Sosyal Medya

Makale

Nisa 25. ayetin mana ve mefhumuna dair birkaç not

SÜLEYMANİYE VAKFININ TALEBİ ÜZERİNE SAYIN PROF. DR ABDÜLAZİZ BAYINDIR'IN MÜNAZARA DAVETİ VESİLESİYLE BAHİS KONUSU ETTİĞİ NİSA 25. AYETİN MANA VE MEFHUMUNA DAİR BİRKAÇ NOT


Öncelikle Sayın Bayındır’ın münazara davetini içeren yazısına, “Sayın M. Öztürk, Kur’an’ı evrensel bir kitap saymayarak tarihe gömmenizin hesabını Allah’a vereceksiniz.” ifadesiyle baÅŸlamasının talihsizlik olduÄŸunu, zira davette bulunan zatın Kur’an eksenli bir meseleyi ilmî platformda hall-ü fasl etme gayretinden öte, “dinsize din öÄŸretmek” veyahut “imansızı imana getirmek” gibi bir hedef gözettiÄŸini ve kendini Allah adına hesap sormaya yetkili gördüÄŸünü belirtmem gerekir. Ancak ben bu parmak sallama üslubuna raÄŸmen Sayın Bayındır’ın Nisa 25. ayet baÄŸlamında bana yönelttiÄŸi tenkitlere “bârika-i hakikat müsademe-i efkârdan doÄŸar” fehvasınca kısa bir cevap vermenin faydalı olacağı kanaatindeyim.

Evvela, Kur’an’da birçok tarihsel içerikli ayet bulunduÄŸunu savunan biri olarak Nisa 25. ayetin de mana ve muhteva açısından nüzul tarihiyle ilgili olduÄŸunu ve bugünün dünyasına dair hiçbir ÅŸey söylemediÄŸini belirtmeliyim. Klasik tefsir literatüründeki bilgiler ışığında Nisa 25. ayet bize göre ÅŸöyle çevrilmelidir.

İçinizden hür mümin kadınlarla evlenmeye maddi gücü yetmeyenler, elinizin altındaki mümin cariyelerle evlenebilirler. Allah sizin kadrinizi imanınızla bilir. Sonuçta hepiniz mümin olarak birsiniz. İffetli ve namuslu olmaları, zina etmemeleri, gizli dost tutmamaları ÅŸartıyla ve aynı zamanda efendilerinin iznini alarak o cariyelerle evlenin; örfe uygun olarak mehirlerini de verin. Evlendikten sonra zina ederlerse, onlara verilecek ceza zina eden hür mümin kadınlara uygulanan [yüz sopa] cezasının yarısıdır. Mümin cariyelerle evlenme izni, zinaya düÅŸme korkusu yaÅŸayan bekârlar içindir. Ancak ÅŸu da var ki bekârlığa katlanmanız cariyelerle evlilik yapmanızdan daha hayırlıdır. Allah çok affedicidir, çok merhametlidir.

Bu çeviriyi yanlış bulan Sayın Bayındır’ın çevirisi de ÅŸöyledir:
Mümin ve iffetli hür kadınları nikâhlayacak kadar varlıklı olmayanlar, yönetiminiz altında olan mümin kızlarınızda nikâhlayabilirler. İmanınızı en iyi bilen Allah’tır. Hepiniz birbirinizdensiniz. Onları ailelerinin izni ile nikâhlayın ve mehirlerini marufa uygun olarak verin. Onlar da iffetli olsunlar, zinadan uzak dursunlar ve gizli dostlar edinmesinler. Evlenirler, sonra da zina etmiÅŸ olarak karşınıza çıkarlarsa onlara verilecek ceza, hür kadınlara verilenin yarısı kadardır. Bu ruhsat, içinizden zor duruma düÅŸmekten korkanlar içindir. Ama sabretmeniz daha iyi olur. Allah bağışlar ve merhamet eder.”

Bayındır’ın ayetle ilgili mülahazaları da ÅŸu ÅŸekildedir:

1. Allah, Muhammed suresinin, 4. ayetinde, esirlerin karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakılmasını emretmiÅŸtir ve köleleÅŸtirilmelerinin önünü kapamıştır. Bu ayette sözü edilen esir kızların karşılıksız serbest bırakılmadıkları açıktır. Onlar evlenmeyi hürriyete kavuÅŸmanın bir yolu olarak görebilirler. Çünkü alacakları mehire biraz ekleme yaparak fidyelerini verip hürriyete kavuÅŸabilirler. Böyle bir evlilik, problemli olacağından ayette ÅŸu ifade geçmiÅŸtir: “Bu ruhsat, içinizden zor duruma düÅŸmekten korkanlar içindir. Ama sabretmeniz daha iyi olur.”
İmdi, Sayın Bayındır’a sormak gerekir. Bu ayetteki “mâ meleket eymânüküm min feteyâtikümü’l-mü’minât” ifadesi esir kızlara mı yoksa yönetinimiz altında bulunan -ne demekse!- kızlara/kadınlara mı delalet ediyor? Åžayet “esir kızlar”a delalet ediyorsa, “mümin esir kızlar” ne demektir? Bunun nüzul dönemindeki karşılığı nedir? BaÅŸka bir ifadeyle, “Medine döneminde esir alınmış müslüman kızlar” kimlerdir? Bunlar kimin elinde esirdir? EÄŸer müÅŸriklerin elinde esirlerse, evlilik yoluyla hürriyete kavuÅŸmak ne demektir? MüÅŸrikler evlilik yoluyla hürriyetlerine kavuÅŸmayı isteyen esir mümin kızlara böyle bir imkân vermiÅŸler midir yahut tarihte böyle bir hadise hiç gerçekleÅŸmiÅŸ midir?

Åžayet, “mâ meleket eymânüküm min feteyâtikümü’l-mü’minât” ifadesi “yönetiminiz altında olan mümin kızlarınız” anlamına geliyorsa -ki Bayındır ifadeyi mealde böyle karşılamıştır- “Müslümanların yönetimi altında mümin esir kızlar” ne anlama gelmektedir? Yahut “yönetiminiz altında olan mümin kızlarınız” kimlerdir? Bir kızın hem mümin olması hem de müminin elinin altında esir bulunması nasıl izah edilebilir?
Sayın Bayındır, “Bu ayette sözü edilen esir kızların karşılıksız serbest bırakılmadıkları açıktır. Onlar evlenmeyi hürriyete kavuÅŸmanın bir yolu olarak görebilirler. Çünkü alacakları mehire biraz ekleme yaparak fidyelerini verip hürriyete kavuÅŸabilirler” demektedir. Hâlbuki ilgili ayette -bizzat Bayındır’ın mealinden de anlaşıldığı gibi- esir kızların evlilik yoluyla özgürlüklerine kavuÅŸmasından söz edilmemekte, aksine bekâr mümin erkeklere hitaben, “Mümin ve iffetli hür kadınları nikâhlayacak kadar varlıklı olmayanlar” ifadesinin ardından, daha az maliyetli bir evlilik alternatifi olarak, cariyelerle –Bayındır’ın ifadesiyle, “yönetiminiz altındaki müslüman kızlarla evlenin” denilmektedir. Bizzat kendi mealinin de tanıklık etmesine raÄŸmen, bu ayette esir kızların karşılıksız serbest bırakılmamaları sebebiyle onların evliliÄŸi hürriyete kavuÅŸmanın bir yolu olarak görmeleri meselesi nereden ve nasıl çıkarılmaktadır?

Öte yandan, Sayın Bayındır Muhammed 4. ayete atıfla, “esirlerin karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakılmasını emretmiÅŸtir ve köleleÅŸtirilmelerinin önünü kapamıştır.” demektedir. Lakin bu ayet köleliÄŸin ilgasından filan söz etmemekte, aksine savaÅŸ neticesinde derdest edilip esir alınmış müÅŸriklerin/kâfirlerin karşılıksız veya fidye karşılığı serbest bırakılmasından söz etmektedir. Esirler konusunda müslümanlra iki seçenek sunulması, Hz. Peygamber’in Bedir savaşında esirleri karşılıksız serbest bırakmasından dolayı ilahi itaba muhatap olması, dolayısıyla bu seferde çekingen davranması, bunun üzerine Allah’ın Hz. Peygamber ve müslüman toplumun Enfal 67. ayette “hattâ yüshine fi’l-arz” ÅŸeklinde belirtilen güç, kuvvet ve saÄŸlam iktidar ÅŸartının artık teÅŸekkül etmiÅŸ olması hasebiyle, “esirleri dilerseniz karşılıksız olarak serbest de bırakabilirsiniz” buyrulmuÅŸ olmasıyla ilgilidir. Ayrıca bu ayette söz konusu edilen esirler mümin deÄŸil, müÅŸriktirler. Oysa Bayındır Nisa 25. ayetteki “feteyât-müminât”ı “mümin esir kızlar” diye izah etmektedir. Burada bir kez daha sormak gerekir: Bu mümin esir kızlar kimin nesidir?
2. Sayın bayındır, Nisa 25. ayetteki “fenkihûhünne bi-izni ehlihinne” ifadesini, “Onları ailelerinin izni ile nikâhlayın.” diye çevirmiÅŸ ve ardından bize hitaben ÅŸunları söylemiÅŸtir:
“Siz ehil kelimesine sahip anlamı veriyorsunuz. Oysa bu gibi yerlerde ehil kelimesi sahip anlamında deÄŸil aile anlamında kullanılmaktadır. Çünkü esirler ailenin bir ferdi gibi, hatta küçük çocukları gibi kabul edilirler. Nitekim bir ayette ÅŸöyle buyurulmuÅŸtur: “Müminler! Ellerinizin altında olan esirler ile henüz ergenlik çağına girmemiÅŸ çocuklarınız üç vakitte; sabah namazından önce, öÄŸle vaktinde soyunduÄŸunuzda ve yatsı namazından sonra yanınıza girecekleri zaman izin istesinler. Bunlar, açık olabileceÄŸiniz üç vakittir. Bu vakitler dışında birbirinizin yanına girip çıkmakta size de onlara da bir günah yoktur. Allah size ayetlerini böylece açıklar. Allah bilir, doÄŸru karar verir.” (Nûr, 24/58)

EÄŸer ehil kelimesine sahip anlamı verilecek olursa Nisa suresinin 35. Ayetinde “Karı ile kocanın arasının açılmasından korkarsanız, erkeÄŸin ailesinden (ehlinden) bir hakem ve kadının ailesinden (ehlinden) bir hakem gönderin” ayetinde de aile yerine sahip kelimesini koymak gerekir. Bu durumda ayetin meali ÅŸöyle tuhaf bir hal alır: “Karı ile kocanın arasının açılmasından korkarsanız, erkeÄŸin sahibinden bir hakem ve kadının sahibinden bir hakem gönderin!" Bunun kabul edilemeyeceÄŸi açıktır. Nitekim siz de kendi mealinizde buradaki ehil kelimesine aile anlamı vererek meali ÅŸöyle yapmışsınız: “… o zaman erkeÄŸin ve kadının ailelerinden birer arabulucuyu göreve çağırın…”

Bayındır’ın bu izahatına karşılık öncelikle “ehil” kelimesinin Arap lisanında ve Kur’an’da tek, sabit ve standart bir anlam taşımadığını, dolayısıyla her ayette tek bir manada kullanılmadığını belirtmek gerekir. Bunun yanında ehil kelimesinin sadece nesep bağıyla birbirine baÄŸlı olan ve aynı çatı altında yaÅŸayan insanları deÄŸil, aynı dine, aynı inanca sahip olan kimseleri de tanımladığını hatırlatmak gerekir. EÄŸer bu kelime salt “aile” anlamında kullanılsaydı, Hûd 11/46. ayette geçen “innehû leyse min ehlike” ifadesini, “Ey Nuh! OÄŸlun senin ailenden deÄŸil, yani o çocuÄŸun babası sen deÄŸilsin” anlamına hamletmek gerekirdi ki klasik tefsirlerde maalesef böyle bir yorum da vardır.

Yine eÄŸer “ehl” kelimesi salt aile anlamına gelseydi, “hüve ehlü’t-takvâ ve ehl-ü’l-maÄŸfire” ayeti, “Allah takva ve maÄŸfiret ailesidir” anlamına gelirdi. Bütün bunların dışında “ehl” kelimesi Arap dilinde “veli, yetkili” anlamında da kullanılır. Mesela, “ehlü’l-emr” terkibi “vülâtü’l-emr” demektir. Sonuç olarak, İbnü’l-Cevzî’nin Nüzhetü’l-A’yün adlı vücuh-nezair eserine atıfla “ehl” kelimesinin Kur’an’da on farklı manada kullanıldığını ve Nisa 25. ayette de kelimenin aile anlamında deÄŸil, “erbab” yani efendi, sahip, patron manası taşıdığını belirtmek gerekir (İbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-A’yüni’n-Nevâzır, s. 163-165).

Bizim bu ayette “ehl” kelimesine takdir ettiÄŸimiz anlam baÅŸta Taberî olmak üzere tüm müfessirlerin ittifakla tespit ve tayin ettiÄŸi anlamdır. Gerçi sizin için “bütün müfessirler ve tüm tefsirler” yok hükmündedir. Hatta tüm müfessirler tefsir açısından dalalet içindedir. Ama burada hatırlatmak isterim ki çok kere tefsirde hidayet vesilesi olarak görüp kullandığınız o Arap dili sözlüklerini yazan âlimler de benim tercih ettiÄŸim manayı tercih etmiÅŸtir. Bu sebeple, hiç deÄŸilse temel baÅŸucu kaynağı olarak kullandığınız Arap dili sözlüklerinin bilgisine itimat edin veya en azından onlara saygı gösterin. Bakın, sizin gibi fıkıhçı olan İbn AÅŸûr da Nisa 25. ayette geçen “ehl” kelimesi hakkında ne demiÅŸ: Ehl burada “efendiler, sahipler” demektir. Ehl kelimesinin “kölenin sahibi, efendisi” manasında kullanımı İslami terminolojide çok yaygındır. Zannımca ehl kelimesi Kur’an terminolojisinde kölelere telattuf olarak kullanmıştır. Tıpkı kölenin efendisine “seyyidim” demesinin yasaklanması, bunun yerine “mevlam” tabirinin tavsiye edilmesinde olduÄŸu gibi.

Sayın Bayındır, “esirlere dayanıklı mal diyen Kur’an deÄŸil, fıkıh geleneÄŸidir” demiÅŸ ve ardından, “Esir kadının evlendirilmesi ne satış ne de kiralama kapsamına sokulabilir.” diye eklemiÅŸtir.
Evet, bu konuda Sayın Bayındır’ın özellikle son ifadelerine iÅŸtirak ediyorum. Hatta ben bir insan evladının köle kabul edilmesini ilkelliÄŸin en önemli göstergelerinden biri olarak görüyorum. Åžükür ki kölelik en azından müesses formuyla bugünün Türkiye’sinde mevcut deÄŸildir. Ancak bu kurumun laÄŸvedilmesiyle ilgili ilk adımın müslümanlarca atılmamış olmasının bizim için büyük bir ayıp olduÄŸunu da belirtmek gerekir. Öte yandan köleyi “mütekavvim mal” sayan fıkıh geleneÄŸinin dayandığı temeller Roma hukuku filan deÄŸil, Kur’an, sünnet, icma vesairedir. DiÄŸer bir deyiÅŸle, fakihler kölelik hukukunu kendi kafalarından icat etmiÅŸ deÄŸildir. Bilal-i HabeÅŸi’nin köle olduÄŸu, Hz. Peygamber’in azat olma konusunda Zeyd’e nakdi yardımda bulunduÄŸu gibi ÅŸeyler de uydurulmuÅŸ bir tarih deÄŸildir.

Yine Hz. Peygamber’in 627 yılında Beni Mustalik Gazvesi’nde ele geçirilen kadın ve çocukları köle olarak müslüman askerlere dağıttığı, Hz. Ebu Bekr’in Fezare kabilesine karşı düzenlenen sefer sırasında ele geçirilen insanları köle statüsüne dâhil edip askerler arasında ganimet olarak dağıttığı, ridde savaÅŸlarında ele geçirilen Arap esirleri köle statüsünde geçirmekte tereddütsüz davrandığı da uydurulmuÅŸ bir tarih deÄŸildir. Bu konudaki tarihi bilgiler için Ebu Ubeyd, İbn HiÅŸam, Belazüri gibi müelliflerin eserlerine bakılabilir. EÄŸer kölelik ve cariyelik tarihsel açıdan yok sayılır, Hz. Peygamber döneminde kölelik gibi bir kurumun olmadığı, Kur’an’ın bu konuda hiç konuÅŸmadığı iddia edilirse, bu iddiaya “Aslında Hz. Muhammed diye biri de hiç yaÅŸamadı; Bedir denen yerde savaÅŸ filan da olmadı” gibi bir karşılık vermek gerekir.

3. Sayın Bayındır Nisa 25. ayette geçen “maruf” kavramıyla ilgili olarak da ÅŸunları söylemiÅŸtir: Kur’an’da geçen “el-ma’ruf”, “evrensel nitelikteki doÄŸru” demektir. Bundan dolayı Allah ma’rufun emredilmesini istemiÅŸtir. EÄŸer sizin dediÄŸiniz doÄŸru olsa, bizim Arap örfüne uymamız ve insanları ona uymaya çağırmamız gerekir. Bu da yetmez, aynı ÅŸeyi ehl-i kitabın da yapması gerekir. Çünkü Al-i İmran suresi 114. Ayette ehl-i kitabın bir kısmı ile ilgili olarak ÅŸöyle buyurulmuÅŸtur: “Onlar Allah'a ve ahiret gününe inanan, marufu emreden kötülüklere karşı duran ve hayırlı iÅŸlerde yarışan kimselerdir. İşte iyi olanlar onlardır.” Fakat size göre ÅŸu manayı vermek gerekir: “Onlar Allah'a ve ahiret gününe inanan, Arap örfünü emreden kötülüklere karşı duran ve hayırlı iÅŸlerde yarışan kimselerdir. İşte iyi olanlar onlardır.”

Sayın Bayındır, “ehl” kelimesinde yaptığı gibi, “maruf” kelimesinde de anlamı sabitleyip tek kaleme indirgemektedir. “Her gördüÄŸü sakallıyı dedesi sanmak” sözünü hatırlatan bu yaklaşıma karşı “Maruf madem hep evrensel nitelikli doÄŸru demektir; o halde Nisa 25. ayetteki “Müslüman esir kızlar veya yönetimiz altındaki kızlarla evlendiÄŸinizde mehirlerini evrensel doÄŸruya göre verin” ne anlama gelmektedir. Mehrin evrensel doÄŸrusu nedir? Yine “ve-lil-mutallakâti metâun bi’l-marûf” ifadesinde sözü edilen “boÅŸanmış kadınları evrensel doÄŸruya göre metalandırmak” ne demektir? Yine Bakara 233. ayette geçen “Annenin ve çocuÄŸun yiyecek ve giyim ihtiyacını karşılamanın evrensel doÄŸru olarak belirlenen ölçütü nedir? Yine sütanneye verilecek ücretteki evrensel doÄŸru (maruf) ne anlama gelmektedir. Ayrıca, bırakın ücretle ilgili evrensel doÄŸrunun maddi olarak neye karşılık geldiÄŸini, sütannelik kurumu bugün neye tekabül etmektedir. DeÄŸil kendisi, ücreti dahi evrensel doÄŸru olan bir kurumun bugün en azından benim bildiÄŸim kadarıyla bu memlekette hemen hiçbir karşılığı yoksa evrensel doÄŸru nasıl bu kadar kolay ve sessiz ve sedasız biçimde ortadan kalkmış, hatta buharlaÅŸmış olabilir?

Hâsıl-ı kelam, bu bahsi ÅŸu birkaç basit soruyla kapatalım:

Bir: Nisa 25. ayetin giriÅŸinde “muhsanat-müminat” kadınlarla evlenmeye mali gücünüz yetmezse denildikten sonra, “min feteyatikümü’l-mü’minat” deniyor. Belli ki burada baÅŸlık parası pahalı olan kadınlarla ucuz olan kadınlar söz konusu ediliyor. Sizce burada muhsanât-mü’minât diye anılan ve baÅŸlık parası hayli yüksek olan kadınlar kim, bunlarla evlenmeye paranız yetmediÄŸinde alternatif olarak sunulan feteyât-müminât kim?

İki: Bu feteyâtla evlenildiÄŸinde, fuhÅŸiyat kabilinden çirkin bir iÅŸ yaptıklarında bunlar için belirlenen ceza muhsanât için belirlenen cezanın yarısıdır. Sizce bu ne demektir? İslam toplumunda bugüne kadar cezalar kimler için tam, kimler için yarım uygulanmıştır?

Üç: Feteyât diye anılan kadınlarla evlilik izni, niçin zinaya düÅŸme korkusu yaÅŸayanlar içindir deniyor. Hani evlilik çok önemli idi, hatta Allah evliliÄŸi teÅŸvik etmiÅŸti; hani Rasulullah biz ümmetinin çokluÄŸuyla övünürdü. Burada niye “feteyatla evlilik zina iÅŸlemekten beriliktir” deniyor. Son olarak, ayetin sonundaki “ve-en tasbirû hayrun leküm”, yani “feteyatla evlenmektense, bekârlığa katlanmak sizin için çok daha iyidir” ne anlama geliyor?
Klasik kaynaklarda bu ifadenin tefsiri mahiyetinde nakledilen, “Kim Allah’ın huzuruna temiz pak çıkmak isterse hür kadınlarla evlensin”, “Hür kadınlarla evlilik evin salahı, cariyelerle evlilik evin helakı/fesadıdır” gibi hadislerin yanı sıra “Hangi hür erkek cariye ile evlenirse kendi yarısını/çocuÄŸunu köleleÅŸtirmiÅŸ olur” (Hz. Ömer), “Cariye ile evlenen kiÅŸi zinadan çok da farklı bir iÅŸ yapmış sayılmaz” (İbn Abbas), “Cariye ile evlenmek zina deÄŸilse de zinaya yakındır” (Saîd b. Cübeyr), “Cariye ile evlenmek leÅŸ, kan, domuz eti gibidir; ancak darda/zorda kalan için helaldir/mubahtır” (Mücâhid) ÅŸeklinde nakledilen (Sa’lebî, el-KeÅŸf ve’l-Beyân, II. 268; Kurtubî, el-Câmi’, V. 98; Celâlüddîn es-Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, II. 492; Ebüssuûd el-İmâdî, İrÅŸâdü’l-Akli’s-Selîm, II. 307; Ebü’l-Abbas İbn Acîbe, el-Bahru’l-Medîd, II. 34; Åžihâbüddîn Âlûsî, Rûhu’l-Me’ânî, III. 13. Mezkûr rivayetlerin hemen tamamı İbn Ebî Åžeybe (ö. 235/849) tarafından bir baÅŸlık altında zikredilmiÅŸtir. Bkz. Ebû Bekr İbn Ebî Åžeybe, el-Musannef, Beyrut 1989, III. 466) bunca merviyyatın hiçbir anlamı yok mudur veya bütün bu rivayetlerin en azından nüzul ortamındaki olguyu yansıtma ihtimali sizce sıfır mıdır?

EÄŸer sıfır derseniz, o zaman birileri çıkıp “Ben de Muhammed’in peygamber olduÄŸunu, Allah’tan vahiy aldığını kabul etmem” derse buna nasıl cevap verirsiniz. Åžayet, “Kur’an’dan cevap veririm” derseniz, eski mantık tabiriyle müsadere ale’l-matlub ya da safsata yapmış olmaz mısınız? Zira bir ÅŸeyin iddia hem delil olması sizce komik deÄŸil midir? Kaldı ki siz, biz, hepimiz Kur’an diye bir kitabın varlığından Hz. Peygamber ve onun nübüvveti sayesinde haberdar olmadık mı? Peki, Hz. Peygamber’in varlığından nasıl haberdar olduk? Onun Hira’da vahiy aldığını nerden öÄŸrendik? Bütün bir tarihi kapsayan bir gerçekliÄŸi tümden yok sayıp, adeta sil baÅŸtan yepyeni Kur’an yazma çabasının sizi böyle sorularla karşı karşıya bırakacağını ve en azından benim nazarımda acınası bir zavallı haline düÅŸüreceÄŸini hiç düÅŸündünüz mü?

Sayın Bayındır “evrensellik” denen ideolojiye saplanıp kalmak ve bu arada Kur’an’ı Türkiye’nin özellikle Batı yakasında yaÅŸayan insanların dünya görüÅŸlerine uyarlamak adına Kur’an vahyini tabir caizse 2014 yılının Türkiye’sinde Süleymaniye Vakfı’na kargoyla gönderilmiÅŸ bir metin gibi okuyup anlamanın ilmî açıdan nasıl bir seviyesizlik ve pespayelik olduÄŸu hakkında hiç kafa yordunuz mu? Size tavsiyem, bu konularda biraz düÅŸünün ve bir an önce “Ya Rab! KeÅŸke ÅŸu Kur’an’da kölelik, cariyelik gibi ÅŸeylerden söz etmeseydin biz de bugün bu ayetleri tevil etmek adına akla karayı seçmeseydik” dercesine oturup masa başında sırf sözlük yordamıyla yepyeni Kur’anlar telif etmekten bir an önce vazgeçin.

Not: Birkaç saat içinde çalışma ortamımdan ayrılacağım için, bu yazıyı çok dar bir vakitte yazmak durumunda kaldım; çünkü Süleymaniye Vakfı’ndan birkaç saat önce arandım. Bu yüzden, yazıdaki ifade kusurlarım lütfen mazur sayılsın. Ayrıca söz konusu vakfın internet ortamında yayınladığı/yayınlayacağı münazara davetini bir televizyon programında olmak ÅŸartıyla kabul ettiÄŸimi bu vesileyle belirtmek isterim.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.