Mehmet Bulayır: Ağustos Böceğine Kim İftira Etti?
Ey masalcı adam iftira ettin sen
Bu harikalar harikası böceÄŸe
Onu suçladın tembellikle
En çalışkan onu görüyorum ben
Hiçbir karşılık beklemeden
Yazı aÄŸustosu çamı çınarı
Tanıtıyor bize yazı aÄŸustosu çamı ve çınarı
Sezai Karakoç-Gün doÄŸmadan s.679
Zihniyet dünyamızı kimler inÅŸa ediyor? Misal, bize kediyi nankör, aÄŸustos böceÄŸini tembel olarak tanıtan ve bizi buna ikna eden kimdir? Kediye haksızlık edip, çamur atanı bulamadım, ama aÄŸustos böceÄŸine iftira eden bir çoÄŸumuzun malumu La Fontaine adında 17. yüzyılda yaÅŸamış Fransız bir ÅŸair ve masal yazarıdır. Eserlerinden bir kısmını Beydeba’nın Kelile ve Dimne eserindeki hikayelerden kopyalayıp modifiye ederek pazarlamış, üslubunda ise kısmen Dede Korkut’tan esinlenmiÅŸ bu Fransız (müptezeli) edebiyatçı sadece bir örnek. Bizi biz yapan, genetik kültürel kodlarımızla oynayan bu ve buna benzer onlarca yazar, sanatçı, edebiyatçı sayabiliriz.
Meseleyi edebiyat baÄŸlamından çıkarıp tarihsel perspektiften bakacak olursak; Osmanlının son döneminden baÅŸlayarak, devletin rotası kaybolup gemimizin yelkenleri kısmen poyraz, mütemadiyen karayel rüzgârlarına açık hale gelince Fransızlar tarafından fonlanan ve formatlanan jön Türkler ve onların teÅŸkilatlanmış modeli İttihat ve Terakki cemiyetinin, İslamcılık, Türkçülük, Osmanlıcılık derken Batı’dan esen rüzgârın gücüne teslim olup karayelde karar kıldığını görürüz. İttihat ve Terakki kadroları eliyle yolun ilerisinde geminin safraları sayılan padiÅŸahlık ve dahi hilafeti okyanusun serin sularına terk edilince, hafiflemiÅŸ genç cumhuriyet gemisinin hızla Batı’ya yol alması daha kolay oldu elbette.
Kamusu, namusu, yeniden formatlanmış. Din ve dine ait ne varsa mümkün olan kısmı denize dökülmüÅŸ, olmayanı ambara kitlenmiÅŸ. Kitabı, defteri elinden alınmış, yenisi budur diye Latinize edilmiÅŸ bir ulusun çocuklarının bütün günahını La Fontaine’nin boynuna dolamak niyetinde deÄŸilim elbette. Bir vaka örneÄŸi olarak bu masalcıya dikkat çekmek istedim sadece. İpin ucunu buradan yakalarsak kuklacıya ulaÅŸmak mümkün olur diye düÅŸündüÄŸümden 19. yüzyıldan bu yana baÅŸlayıp 20. yüzyılda ayyuka çıkan, üzerimize, her ne kadar sanat, edebiyat namına Batı’nın envaiçeÅŸit ifrazatı boca edilse, vaktin bu zamanında karayelden, poyrazdan elimiz kulağımız titrese de hiç deÄŸilse rüzgarla temas eden uzuvlarımızı kaplamış ÅŸu buzları eriten lodostan razıyız. İçimizi ısıtan kıble rüzgârından da umudumuzu kesmiÅŸ deÄŸiliz.
Peki bu lodostan kastımız, kıble rüzgârından muradımız nedir?
Sevgili okuyucu farkındaysan ambarda kitlenen tohumlarımız bu yüzyılda kıyısından köÅŸesinden tek tük de olsa filiz vermeye baÅŸladı. Onların üzerine hassaten, titreme vaktidir. Bu baÄŸlamda meseleyi kendine dert edinenler olarak, üzerimize düÅŸeni yaptığımızı söyleyebilir miyiz? Ya da ne yapmalıyız? Åžimdi ambardan tohumdan bahisle, Cumhuriyetle bir probleminiz olduÄŸu sanılmasın, lakin dinimize dahleden ve mahallemizde salyangoz satanlarla da meseleniz var!
BirçoÄŸumuzun diline pelesenk ettiÄŸi, aÄŸzımızın sakızı "medeniyet" kavramı bahsinde ÅŸanlı tarihimiz üzerine nutuk atmak dışında elde var olan nedir? Hamaset ve slogan dışında ne üretiyoruz? Medeniyeti besleyen en önemli havzanın kültür olduÄŸu malum. Kültürü besleyen en önemli damar ise kuÅŸkusuz edebiyattır. O halde suyun başı olan edebiyatımıza sahip çıkmalı deÄŸil miyiz? Yazının giriÅŸindeki konuya dönecek olursak; çocuklarımıza kendi masallarımızı anlatmazsak Fransızlara öfkelenmek derdimize çare olmaz. Müzikten romana, ÅŸiirden sinemaya kendi kültürel kodlarımızla eser vermeye gayret eden gençlerimizi baÅŸta karşı mahallenin deÄŸirmenine su taşıyan resmî kurumlar olmak üzere sahip çıkma konusunda ÅŸapkamızı önümüze koyma vaktidir.
Yirmi yılı aÅŸkın süredir yönetim erkini elde tutan siyasal iktidarın dindarlara mahsus hatıra uygun birçok olumlu adım attığı bir gerçek. Kalkınma için gösterilen çabada Teknofest gençliÄŸiyle oluÅŸan dinamik alanı ayrıca bununla birlikte taÅŸ üstüne taÅŸ koyan, fiziksel kalkınma ve imar faaliyetleriyle birlikte oluÅŸan enerjiyi ve çıkan ürünleri takdir etmemek nankörlük olur. Lakin aynı teÅŸekkürü ülkemize hâkim olan kültürel iklim konusunda tekrar etmek neredeyse imkânsız. Malum, kültürel iktidarın sahipleri hâlâ meÅŸruiyetlerini karayelden devÅŸiriyorlar. Faturayı siyasal iktidara kesmeden bu iÅŸin sorumluluÄŸunu hep beraber üstlenmek zorundayız. Kültürel iktidarın eksik olduÄŸu övündüÄŸümüz kalkınma eksenli fiziksel iktidar; kendini imar edene deÄŸil, kendini inÅŸa eden paradigmaya hizmet eder. Enerjimizi kendi kültürel kodlarımızla akıl yürütecek ve gerçekleÅŸtirme cehdi gösterecek zihniyet inÅŸasına akıtma vakti geldi de geçiyor.
Yazının sonunda baÅŸa dönersek eÄŸer, hikmeti uzakta aramaya gerek yok. Kültürel iktidarı tesis etmek derdindeysek hem kiÅŸisel hem de sivil toplum örgütleri olarak yolumuzu aydınlatan “Yedi Güzel” adamlara daha ziyade kulak vermek ve itibar etmek, dahası nice yeni güzel adamlar yetiÅŸtirmek zorundayız.
Mehmet Bulayır
Not: Bu makale, “Muhal ile Mümkün arasında” adlı eserden iktibas edilmiÅŸtir.

Henüz yorum yapılmamış.