Sosyal Medya

İsmail Kılıçarslan: Adaş

Tabii ki adaşımın yalan söylediğini biliyordum ama mesele o değildi ki. Adaşım, 58 yıldır kalbini kıranların mezarına gidip onları “tek kıstırmış” olsa bile arkalarından Fatiha okumayı, kalbinin kırıklığını unutup gitmeyi seçiyordu anlattığı bütün hikâyelerde.



“Konuş” diyor, “anlat da, insan anlata anlata.”

Unutuyor adaşım. Hâlbuki daha önce defalarca oturduk. Defalarca çay, börek, simit, kola ısmarladım ben ona. Defalarca “20 liraya ihtiyacım var” dedi ve defalarca verdim o 20 lirayı.

“İşin ne?”, “nerede oturuyorsun?”, “evli misin?”, “çocuğun var mı?” ve elbette “nerelisin?”

Beypazarlı olduğumu öğrenince ilgilenir her seferinde. Ankara’ya defalarca gittiğini, Maltepe’de, Yenimahalle’de, Keçiören’de halaları, dayıları, amcaları olduğunu anlatır. Sonra durur ve şöyle der: “Hepsi eldi.”

Bilirim her seferinde “öldü” dediğini ama ölmekle el olmak arasında bir ilişki kurmaya çabalarım zihnimde.

“Şunu bir aç” diyor elindeki ucuz puroyu uzatarak. Gerçi o da ucuz değildir ya artık. Açıp geri veriyorum. “Yanına çay söyleyeyim mi, iyi gider” diyorum. Duraksıyor, beni tartıyor. Hâlbuki daha önce defalarca oturduk. Ama unutuyor adaşım. Ardından bana güvenebileceğine, kalbini kırmayacağıma ikna ediyor kendini. Görüyorum bunu gözlerinde. Sonra o cesur cümle çıkıyor ağzından: “Çayla iyi gitmez, kola söyle bana.”

Biraz öyledir onun “tatlı”lığı. Durun. Anlatacağım. Ama önce şu mucizeye birlikte düşelim. Anadolu’da adaşım gibi adamlara “tatlı” derler. Vaktiyle bir dervişe sormuştum böyle söylenmesinin nedenini. “Bilene Allah’ın ikramıdır onlar da, ondan” demişti bana.

Biraz öyledir onun tatlılığı. Kolanın, çayın, simidin, verdiğiniz 20 liranın karşılığını anlatarak öder.

“Mustafa vardı” diye başladı anlatmaya. Bizim köyde. Mustafa. Bana dedi ki, “senin mezarına edeceğim sen elince.” Oğa dedim ki “sana yedi gün mühlet veriyorum. Yedi gün içinde sen öleceksin.” Orada arkadaşlarım dedi ki “Mustafa, bunun duası tutar. Kalbini kırma.” Mustafa dedi ki “itin köpeğin duası kabul olsa ha buraya kemik yağması gerekir.”

Rahmetli anamla inşaata kalfalık ediyoruz o ara. Ertesi sabah baktım bizim arkadaşlar dedi ki “Mustafa’yı kaldırmışlar hastaneye.” Ben de gittim hastaneye. Dedim oğa ki “Mustafa, al sözünü geriye.” Güldü bana. “İtin köpeğin duasıyla hasta olacak adam mıyım ben?” dedi. Dedim oğa ki “Mustafa, böyle edersen geberip gidecesun.”

Aradan altı gün daha geçti. İpi hazırlamışım ha. İntihar edeceğim o gün. İnşaata bir kalas var. Ona bağlayacağım ipi. Baktım bir cayırtı koptu ilerden. Dedim anama ki “ben gidip de bir bakayım.”

Cayırtı Mustafa’nın evinden geliyor. Dediler ki “eldi Mustafa.” Anası bayılmış, karısı perişan.

O gün gömdüler. Ben de gittim mezarına ha. Ağladım da. Zaten ağlarım ben hep. Güldüğümüzü gören yok.

Akşam oldu. Gecenin karanlığında gittim Mustafa’nın mezarına. Dedim oğa ki “Mustafa, inat ettin. Kalbimi kırdın. Bağa dedin ki “mezarına edeceğim.” İnsan insanın mezarına eder mi? Beğendin mi yaptığını? Eldin gittin.

Gene de bi Fatiha okudum ona biliyor musun? Allah affetsin günahlarını. Demeyecekti bağa o lafı. Kalbimi kırdı.

Tabii ki adaşımın yalan söylediğini biliyordum ama mesele o değildi ki. Adaşım, 58 yıldır kalbini kıranların mezarına gidip onları “tek kıstırmış” olsa bile arkalarından Fatiha okumayı, kalbinin kırıklığını unutup gitmeyi seçiyordu anlattığı bütün hikâyelerde. Bazen Mustafa ölüyordu. Bazen Hayriye hala ölüyordu. Bazen Hızır dayı ölüyordu ve adaşım, bütün mezar başlarında bütün kırgınlıklarına Fatiha’yla şifa buluyordu.

Fakat şunu da biliyordum sanki. En çok annesinin “elmesine” içerliyordu o. Kalbinin kırıklığının hududunun olmaması ondandı.

Bir kola daha teklif ettim. “Yok” dedi, “ama bir 20 liraya ihtiyacım var.”

Yenişafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.