Sosyal Medya

Kemal Sayar: Salgın ve sorumluluk

Bizi salgın kurallarına riayet etmek için teşvik edecek olan şey sistemin icra ettiği genelgeler, para cezaları değil, bizzat bu koparılamaz ve feshedilemez gönül bağı olmalı. Gönüllü feragat. Ötekinin hakkını korumak için geri çekilmeyi bilmek. Hak ettiğimden çoğunu istememek. Her eylemimde içinde bulunduğum toplumun menfaatlerini gözetmek. Kamusal iyi için bireysel iyiden vazgeçmeyi bilmek. Sözgelimi, kendimizi korumak için değil, virüsü başkalarına geçirmekten kaçınmak için maske takmak.



Bunları dile getirmemin nedeni, insanın yaÅŸama hakkına sahip olduÄŸunu, bu hakkın devredilmez, kiÅŸinin elinden alınamaz bir hak olduÄŸu ilkesini savunmaktır. YaÅŸama hakkı hiçbir koÅŸula baÄŸlı deÄŸildir ve yaÅŸamak için gerekli temel metaların alınması hakkını, eÄŸitim ve saÄŸlık hizmetleri görme hakkını içerir; insan, en azından doyurulması için hiçbir ÅŸeyi “kanıtlamak” zorunda olmayan bir köpek ya da kedi sahibinin hayvanına davrandığı kadar iyi bir davranışın nesnesi olma hakkına sahiptir.
 
Erich Fromm, Umut Devrimi
 
DüÅŸüncelerimizin gürültüsüyle o kadar çok dolduruyoruz ki kendi dar ve ufuksuz dünyamızı, Tanrı konuÅŸmak için bizim susmamızı bekliyor. Cahit Koytak, Ben Yokum Beni Saymayın ÅŸiirinde “Yeter, ama yeter / Ölüler için de, diriler için de! /Susun artık, susun, siz kitaplardakiler / Siz sahnedekiler, siz içimdekiler!
 
/ Ayıp ama, bakın, Tanrı konuÅŸmak için/ Sizin susmanızı bekliyor.” diyor. Kendi benliklerimizle, elimizin altındaki gündelik ÅŸeylerle gereÄŸinden fazla, tıka basa doluyuz. Kendimizi unutamıyoruz. Zihnimiz dünyayı kaplıyor. Egomuz çok ses çıkarıyor. Ä°çini biraz boÅŸalt da canım, kutsalın o mutlak güzelliÄŸin ışığı düÅŸsün oraya. Bir bilsek, ne kadar da büyüyecek hayatlarımız, benliklerimiz onun içinde küçüldüÄŸünde. Ä°nsan kendini geri çekebildiÄŸinde, unutabildiÄŸinde kendini, koca bir âlem serilecek önüne.  Ne kadar bastırabilirsek içimizin gürültüsünü, o kadar iÅŸiteceÄŸiz lahuti âlemlerden gelen sesi.  Tanrı mütemadiyen konuÅŸuyor, hayatın ufak mucizelerinde konuÅŸuyor, büyük mucizelerinde konuÅŸuyor ama biz nadiren duyuyoruz. Ne vakit ki kendi alıcılarımızı O’na ayarlarız, o dalga boyuna yöneliriz, o zaman duyarız. Bu bir terbiye iÅŸi, rasyonel akıl mesajı algılayabilmek için fazlasıyla sınırlı bir cihaz, bunun için ruhun muhatap aldığı yetimizi yani gönlü terbiye etmek gerekiyor. Gönlün terbiyesi için de bir insanlaÅŸma seyr-i sülukuna talip olmak lazım.
 
Günümüzün en önemli mevzularından bir tanesi karşılıklı sorumluluk yahut ‘insanın insana rapt olduÄŸu cevher’. Ä°nsan kardeÅŸinin bekçisi, ötekinin verdiÄŸi borçla yaÅŸayan, deÄŸerini öteki tarafından görülmek ve tanınmaktan alan sosyal bir varlık. Post korona, korona sonrası çağın da yeni paradigması, “Sen beni gözeteceksin, ben seni gözeteceÄŸim” düsturu. Karşılıklı birbirimizi gözetme, kardeÅŸ ve dost olduÄŸumuzu, aynı gemide olduÄŸumuzu hatırlama ahlâkı yani bir ihtimam ahlakı. Ä°nsanlar arası bağı, birinin delik açtığı kayıktaki iki kiÅŸinin durumu olarak tanımlayan hikmetli bir eski Ä°brani kıssası vardır, kayıktaki adam arkadaşına sorar, “Neden delik açıyorsun?”, diÄŸeri yanıt verir “Sana ne, ben kendi altıma delik açıyorum senin altına deÄŸil.” Öteki ÅŸöyle yanıtlar, “Aptal! Ä°kimiz birlikte boÄŸulacağız!”.  Ä°ki kiÅŸiden biri o kadar bîgane ki, o deliÄŸi açmakla sandalın tamamını batıracağını ve ikisini birden tehlikeye attığının farkında deÄŸil. Bazı insanlar böyle bir bakar körlük halinde, at gözlükleriyle yaşıyorlar, etrafta yarattıkları tahribatı görmüyorlar. Halbuki varlık birbirine baÄŸlı ve bağımlıdır. Giderek birbirimize daha fazla baÄŸlı ve bağımlı olduÄŸumuz bir dünyada yaşıyoruz. Virüs durduk yere birdenbire Çin’den Amerika’ya ya da Avrupa’ya zıplamadı, küresel hareketlilik, insanların oradan oraya çok yoÄŸun ÅŸekilde seyahat etmesi, bu virüsü dünyanın her köÅŸesine taşıdı. Dünyadaki en ufak bir geliÅŸmenin, kalan kısmını etkilediÄŸi yepyeni bir düzende yaşıyoruz artık. Ä°çimizdeki sorumluluk ve hakkaniyet duygusu, kendi ailemiz, mahallemiz, milletimizle ilgili öngörümüzü fersah fersah açan çok daha uzun kollara, çok daha keskin gözlere ihtiyaç duyuyor artık. Dünyayı kendimizden emin kılmanın yollarını bulmalıyız, bizden eriÅŸebilecek kötülüklerden, bir linç kalabalığına katılarak görünmez olduÄŸumuz o an elimizden çıkacak bir beladan dünyayı emin kılmalıyız. Bir mutasavvıf, dinin incelikli gayesinin, kiÅŸinin baÅŸkalarından ve dünyadan zarar görmesine mâni olmaktan ziyade, dünyayı ve baÅŸkalarını kendisinden sadır olabilecek zarardan muhafaza etmek olduÄŸunu söylemiÅŸti. Gerçekten de din duygusunun pratiÄŸi, en temel düzeyde “yaratana ihtiram” ve “yaratılmışa ihtimam” payandaları üzerine yükselir. Bu yüzden, ak ve kara koyunun ortaya çıktığı böyle zamanlarda baÅŸkalarına karşı sorumluluk, en ziyade uhrevi bir endiÅŸeye göre yaÅŸadığını iddia eden insanların boynunun borcudur.
 
Ahlakın özünde baÅŸkalarına zarar vermekten kaçınma duygusu yatar. Zaman zaman hayatı dolambaçlı ifadelere baÅŸ vurmadan basit terimlerle ifade edebilir miyiz diye düÅŸünüyorum. Ne iyidir, ne kötüdür? diye mesela. Küçük oÄŸlumun büyürken en temel sorularından bir tanesi “Ä°yi mi? Kötü mü?” sorusuydu. Bir olay anlatırdım, tam kavrayamazdı niteliÄŸini, “iyi mi, kötü mü bu?” derdi. Böyle böyle kendince bir iyi- kötü nosyonu edindi. Ä°yi nedir? Basit bir açıklama mesela: YaÅŸatmaya yarayan, hayatta tutmaya, hayatı onarmaya çalışan ÅŸey iyidir. Öldürmeye, ortadan kaldırmaya, kazımaya, ezmeye yarayan ÅŸey, meÅŸru müdafaa gibi istisnalar olmakla birlikte kötüdür. Dolayısıyla biz, hayatı, yaÅŸam gücünü çoÄŸaltmaya dönük olmak zorundayız. Hayatı çoÄŸaltmak için baÅŸkasına zarar vermememiz icap ediyor, bu da sürekli bir öz muhasebe ile mümkün, kendi benliklerimizi sîgaya çekmekle, nefisimizden asla tam manasıyla emin olmamakla mümkün. Bizler, elimizden geleni esirgediÄŸimizde insan olduÄŸumuz için sorumluyuz, ya da sorumlu olmadığımıza inanıyorsak, insanlığın eksikliÄŸi nedeniyle sorumsuzluÄŸa hak kazanırız.
 
 
Dünya tarihinde çok uzun zamandır, belki Birinci Dünya savaşından sonra ilk defa tüm insanlık olarak ortak bir kader etrafında kenetlendik. Amazon Ormanları’nda da, Hindistan banliyölerinde de, Kuzey Amerika’nın müreffeh ülkelerinde de aynı problemle mücadele ediyoruz. Evet pandemi eÅŸitsizliÄŸin hükümferma olduÄŸu toplumları daha fazla vurdu; Kuzey Amerika’da bilhassa, eÅŸitsizlik politikalarıyla hastalığın yayılımı arasında birebir alaka var. Salgın yoksul Afro Amerikan ve Latino nüfusta daha hızlı yayılıyor ve saÄŸlık hizmetlerine eriÅŸimleri daha kısıtlı olan bu kesimde daha çok ölüme sebep oldu. Ama yine de bizi ortak bir tehdit etrafında buluÅŸturdu. Böyle bir tehdit karşısında sadece bir milletin fertleri birbirini gözetmek durumunda deÄŸil. Bir millet de baÅŸka bir milleti gözetmek zorunda. Hans Jonas’ın Sorumluluk Ä°lkesi (Prinzip Verantwortung) adını verdiÄŸi kitabının alt baÅŸlığı Teknoloji Çağında Bir Etik Arayışı idi. MeÅŸhur Kant etiÄŸi düsturlarının günümüzün problemleriyle baÅŸa çıkmada yetersiz kaldığını fark eden Jonas yeni bir kategorik buyruÄŸa ihtiyacımız olduÄŸunu söylüyordu, “Öyle hareket et ki, eyleminin sonuçları insan yaÅŸamının sürekliliÄŸi ile baÄŸdaÅŸsın” tersinen ifadeyle, “Öyle hareket et ki, eyleminin sonuçları bir yaÅŸamın gelecekteki imkanı açısından yıkıcı olmasın” ya da temelde,  “insanlığın ve yaÅŸamın yeryüzündeki ebedi sürekliliÄŸinin ÅŸartlarını tehlikeye atma !”
 
Pandemi dünyasında, mutlak surette herkes bir ötekinin iyiliÄŸini gözetmek zorundadır. Burada bizi ahlak felsefesiyle ilgili bir soruna yönlendiren bir durum var. Emmanuel Levinas, “Tanrı Kabil’e Habil’in nerede olduÄŸunu sorduÄŸunda, kabil öfkeli biçimde bir baÅŸka soruyla yanıt verir: “Ben kardeÅŸimin bekçisi miyim?” “Öfkeli Kabil’in bu sorusuyla birlikte her türlü ahlaksızlık baÅŸladı. Elbette ben kardeÅŸimin bekçisiyim ve ahlaklı bir kiÅŸi olmak için özel bir sebep aramadığım sürece ahlaklı bir kiÅŸi olurum ve öyle kalırım. Kabul etsem de etmesem de kardeÅŸimin bekçisiyim; çünkü kardeÅŸimin iyiliÄŸi benim ne yaptığıma ya da neyi yapmaktan geri durduÄŸuma baÄŸlıdır.” demiÅŸti. “Ben kardeÅŸimin bekçisi miyim?” Ahlâk iÅŸte bu soruyla baÅŸlar. Her insan evladı öteki kardeÅŸinin bekçisidir. Onun bekçisi olarak biz ahlakın alanına gireriz, ahlaklı bir varlık oluruz. Her insan, öteki insandan mesuldür. Ä°nsan evladında bir baÅŸkasının ıstırap çekmesine dayanamayan bir vicdan vardır. Nurettin Topu merhum, vicdan hakkında “insanın içinde onu Allah’a çağıran sestir” demiÅŸti. Hepimiz kötülük karşısında, ıstırap karşısında bir ÅŸeyleri düzeltmek istiyoruz. Bize genel manada iyi gelmiyor kötülük. Demek ki insanın tabiatında kötülüÄŸe direnen iyiliÄŸe yazgılı bir taraf var. Kendimizi iyiliÄŸin bir parçası olarak görmek istiyoruz, iyilerin safını tutmak istiyoruz. Ä°ÅŸte böyle zor zamanlarda insanın bu hasleti, üstün meziyeti devreye giriyor ve kendimizi daha fazla iyi, normalde olduÄŸumuzdan daha diÄŸerkam, daha elcil, baÅŸkasına verebilen, baÅŸkası için hizmette bulunabilen, düÅŸeni kaldırmak isteyen tarafta buluyoruz. Åžeyh Sâdî, Bostan eserinde “Birisine iyilik ettiÄŸin zaman, ‘Ben efendiyim, beyim; o bana muhtaçtır!’ diye büyüklenme. Zaman, o muhtaç kimseyi vurmuÅŸ deme. Zîrâ vuran kılıç henüz kınına girmemiÅŸtir; mümkündür ki o kılıç bir gün seni de biçer.” diyor, bir baÅŸkasına yardım ettiÄŸimiz, ona zarar verecek musibetin önüne geçtiÄŸimiz zamanlarda, yalnızca onu korumakla kalmıyoruz, ileride bize isabet etmesi ihtimali hiç azımsanmayacak bir tehlikeyi de bertaraf ediyoruz, o sebeple böbürlenmenin bir dayanağı yok.
 
1987’de Alman Yayımcılar BirliÄŸinin kendisine verdiÄŸi Barış Ödülü töreninde Jonas ÅŸöyle demiÅŸti, “Albert Schweitzer, ‘yaÅŸama saygı’ sorumluluk prensibini, geliÅŸtirdiÄŸi etik teorisinin merkezine yerleÅŸtirmiÅŸtir. Schweitzer’e göre, her canlı, yaÅŸama iradesine sahiptir. Evrende yaÅŸam iradesi bir olgudur. Ä°nsanlarda ise o bir vahiydir. Ä°yiliÄŸin özü ÅŸudur: YaÅŸamı koru, geliÅŸtir ve yaÅŸamın en yüksek olanaklarının gerçekleÅŸmesine yardım et. KötülüÄŸün özü ise: YaÅŸamı tahrip et, yaÅŸama zarar ver ve yaÅŸamın geliÅŸmesine engel ol.” Ä°lerlemeci modern ahlak, doÄŸanın ve yabani yaÅŸamın tahribatını, insanlığın bizatihi baÅŸarısı, aydınlanmanın zaferi olarak tasavvur eden bir dizgeler bütünü oldu. Bay PerÅŸembe’nin yazarı Chesterton diyor ki “Ä°lerleme fikri bir ÅŸeyleri geride bırakmakla ilgilidir, geliÅŸme fikri ise bir ÅŸeyleri içimizde toplamakla ilgilidir.” Batı uygarlığı geliÅŸme yerine ilerlemeyi tercih etti. Bu, insanlığı ölümcül bir felakete götürdü. Hız medeniyetinde her ÅŸeyi bırakıp bırakıp geçmek, hiçbir ÅŸeyi içine toplamamak. Klasik Ä°slam düÅŸüncesinde bilhassa tasavvuf anlayışında insanın eÅŸref-i mahlukat oluÅŸu durumu, insanın çok ağır bir sorumluluk taşımasıyla baÄŸdaÅŸtırılır. Ä°nsanlar hayvanlardan üstündür, yaratılış insana musahhar kılınmıştır ama bunun nedeni insanın daha yüksek bir ahlakiliÄŸe veya asli fonksiyona sahip oluÅŸu deÄŸildir. Tüm yaratılış Allah’ın emrinden asla sapmaması nedeniyle zaten “müslim”dir, ama insanın müslim olması için dünyanın yed-i emini, varlığın çobanı olması da gerekir. Ä°nsanı, bitki ve hayvanları, gökyüzünü, daÄŸları ve nehirleri, tekâmül ve maneviyat damıtmadan, bunları hep geride bırakarak basamak olarak kullanmak, insanı iyilikten uzaklaÅŸtıran bir ÅŸey. Çünkü iyilik, güzellik, bütün bunlar yavaÅŸlıkla kaim. Usul usul, demlene demlene, insana baka baka, insanı ve kendi ruhumuzu temaÅŸa ede ede… ÅŸairin dediÄŸi gibi baÅŸka sesleri susturarak.
 
Bizi çok enteresan bir gerçeÄŸe uyandırdı bu salgın. Maddiyatın alabileceÄŸi ÅŸeyler sınırlandı. Maddiyat bize saÄŸlık almıyor, en ÅŸatafatlı havayolundan pahalı bir bilet alsak ve cazibe merkezi bir ÅŸehre gitmek istesek bile yolculuk bir tedirginlik haline geldi, bu imkana sahip insan da kolay kolay o riski alamıyor. Gitse nerede kalacak, konakladığı, uÄŸradığı, yemek yediÄŸi mekânlar yeterli güvenceyi saÄŸlayabilecek mi? Kısıtlanmış hayatlar, paranın satın alabileceÄŸi mutlulukları azalttı bizim için ve paranın satın alamadığı mutlulukları biraz daha ön plana çıkardı; dayanışma gibi, dostluk, diÄŸerkâmlık gibi. Pek çok insan ÅŸu geçen dönem içinde dayanışmayla insanlıklarını yücelttiler. Bu salgına nasıl girdiÄŸimiz kadar, bu salgından nasıl çıktığımız da önemli. Biz, insanlar, ilkel ve bencil taraflarımızı mı besleyeceÄŸiz yoksa soylu taraflarımızı mı besleyeceÄŸiz? Yardım mı edeceÄŸiz yoksa “önce bana hep bana” mı diyeceÄŸiz? Belki ilkelleÅŸmiÅŸ bir insan soyu olarak çıkacağız, belki dayanışmayı, ötekine yardım eli uzatmayı öÄŸrenmiÅŸ insanlar olarak çıkacağız bu sınavdan. Karşılıklı sorumluluk bunu gerektiriyor; tek başına kurtulmak mümkün deÄŸil. “Ah Tanrım, beni yüzüstü bırakmayasın diye sana yardım edeceÄŸim, ama daha en başından, bir hiçe kefil olabilirim. Sadece ÅŸu tek ÅŸey benim için gitgide netleÅŸiyor: Senin bize – biz sana yardım etmeden- yardım edemeyeceÄŸin, bizim sana yardım etmek zorunda olduÄŸumuz, bunu yapmakla da sonuçta kendimize yardım ettiÄŸimiz. Önemli olan tek ÅŸey budur: Ä°çimizde, Ey Tanrım, senin bir parçanı muhafaza etmek” demiÅŸti Etty Hillesum. Yaratanın günlük mucizelerinin bir kısmı, Onun lütuf ve keremiyle ama insan elinden gerçekleÅŸir, O’nu bu ÅŸekilde içimizde muhafaza etmek, “O’nun dediÄŸi olsun” demektir.
 
Her insan ahlaki azizlikten bir kısmet taşır içinde. Bir nasip, bir ruÅŸeym taşır, ya onu çoÄŸaltırız ve yeÅŸertiriz dünyada, ya da soldurur ve kuruturuz. Yaptığımız edimlerle, iyilikle onu çoÄŸaltırız veya yaptığımız kötülükle onun üstünü örteriz. Bu hal, Ä°slam geleneÄŸinde, her insanı Hızır bilmekle ve ona Hazreti Ä°nsan rütbesini vermekle kendini gösterir. Ä°nsan, her zaman yücelmeye hazır bir varlıktır. GerçekliÄŸin, kötülüÄŸün lehine olduÄŸu durumlar zaman zaman vardır muhakkak fakat içinden geçtiÄŸimiz ÅŸu dönemeçte bu gerçekliÄŸi iyilik yönünde bükebileceÄŸimiz kanaatini taşıyorum ben. Bununla ilgili pek çok sorunun muhatabı olduÄŸumuzu ve soruya seçimlerimizle, yaÅŸamlarımızla cevap vermek zorunda olduÄŸumuzu düÅŸünüyorum.
 
Ahlâkî azizler sadece kendine benzeyenleri gözetmez. Sadece kendi kabilesinden olanları, ÅŸekli ÅŸemaili, dünya görüÅŸü kendine benzeyenleri yücelten insan bir tür narsistik merhamet içindedir. Ama kendinden farklı olanı da gözeten insan, iÅŸte o azizdir. Ä°yi diye, dünyanın soylusu diye ben ona derim. Bu konuda büyük sözler söylerken elimizi korkak alıştırmayalım. Güzel eylemin, güzel sözün, güzel insanın bendeleri olalım, onları gördüÄŸümüz yerde kucaklayalım baÅŸ tacı edelim.
 
Toplumun farklı ÅŸubelerini ve insanları tutkal gibi bir arada tutan birtakım deÄŸerler vardır, toplumsal iyiliÄŸi geniÅŸletirler, onlardan bir tanesi de ÅŸükran duygusu. Sen benim için bir fedakârlık yaptığında sana ÅŸükran hissederim, minnet duyarım ve bu minnettarlığımı ifade ederim sana. Takdir görmek çok onarıcı ve pekiÅŸtirici bir dokunuÅŸtur. Evliliklerde dahi en temel problemlerden bir tanesi eÅŸlerin birbirlerini takdir etmemeleri.  AraÅŸtırmalar, birbirini takdir eden eÅŸlerin tekdir edenlere göre daha uzun ve mutlu evliliÄŸe sahip olduÄŸunu gösteriyor. Ä°nsan iliÅŸkilerinde de güzel davranışların onaylanması, iyi yapılan ÅŸeyler için ifade edilen takdir, kırık döküÄŸü tamir ediyor. Rahmetli Zahit Kotku “ArkadaÅŸlık, pekey demekle kaimdir” dermiÅŸ. ÇeÅŸitli meslek mensupları bu pandemide adeta kelle koltukta bizlere hizmet ettiler, baÅŸta saÄŸlıkçılarımız. Onlara ÅŸükranımızı, minnettarlığımızı ifade etmek onların kendilerini daha iyi hissetmelerini ve bütün çabaların boÅŸa gitmediÄŸini görmelerini saÄŸlar.
 
Ä°nsanlar arasında, sırf insan olmalarının gereÄŸi olarak öyle bir gönül bağı var ki, o baÄŸ marifetiyle insanlar ister istemez kendini yaÅŸanan olumsuzlukların müsebbibi sayar, varoluÅŸsal utanç budur, sorumluluk duygumuzun öteki adıdır. Sistemlerin yetkinleÅŸtirilmesi, güvenlik ağına dahil olmamış insanlar, denetimine tabi olmamış durumlar için bu sorumluluÄŸu bizim üzerimizden kaldırmaya yetmiyor. Bazı durumlarda bizzat geliÅŸtirilen sistem, vicdanen kabul edemeyeceÄŸimiz durumlara yol açıyor üstelik. Bizi salgın kurallarına riayet etmek için teÅŸvik edecek olan ÅŸey sistemin icra ettiÄŸi genelgeler, para cezaları deÄŸil, bizzat bu koparılamaz ve feshedilemez gönül bağı olmalı.  Gönüllü feraÄŸat. Ötekinin hakkını korumak için geri çekilmeyi bilmek. Hak ettiÄŸimden çoÄŸunu istememek. Her eylemimde içinde bulunduÄŸum toplumun menfaatleri gözetmek. Kamusal iyi için bireysel iyiden vazgeçmeyi bilmek. Sözgelimi, kendimizi korumak için deÄŸil, virüsü baÅŸkalarına geçirmekten kaçınmak için maske takmak.
 
Aynı ÅŸey, aşıya eriÅŸim ve aşı önceliÄŸi konusundaki tavrımız açısından da geçerli. Bizden önce aşılamada, ona en çok ihtiyacı olanları, en çok risk altında olanları gözetmeli ve aşıya en az eriÅŸim imkânı olanlar için de sistem istisnası uygulamalıyız. Yoksul ülkelere aşının ulaÅŸtırılabilmesi için kapitalist etiÄŸi çiÄŸnemek pahasına, gerekirse serbest piyasa ilkelerini (elbette üreten ÅŸirketler zarar etsin manasına gelmiyor bu, ancak minimize edilmiÅŸ veya eklenmemiÅŸ kar üzerinden bir bedel ile) ve patent mevzuatını askıya almak insanlığın yapacağı en köklü devrimlerden biri olacaktır. Aşı karşıtlığı kampanyalarına girmiyorum bile. Bunu, vücut bütünlüÄŸüne müdahale kavramı kapsamında zorunlu hale getirmek muhakkak ki mümkün deÄŸil. Ancak “madem sizi daha bağışık kılıyor siz olun da risk alın, ben de hastalık riskini göze alıyorum nasılsa size ölümcül bir zararım dokunamıyor siz aşılanın bana karışmayın” diyenlerin dikkate almadıkları ÅŸey, aşılamanın bireysel deÄŸil, toplum saÄŸlığı temelli bir tıbbi müdahale olduÄŸu. Aşılama belirli bir yüzdenin altında kaldığı müddetçe, virüsün azalarak bitmesi mümkün olmayacak, sürekli bulaÅŸarak geliÅŸecektir. Bu, daha uzun yıllar bu virüs yüzünden aşılanmamış -veya küçük bir yüzde olsa da aşılanıp antikor geliÅŸtirememiÅŸ- insanları kaybedeceÄŸimiz anlamına geldiÄŸi kadar, virüsün yok olmadıkça genç ve çocuk nüfusu da semptomatik açıdan harap eden varyasyon ve mutasyon geliÅŸtirmesi -ki bu kesindir- durumunu buyur ettiÄŸimiz manasına da geliyor. Çünkü semptomlar, virüsün yayılma stratejileridir ve her virüs daha çok yayılmak için strateji geliÅŸtirir. GeçmiÅŸte yaygın ölümlere yol açan çiçek, kızamık, verem vs hastalıklarının bugün artık görülmemelerinin nedeni, sadece aşının keÅŸfi deÄŸil, toplum saÄŸlığına yönelik bu yaygın aşılama politikalarıdır. Yeni aşılama tekniklerine ÅŸüpheyle yaklaşılmasını, güvensizliÄŸi belirli oranda makul bulsam da, yüz yıldır uygulanmakta olan eski aşı üretim teknikleriyle üretilmiÅŸ aşılara karşı kampanya yürütmek, Covid19 aşısı karşıtlığı deÄŸil, bizzat tıp karşıtlığıdır. Bunun da savunulacak yanı olmadığını geçen birkaç yüzyıldaki tıbbi uygulamaların yaygın sonuçları gösterdi.
 
Ömer Seyfettin’in Ant hikayesinde kan kardeÅŸliÄŸini anlatan ÅŸöyle bir sahne vardır;
 
“AÄŸladım. AÄŸladım. Çünkü yalan söylemiyordum. Evet musluÄŸu koparırken gözümle görmüÅŸtüm. AkÅŸam azadında dayağı yiyen çocuÄŸu tuttum:
 
– Niçin beni yalancı çıkardın, dedim, musluÄŸu sen koparmamıştın…
 
– Ben koparmıştım.
 
– Hayır, sen koparmamıştın. Öbür çocuÄŸun kopardığını ben gözümle gördüm.
 
Israr edemedi. Yüzüme baktı. Bir an öyle durdu. Ve eÄŸer hocaya söylemeyeceÄŸime yemin edersem saklamayacaktı. Anlatacaktı. Ben hemen yemin ettim. Merak ediyordum:
 
– MusluÄŸu Ali koparmıştı, dedi, ben de biliyordum. Ama o çok zayıf ve hastadır. Görüyorsun, falakaya dayanamaz. Belki ölür, daha yataktan yeni kalktı.
 
– Ama sen niçin onun yerine dayak yedin?
 
– Niçin olacak. Biz onunla ant içmiÅŸiz. O bugün hasta, ben iyi ve kuvvetliyim. Onu kurtardım iÅŸte.”
 
 
Bu süreçte, baÅŸkalarının yaÅŸaması için kendi keyfimizi ve rahatlığımızı feda etmek zorunda olduÄŸumuzu, dünyanın sadece bizim yurdumuz olmadığını ve bizim de kendi kaderimizin mutlak efendisi olmadığımızı fark ediyoruz. Kırılgan varlıklarız. Tüm dünyada toplam ağırlığı bir gram olan bir virüs bizi biçti savurdu. Demek ki daha mütevazı olmak, nefsimizi geri çekmek zorundayız. Ä°çimizin o benliÄŸimizi kabartan uÄŸultulu seslerini susturmak, baÅŸka varlıkları da kendimize yar bilmek zorundayız. Sorumluluk almayan insan kendisine saygı duymayı öÄŸrenemez. Saygı da tıpkı sevgi ve mutluluk gibi, baÅŸkasına sunmadan kendimize sunamayacağımız bir ÅŸeydir. Ä°nsanı da kendimize yar ve dost bilmek zorundayız. Åžu âlemde fani ve kırılgan varlıklarız, bir ÅŸey yapacaksak beraberce yapacağız. Belki kayığımızda sadece kendi yerimizi deldiÄŸimizi düÅŸünsek de kötü veya sorumsuzca bir ÅŸey yaparak herkesin batmasına sebep olacağız. Oysa, zayıf ve kırılgan olanı kurtarmalıyız. Bunu yaparken de kibirlenmenin ve hesap sormanın iÄŸvasına kapılmadan, kendi yuvamıza taşımızı koyarken, dünyanın kuruluÅŸuna da yardım edeceÄŸimiz ÅŸekilde basiretle ve tevazuyla davranmalıyız. Ahlak ve inanç bize bunu va’z eder: Hepimiz birimiz için, birimiz hepimiz için.
 
Kaynak: Serbestiyet Web Sitesi

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.