Sosyal Medya

Makale

Tekfir Bedavet ve Haricilik belirtisidir

Şu tespit önemlidir: Din konusunda insanların bilgileri arttıkça müsamaha daireleri genişler. Böylece hayatın da dinin de kendi gördüklerinden ve bildiklerinden ibaret olmadığını anlarlar. Başka türlü de düşünülebileceğini görür, hemen suçlama moduna girmezler.

Sadece bu kadar da değil, aslında suçladıkları, tekfir ettikleri insanlarla bire bir, yüz yüze görüşüp konuşsalar gıyaplarında asıp kestikleri gibi peşin hükümlü olamazlar, hayâ ve vicdan devreye girer ve karşısındakine daha toleranslı davranmak zorunda kalırlar. Çünkü karşısındaki, artık hayalindeki düşman değildir.

Küfür/inkâr Allah'ın egemenliÄŸini kabul etmemektir, en büyük suçtur. Birisini tekfir etme, yani ona kâfir deme, Allah'ın egemenliÄŸini kabul etmiyor, o halde O'nun mülkünde yaÅŸama hakkı yoktur demektir. Bu da çok büyük bir suçlamadır. EÄŸer kiÅŸi bu suçlamada isabet etmemiÅŸse kendisi bu kadar büyük bir suç iÅŸlemiÅŸ demektir. Onun için Hz. Peygamber (sa): “Kim kardeÅŸine 'kâfir' derse ikisinden biri öyledir. DediÄŸi doÄŸru ise doÄŸrudur, deÄŸilse küfür kendisine döner” (Müslim). Ama Nevevî bu hadisi ÅŸerifi açıklamakta zorlanır. Çünkü evet, birine kâfir demek büyük günahtır, ama büyük günah insanı dinden çıkarmaz, öyleyse bunu söyleyen isabet etmediÄŸinde kendisi nasıl kâfir olur? O halde şöyle demeliyiz: Tekfircinin hükmü budur ama böyle söyleyen birisine de sen kâfir oldun diyemeyiz. Belki bu sözü ve fiili küfürdür diyebiliriz.

İslam'ın en net yaşandığı Selef asrında tekfir hastalığı yoktur. Onlar insanları küfre değil imana nispet etmeye çabalamışlardır. Cemel Vakasında ve Sıffîn Savaşında her iki tarafta da sahabe, hatta Aşere-i Mübeşşere'den (Cennetle müjdelenenlerden) insanlar vardır. Ama taraflardan hiçbiri diğerini tekfir etmemiştir. Tekfir hastalığı Haricilerle birlikte başlamıştır. Onlar Hz. Ali ve taraftarlarına, 'siz bir hakem kabul etmekle Allah'ın indirdiğinden başkasıyla hüküm vermeyi kabul etmiş oldunuz. Böyle olanlar kâfirlerin ta kendileridir' dediler ve ayrıldılar. Bu elbette sığ bir düşüncenin, ayeti anlamamanın ve Bedavetin sonucudur. 'Bedavet', yani Bedevilik/A'rabîlik ruhu ve kabalığı taşıma. Allah buyurur ki, 'A'râbiler küfür ve nifakta çok şiddetli ve Allah'ın elçisine indirdiğinin sınırlarını anlamamaya en layık insanlardır' (Tövbe 9/97). Bu ayet son gelen ayetlerdendir ve bu işin sürüp gideceğine işaret eder.
Selef, Sahabe ve Tabiîn asrıdır, biz onlara henüz bozulmamış sağlam akidelerinden ötürü 'Selef-i Salihîn' deriz. Şimdilerde birileri kendilerini ismen onlara nispet ederken onların karşısındaki A'rabîler gibi davranmaları çok düşündürücü değil mi?

Ehli Sünnet âlimlerinin kendileri gibi düşünmeyen Mutezile'yi ve Şia'yı/Rafizîleri tekfir etmekten kaçınmaları bizim için ölçüdür. Oysa Rafizîler Sahabe'nin bile kahir ekseriyetini tekfir ederler. Yukarıdaki hadisi şerif açısından bakıldığında bu da çok düşündürücüdür.

Ebu Hanife, oÄŸlu Hammâd'ı kelam konularında tartışmaktan men edermiÅŸ. OÄŸlu kendisine, siz de aynı tartışmaları yapıyorsunuz da bize neden yasaklıyorsunuz? dediÄŸinde, Ebu Hanife'nin cevabı anlamlıdır: “Biz tartışırken karşımızdakini suçlamaktan o kadar korkuyoruz ki, sanki başımızda kuÅŸ var da uçacakmış gibi davranıyoruz. Ama bakıyorum siz tartıştığınız insana galip gelip onu hatalı göstermeye çalışıyorsunuz”. İmam Åžafiî de buna benzer muhteÅŸem bir söz söyler: “Her ne zaman birisiyle tartışmış isem hep onun haklı çıkmasını temenni etmiÅŸimdir. İki sebepten dolayı; biri, ben deÄŸil de o haklı çıkarsa demek ki ben yeni bir hakikat öğrenmiÅŸ olacağım. İkincisi, ben haklı çıkma gururuna kapılmamış olacağım diye”.

Bize Kuranı Kerim'in gösterdiği yol, bilmiyorsak ilmiyle âmil olan âlimlere sormaktır. Âlimler tekfir etmekten kaçınıyorlarsa, demek ki, tekfir edenler ilimle değil, hırsla, Bedavetle, ideolojik davranmakla böyle yapıyorlar demektir.
Meğerki birisi küfrünü açıkça/bevahen ilan etmiş olmasın. Ona da, ille de sen müminsin diyecek halimiz yok elbet.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.