Sosyal Medya

Makale

Türkiye İran ve Mısır'ın gizli savaşı

1,5-2 milyarlık sahipsiz ve başsız bir İslam âlemi var.

Yaklaşık 30 yıl öncesine kadar bu ümmet kimsenin umurunda değildi.

Önce, İslam Devrimiyle beraber İran bu kitlenin hamiliğine soyundu. Ardından Suudluların öncülüğünde Araplar ortaya çıktı.

Arapların ortaya çıkışı biraz İran karşıtlığından biraz da ABD’nin kendilerine verdiği görev icabıydı.

Saddam’ın Irak’ı, Hafız Esad’ın Suriyesi ve Kaddafi’nin Libyası arıza çıkarsa da Arap ülkeleri Mısır’ın liderliğinde 2 milyarlık İslam Âlemi’nin liderliğine oynamaya başladı.

Her ne kadar ümmetin önemli bir kısmı Hilafetin varisi olarak görse de Türkiye, yönünü Batıya çevirdiği için İslam coğrafyaları umurunda değildi.

Fakat 2000’lerin başında Batının girdiği ekonomik kriz ve dünyanın yeniden şekillenmesi Türkiye’deki derin yapının, bazı şeyleri yeniden gözden geçirmesine sebep oldu.

Yeni dünya düzeninde, 2 milyarlık bir kitlenin liderliğini yapmanın getireceği ekonomik ve siyasi gücün farkına varan Türk Devleti, AKP Hükümeti ile beraber “bu yarışta ben de varım” dedi.

Bugün Farslılar, Araplar ve Türkler, İslam ümmetinin liderliği için ciddi bir mücadele içindeler.

İran, milli ve mezhebi (Şii) taassuptan dolayı şuan için tüm Müslümanlara hitap edebilme fırsatını kaçırmış durumda.

Arapların (Körfez Ülkeleri ve Mısır), Amerikancı politikaları ve iktidardaki şeyhlerin lüks ve israfları nedeniyle liderlik iddiaları pek sahici durmuyor.

Osmanlı’nın/Hilafetin varisi olması Türkiye’yi bu yarışta bir adım öne çıkarıyor. Sünni olmasına rağmen Sünnici bir yaklaşım içinde olmaması da bir diğer avantajı. Tayyip Erdoğan’ın karizmatik İslamcı kişiliği ve son yıllarda İsrail’e kafa tutan tavrı diğer coğrafyalardaki Müslümanlar için daha sahici geliyor.

Türkiye’nin hala Amerikancı politikaların güdümünde olması, İran ve Körfez menşeli olumsuz propagandalar Müslümanların kafasında ciddi şüphelere neden oluyor.

Bu nedenle başta Arap coğrafyası olmak üzere Müslümanların önemli bir kısmı, Türkiye’nin Libya, Mısır ve Suriye politikasındaki samimiyetine şüpheyle bakıyor.

İran; Pakistan’dan, İran, Irak, Suriye ve Lübnan ekseni boyunca oluşturduğu Şii Hattı çok önemsiyor. İran, Türkiye’yi bu Şii Hat için tehdit görüyor.

İran’ın, Sünni Müslümanlar nezdindeki tüm prestijini yok etme pahasına Suriye’de canhıraş şekilde mücadele etmesinin nedeni budur.

Nitekim İran kaynaklarını takip edenler Suriye’deki mücadele için “direniş hattı” tabirinin sıkça kullanıldığını hatırlayacaklardır. İran’a göre Türkiye’nin etkin olacağı Esad’sız bir Suriye Şii dünya aleyhine surda açılan bir gediktir.

Haritaya bakıldığında, Pakistan’dan Lübnan’a kadar uzanan Şii hat, Türkiye ile diğer Müslüman coğrafyalar arasında bir set vazifesi görüyor. Suriye’ye hâkim olmak demek Suriye kapısıyla Arabistan’a, Afrika’ya ve Uzak Asya’ya kadar ekonomik ve siyasi olarak etkin olmak demektir.

Türkiye’nin de, Suriye’ye tüm imkânlarıyla çullanmasının ardında bu neden var. Suriye’de etkin olursa önce Ortadoğu’da sonra da diğer İslam coğrafyalarında etkin olur.

İran, Türkiye’yi Amerika’nın politik çıkarlarını gütmekle suçluyor. İran iyi niyetli değil ama iddiası da tamamen boş değil.

Türkiye’nin Suriye’de etkin olmasını istemeyen sadece İran değil; başta Suudlular olmak üzere körfez ülkeleri, Ürdün, Mısır ve Irak da buna karşı.

Suriye’de ilk başta Esad karşıtı kampta yer alan Suudi Arabistan, Körfez Ülkeleri (Katar hariç), Mısır ve Ürdün bugün Esad aleyhine etkinlik göstermiyorlarsa (hatta dolaylı destek veriyorlarsa) bunun sebebi Türkiye’nin Suriye’de etkin olmaması içindir.

Mısır’da Mursi’ye yönelik darbenin arkasındaki gerekçelerin başında yine bu neden geliyor:

Aşiret devleti olmaktan öteye geçmeyen zengin Körfez ülkeleri, Ümmet liderliği emellerini Mısır’ı öne sürerek, Mısır üzerinden ulaşmayı hedefliyorlardı.

Mısır, kendine verilen bu sözcülük/liderlik görevini uzun bir süre memnuniyetle yaptı. Fakat Mursi’nin seçilmesiyle Mısır’da etkin olan Arap Milliyetçiliği yerini Ümmet endişesine bıraktı.

Mursi, İslam Ümmetinin ancak Türkiye’nin/Erdoğan’ın önderliğinde toparlanacağına inanıyordu.

Ağustostaki darbe olmasaydı Erdoğan ile beraber Gazze’ye geçecekti. Böylesi bir durum Mısır’ın, Erdoğan’ın/Türkiye’nin liderliğinin kabulü /biat etmesi anlamına gelecekti.

Bir araya gelmesi mümkün olmayan üç düşman (İran, Körfez Ülkeleri ve İsrail) Mısır’da direkt veya dolaylı olarak Sisi’nin arkasında yer aldılar.

Körfez ülkelerinden akan milyar dolarların, İran’ın darbeye karşı suskunluğunun/cılız tepkisinin ve İsrail’in açıktan Sisi’ye verdiği desteğin nedeni budur.

Ayrıca; dikkatli bakılırsa, Gezi ve Tahrir olaylarında sanki tek bir merkezden çıkmış gibi ortak birçok argüman görürsünüz.

Darbeyle beraber Mısır tekrar eski konumuna döndü.

Türkiye’nin Ümmet liderliğine soyunmasını değerlendirirsek:

Her ne kadar Türkiye, ABD’nin politikalarına açık bir ülke olsa da İran’ın iddiasının tersine bu girişim AKP Hükümetinin ve Türkiye Devletinin (ikisini ayrı değerlendirmek gerekiyor) kendi projesidir.

Kendi giremediği yerlere Türkiye üzerinden girmek ABD ve Küresel Sermayenin işine gelir ama kontrolden çıkmış güçlü bir Türkiye’yi de hiçbir zaman kabul etmezler.

Zaten bu konuda İsrail/Yahudi Lobisi ile Küresel Sermaye ihtilaf içinde. Yahudi fanatikler Türkiye’nin bu liderliğine şiddetle karşı çıkarken, Küresel Sermaye Büyük Ortadoğu Pazarı oluşacak diye sıcak bakıyor.

Bu proje, Davutoğlu’nun hayatını adadığı projedir. Davutoğlu, bu projeye milli bir çıkar gözlüğüyle değil, İslami/Ümmetçi bir endişeyle bakıyor. Türkiye Devleti ise (derin yapı da denebilir) bu projeye salt milli çıkar gözlüğüyle bakıyor.

Davutoğlu’nun projesi, adı konulmamış bir Hilafet girişimidir. Türkiye Devletinin ise Hilafete tahammülü yoktur.

Davutoğlu’nun projesinde dini ve vicdani endişe hâkimken derin yapı olayın sadece ekonomik ve siyasi yönüyle ilgilenmektedir.

Sonuçta proje bir; ama beklentiler/amaçlar farklı. Bu nedenle bu projeyi kabul veya ret ederken bu farklılıklara dikkat etmek lazım.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.