Sosyal Medya

Makale

Doğru ile İlişkimiz…

Doğruların farklı kişilerde farklı anlamlar bulmasının izahını yapmak zorundayız. Burada doğru olarak kabul edilen şeyin aslında kişi veya kişiler tarafından bir yoruma tabi kılındığı gerçeği göz ardı edilemez. Ayrıca bir doğrunun doğru olarak betimlenmesi için ayrıca bir yönteme olan ihtiyaç izaha muhtaç değildir. Böylece farklı yöntemlerin kendilerine ait farklı doğruları ortaya çıkıyor. O zaman doğru nedir?

Doğru, somut bir olay veya olgu olduğunda ve art niyetli bir yaklaşım olmadan meseleye bakılabildiğinde üzerinde ittifak oluşturabilecek bir kıvama sahip olur. Aslında bu mesele bizi mutabakatın önemine taşır. Yani doğrusu bir doğruyu ancak mutabakat üzerinden kesinlik kazandırabiliriz. Nesnel bir zemini inşa edecek olan mutabakattır…

Doğruyu öznelliğin alanına teslim ettiğimizde yanlı bir yorum elde edebiliriz. Bu yanlı yorumlarda başka yanlı yorumların varlığını açığa çıkarır. Böylece bir olayda farklı doğrular elde edebiliriz. Temel soru şu: kimin doğrusu doğrudur? Zaten bütün düşünce ve felsefe tarihi bu sorunun cevabını aramakla oluşturulmuş müktesebata sahiptir. Bu yüzden kesin bir cevabı olmuyor. Ama farklı yöntemler ve yollar denenebilir. Önemli olan insanların kahır ekseriyetinin üzerine ittifak edebilecek bir zemini inşa edebilmektir. Bu sağlandığında üzerinde mutabakat oluşur. Ve bu o mutabakat sürecince doğru olduğunu temellendirir. Ama hakikat mutabakat üzerinden oluşur mu?

İşte sahici bir soru…

Hakikatin muhakkak ki mutabakatı aşan bir boyutu vardır. Çünkü vahiy bize insanların kahır ekseriyetinin yanlışta olacağına dair haberini yok sayamayız. Ama bu noktada da yine o vahye muhatap olanların çoğunun ortak mutabakatı önemini yitirmez. Bilakis daha sağlıklı olanı ortaya koyma anlamında önemli bir ilkedir. Bu yeni mutabakatların önünü kesmez. Çünkü hakikat ortaya çıktığında zaten güneş gibi karanlığı giderir ve kendini ifşa ederek alana hâkimiyet kurarak mutabakatı oluşturur. Bu gerçeği unutmamalıyız…

Asıl önemli olan ise farklı katmanlarda farklı doğruların varlığı ve bu doğruların her birinin de farklı ortaya konma ihtimallerinin oluşudur. Yani siyasi, sosyal, psikolojik, toplumsal, iktisadi, bilim ve tarih gibi daha başka başlıklar da açılabilir. Ve bu alanlardaki doğrular her zaman eşlenmediği gibi eş değer de değiller…

O zaman bir doğrunun önce hangi alana dair olduğu konusunda bir mutabakat aranır ve o alan üzerinde hareketle doğruyu anlamaya ve yorumlamaya öncelik vermek doğru bir hareket olur. Tabii olarak her alanın da kendine göre bir yöntemi vardır. İşte olayın nasıl çetrefil olduğunu görüyoruz. Her şey elimizden buharlaşıp gidiyor gibi bir zehaba kapılıyoruz. Halbuki tecrübi birikim, kültür ve örfü oluşturuyor. Ve bu tecrübî birikim bize üzerinde mutabakat oluşturulmuş değerleri veriyor. Ama biz ne yapıyoruz. Onları gelenek diyerek dışlıyoruz ve yeni doğruları dayatma üzerinden mutabakata sunuyoruz. Ama genetik yapı bu yeni doğruları kabul etmeyince bu sefer de hakaretler dâhil eskimiş, gerici, yobaz suçlamaları ile tecrübe ile tespit edilmiş, mutabakat sağlanmış doğrulara saldırıyoruz. Niye? Yeni doğrulara yol açmak için… Hani hakikat adına olsa, sorun değil, der geçeriz…

Bugün bize doğru diye tanımlanan doğruların hakikatini bugünü oluşturan düşünce sistematiği ve yöntemi olmadan anlamlandırmak mümkün değildir. Çünkü bugünkü doğrular ancak bugünün doğrularını gösterir. Ve bu doğruların gerçekliğini de ancak tarihi sürekliliği bize gösterebilir. Ancak şu son iki yüzyıldır doğru olarak tanımlanan her şeyin anlamının en aç birkaç kez değiştiğini hepimiz biliyoruz. Hangi kavramı ele alırsanız alın, ilk çıktığı zeminin dışında yeni anlamlar kazandığını söylemek zor olmasa gerek. Zaten siyasi doğrular genel itibarı ile böyle özellikler taşırlar. Çünkü bir doğru içinde doğduğu zemini dikkate alarak yeni zeminlerde de yeni anlamlar taşıyarak yola devam eder. Bu aynı zamanda bütün kültürleri oluşturan değerler içinde geçerlidir.

İşte size yeni bir gerçeklik zemini; insanlık tarihi boyunca insanların oluşturduğu tecrübi birikimin taşıdığı temel değerlerden bahis açabiliriz. Ve bu değerleri oluşturan doğruları hiç kimse tartışmıyor. Tartışmayı yapanlarda ancak oluştuğu bağlamı değişime uğratarak itiraz edebiliyor. Bu da itiraz olarak kabul edilmese gerek. Çünkü bir şeyi eleştireceksek ancak onu bağlamı içinde tutarak eleştiri yapabiliriz. Yoksa kendimizi kandırmış oluruz.

Demek ki bir doğrunun hangi alana ait olduğunu, bağlamını ve tecrübî birikimde neye tekabül ettiğini anlamak zorundayız. O zaman doğru bizi işlevsel bir çabaya taşıyabilir.

Ancak insanlar sadece doğrunun bir kısmını söyleyerek kendilerine alan açmak istiyorlar. Hâlbuki doğrunun bütün kısımları da doğruyu oluşturan unsurlardandır. Niye o zaman sadece doğrunun bir kısmı ile yetiniyorlar. Varmak istedikleri hedefle ilişkili olsa gerek. Siyasi, iktisadi veya toplumsal bir beklentisi varsa o zaman kişi doğrunun sadece bir boyutun öne çıkararak varmak istediği şeyi elde edeceğini düşünüyordur.

Şimdi bir gerçeği daha dillendirelim: her yorum bir ön yargı gerektirir. Yani bir düşüncenin veya felsefenin oluşumu da dâhil olmak üzere bilim yapılırken dahi ya da metafizik yaparken de aslında kişinin dogmaları vardır. Ve bu dogmalar üzerinden bilim, düşünce, felsefe veya başka bir düşünme egzersizi yapılabiliyor. Yani bugün batı düşüncesine sahip kişilerin dini düşünceyi dogma ile suçlarken aslında kendileri de aynı biçimde dogmatik düşünüyor. Bu gerçeği de unutmayalım…

Bu yüzden kişiler,  sadece doğrunun bir tarafı ile iş görürken kalan doğrunun da yanlış kısmına işaret ederek kendi doğrusunun tam olduğunu dile getiriyor... Meselenin özü budur. Bu yüzden bir doğruyu bütün boyutları ile betimlemek ve yorumlamak esas olmalıdır...

Şimdi gündeme düşen tartışmaları birde bu çerçeve içinde düşünmeye çalışın ve bakın bakalım, kim neyi, niçin söylüyor? Hangi kıstasları esas alıyor? Ve gerçekten de doğruyu mu arıyor?

Selam, hidayete tabi olanların üzerinedir…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.