Sosyal Medya

Makale

Şeyh mi, âlim mi?

Din ile sosyal hayatın, medrese ile tekkenin, cami içi ile dışının birbirinden ayrılması, bir bütünün, birbirini bütünleyen unsurların parçaları gibi değil de seçenekler gibi ele alınması, birbiri ile ilişkisinin koparılması nasıl sun'î, sağlıksız, İslâm dışı ve seküler bir tutum ve telakki ise şeyh ile âlimin (hocanın) birbirinden ayrılması, birer seçenek olarak düşünülmesi de aynı doğrultuda ve değerde bir tutumdur. İslâmî hayata uyum sağlayacak ve ümmet içinde sosyalleşecek her bir Müslümanın öğrenmek ve eğitilmek için yardımcılara (öğretmene, eğiticiye, rehbere...) ihtiyacı vardır. Öğrenme ve eğitilme ihtiyacı büyük ölçüde aile içinde karşılanırsa da yalnızca ailenin yeterli olmadığı ve olmayacağı âşikardır.

Belli bir döneme kadar İslâm'ı öğreten şahıslarla, İslâmî eğitim veren, insanlara İslâmî faziletleri kazandıran şahıslar aynı idi. Tasavvuf hareketi doğunca kısmen de olsa öğretme ve eğitme kurumları birbirinden ayrılmaya başladı. Giderek birinci işi medreseler ve mektepler, ikincisini ise tekkeler üstlenmiş oldu. Medrese ve mektepteki öğrenme rehberinin adına müderris, muallim, hoca... denildi, tekkedeki eğitim rehberinin adına da şeyh, pir, mürşid gibi isimler verildi. Bunlar birbirine sıcak baksa ve yekdiğerini tamamlasa idi mesele çıkmayacaktı. Durum böyle olmadı, iki kurum arasında rekabet ve mücadele başladı, biri diğerini küçümsedi, küçümsemenin de ötesinde suçladı, ittiham etti, dışladı. Bu kavga hâlâ sürmese idi bu yazının konusu da olmazdı. Ne yazık ki bugün de cemiyetimizde halk, din eğitimi ve öğretimi alma konusunda âlimler ve hocalar ile şeyhler arasında kalmış gibidirler. Şeyhler hocaları beğenmiyorlar, hocalar da şeyhleri. İstisnaları bir yana bırakırsak şeyhlere (tarikat mensuplarına ve üstadlarına) göre hocalar zahir ehlidir, dinin dış yüzünü bilirler, sırra ve derinliğe inmemişlerdir, onların rehberliği ile iyi bir Müslüman (hatta bazılarına göre Müslüman) olmak mümkün değildir, herkes bir tarikata intisap etmelidir, Müslümanları ve dünyayı tasavvuf kurtaracaktır...

Hocalara (tarikata girmemiş veya tarikat faaliyeti göstermeyen din âlimlerine) göre de tarikatlar bid'atlerle, hurafelerle doludur, şeyhler cahildir, bir kısmı doğru İslam'dan sapmıştır, bildikleri ve yaşadıkları dinî hayat İslâm'a göre muteber değildir, bu sebeple Müslümanlar tarikatlerden uzak durmalı ve hocalardan (âlimlerden) öğrendikleri sahih İslâm'ı yaşamaya çalışmalıdır, selamete ulaştıracak yol ve tutum budur.

Bize göre sahih İslâm (ilim yoluyla öğrenilmiş ve yaşanılan Müslümanlık) ile sahih tasavvuf (İslâm'ın yaşanılması ve bazı özel yetiştirme usûlleri ile elde edilen bilgi ve fazilet) arasında fark olamaz. Fark ve tutarsızlık görüntüsü varsa kusur, ilme dayalı İslâm anlayışında ve yaşantısında değil, tasavvufa dayalı İslâm anlayışı ve yaşayışındadır. Uyarak kendini düzeltme vazifesi de tasavvufa düşer. Tasavvuf ve tarikat erbabı, zahir denilen İslâm ilimleri ile elde edilen İslâm bilgisine (şeriata) ters düşen bilgi ve davranışlarını hemen terkedip kendilerini düzeltmekle yükümlüdürler, çünkü şeriat bilgisinin sahihliğini, Kur'ân'a, Sünnet'e, icmâ'a başvurarak kontrol etmek mümkündür, ona ters düşen tarikat bilgisinin sahihliğini ise ancak şeriat bilgisi ile kontrol edebiliriz.

Bir Müslümanın sahih bir tasavvuf terbiyesi alması farz da deÄŸildir, yasak da deÄŸildir. “Åžeyhi omayanın ÅŸeyhi ÅŸeytandır” sözü büyük hatadır.

Eğer mü'min tasavvuf eğitimi almaya karar verirse rehberinde şu şartları aramalıdır: Âlim olması, ilmiyle amel ediyor olması, bu faaliyetten menfaat elde etmemesi ve eğittiği kişilerin bu sayede daha iyi birer Müslüman olduklarının sabit bulunması.

Bu ÅŸartları ve vasıfları taşıyan bir rehber hem ÅŸeyhtir, hem de hoca ve âlimdir; bu vasıfta rehberler çoÄŸaldıkça da insanımız “ÅŸeyhe mi, hocaya mı?” ikileminden kurtulacaktır. Ancak tarikatsız âlim ile tarikatlı cahil arasında kalan Müslümana benim tavsiyem, “kesin olarak âlime gitmesi, âlimin dediÄŸini tutmasıdır.”

(Konuya devam edeceÄŸim).

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.