "Ilımlı Ä°slam" teorisinin pratiÄŸe dönüştürülmesi için, Sovyetler yıkıldıktan sonra Asya steplerindeki büyük ruhsal ve zihinsel boÅŸluÄŸu doldurabilecek sürecin de keÅŸfedildiÄŸini gösteriyor. Özal iktidarı ile gittikçe genleÅŸen muhafazakar iklim, Ruslar'ın egemenlik sahalarının daraltılması ile Amerikan konseptine uygun olarak yeni Türki Cumhuriyetlerinde bir çok alana sirayet edebilirdi. Elbette ki bu alanların başında eÄŸitim gelmektedir. Ãœlke içinde sürdürülen çalışmaların ana gündemi, dinsiz-ateist bir menzilden geçen ırkdaÅŸ ve dindaÅŸlarımızın eÄŸitim yoluyla elden geçirilmesi ve bunun için de baÅŸta aÄŸabey Türkiye Devleti'nin referansları ve "ılımlı Ä°slam"ın hamisi ABD'nin destekleri ile iÅŸe baÅŸlanabilirdi. Bu, Türkiye adına prestiji,  "hür dünyanın prensi" ABD için de yeni oluÅŸmakta olan devletlerin entegrasyonu açısında önemli bir süreci ifade ediyordu.

Kendine Ä°slam'ı refere eden ve politik alanda faaliyet gösteren Milli Görüş Hareketi'nin içinde bulunduÄŸu çatışmacı koÅŸullar dolayısı ile temsil ettiÄŸi dünya görüşü yüzünden sürekli hırpalanması aynı zamanda dikkatlerin sürekli bu hareket üzerinde odaklanmasını saÄŸladı. Türkiye'deki sert siyasal kontekst, kendisine yeni alanlar açmaya çalışan özellikle orta sınıf muhafazakarların, çoÄŸunlukla Milli Görüş'ün temsilinde olan siyasetin dışındaki alanlara yönelmelerine yol açtı. Bunu en iyi deÄŸerlendiren olgunlaÅŸma evresine girmiÅŸ olan Fethullah Gülen ve çevresiydi. KirlenmiÅŸ bir dünyayı ulvi gayelerle yeniden inÅŸa edebilecek ve sadakat temelinde her türlü fedakarlığı üslenebilecek kutsanmışlar olarak "altın bir nesil"in mimarları olacaklardı. Dolayısıyla seçilmiÅŸ bir topluluk olarak kendilerine  açılacak her kapı bizzat bu vadedilmiÅŸ neslin maharetinde mündemiçti.

Öte yandan, Türkiye'nin Arap ve Fars aklından öte derin bir gelenekle beslenen kendine has İslami anlayışı, bir imparatorluk bakiyesi olarak çok kültürlülük üzerinden okuduğu coğrafya, derin çatışmalara asla müsamaha göstermemişti. Bu anlayış, Amerikan menşeili ve Suudi destekli selefizm düşüncesinin bu topraklarda uzun bir süre ekstrem kalmasına yol açtı. Doksanların sonundan itibaren, Yeni Dünya Düzeni denilen sistemin, özellikle sömürge yöntemleri ile zihinleri bulandırılmış Müslüman topluluklar açısından kendilerini yeniden var etme biçimi olarak piyasaya sürdüğü, daha sonra Daiş denilen kaotik yapıya kadar varan daha grift çalışması hızla yayılmaya başlayacaktı. (sürecek)

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.