Sosyal Medya

İsmail Kılıçarslan: Rahatsız edici bir gerçek: Diyanet

Kurumun öteden beri sürdürdüğü “dini kaynak yayıncılığı” sekmesindeki kalitesi tabiri caizse arşa ulaşmış durumda. Fakat yine de bana sorarsanız, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları’nın yaptığı asıl önemli iş, dini anlama ve yaşamada kılavuz olarak okunabilecek muhtasar kitaplar basmadaki istikrarı.



Bilmem takip ediyor musunuz? Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, son yıllarda “Türkiye’nin en dikkat çekici kurum yayınevi” olmaya azmetmiş görünüyor. Hem yayın çeşitliliği, hem kitaplara gösterdiği editöryal özen, hem de grafik-baskı kalitesi bakımından böyle bu.
 
Çok uzun süre “merdiven altı yayıncılık” diyebileceğimiz bazı özensiz yayınlara maruz kalan “dini kaynak yayıncılığı” konusunda sorumluluk alarak kaliteyi artıran başka yayınevleri de var elbette. Semerkand ve Ketebe ilk ağızda aklıma gelen örnekler. Başkaları da var. “Dini kaynak yayınlamanın ekstra özen ve emek gerektirdiği” kabulünden hareket eden yayınevleri, bu alana belirli bir ciddiyet kazandırıyorlar.
 
Esasen, burada özel olarak bir başka çabadan da bahsetmek gerekir. Yazma Eserler Kurumu, pek çok klasik eser türünde belirlediği gibi “dini kaynak yayıncılığı” bakımından da tabiri caizse “kalite çizgisini” belirliyor bir süredir. Muhittin Macit Hoca ve ekibi, Türk kültür hayatının yüzünü ağartan işlere imza atmaya devam ediyorlar. Bilmem, son yayınladıkları 5 klasik okçuluk kitabını gördünüz mü? Bence bu yılın kültür olayı...
 
Biz dönelim Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları’na. Kurumun öteden beri sürdürdüğü “dini kaynak yayıncılığı” sekmesindeki kalitesi tabiri caizse arşa ulaşmış durumda. Hem Mushaf baskıları, hem Tecrid-i Sarih gibi hadis kaynakları baskıları, hem Elmalılı Hamdi Yazır merhumun Hak Dini Kuran Kuran Dili isimli tefsirinin Osmanlıca tıpkıbasımı, hem Ali Haydar Efendi’nin Dürerül-Hükkam’ı gibi fıkıh şaheserleri derken “dini kaynak yayıncılığı” alanında ağırlığını hissettiren bir yere dönüştü Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.
 
Fakat yine de bana sorarsanız, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları’nın yaptığı asıl önemli iş, dini anlama ve yaşamada kılavuz olarak okunabilecek muhtasar kitaplar basmadaki istikrarı. Hemen tüm alanlarda 200-300 sayfayı geçmeyen ve her biri “dinimi öğrenmeye nereden başlamalıyım?” sorusuna cevap olarak gösterebilecek bu muhtasar eserlerle Diyanet, son derece önemli bir işlev yerine getiriyor.
 
Çocuk kitaplarını, çok dilli yayınlarını ve Braille alfabesi ile basılan kitaplarını da analım elbette ama Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları’nın bir kategorisinde özel olarak kalalım: “Din İstismarı ile Mücadele.” Diyanet, bu kategoride hem FETÖ/PDY hem de DEAŞ ile ilgili yayınlara imza atıyor. Son olarak yayınladıkları “Küresel Terörizm ve Neoselefilik” kitabına bakılırsa bu kategoride yayın yapmaya da devam edecekler.
 
Aslına bakılırsa Mehmet Görmez ve ardından da Ali Erbaş Hocalarla Diyanet İşleri Başkanlığı “proaktif” ve “belirleyici” bir rol oynamaya başladı. FETÖ’sü, DEAŞ’ı, HDP’si, Ayşenur Aslan’ı, Emin Çapa’sı falan asıl olarak bu “belirleyici” tavırla kavgalılar. Sünni İslam anlayışının tarihi birikimini doğru düzgün yansıtan, bugünkü tezlerini eğip bükmeden anlatan bir Diyanet, bu yapılar için büyük bir soruna işaret ediyor. Hal böyle olunca Ankara’da Şehir Hastanesi’nde korona tedavisi gören Ali Erbaş Hoca hakkında “İstanbul’da Amerikan Hastanesi’nde tedavi görüyor” iftirasını utanmadan atabilen gazeteci müsveddelerine falan rastlar olduk. Oysa korona tedavisini Amerikan Hastanesi’nde olan prensleri Ekrem İmamoğlu idi… Ayrıca da şifa buldu, ne güzel oldu.
 
Temelde şunu söylemeden geçmemek lazım… Diyanet, bu ülkedeki bazı güç odakları için bu proaktif ve belirleyici tavrı ile “rahatsız edici bir gerçek” olarak sürdürüyor varlığını. FETÖ’sünü, DEAŞ’ını, HDP’sini, Emin Çapa’sını falan tabii ki anlıyorum da kendini tarihçi zanneden intihalci profesörlerle kendini hoca zanneden bazı madrabazların Diyanet düşmanlığını yine de anlayamıyorum. Hoş, “Müslümanlardan gayrısını pek sevmek konusunda” Perinçek’e kadar ilerleyen adamın nesini anlayayım?
 
Gelelim bana “Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları’nı yazmak şart oldu” dedirten esere. Prof. Dr. Murat Sülün imzalı “Kur’an’dan Sanata” isimli iki ciltlik şahane çalışmaya yani. Sülün, oldukça titiz bir çalışma ve yüzlerce görselle “Kur’an ve sanat” ilişkisini ele alıyor bu önemli çalışmada. Hem Kur’an-sanat ilişkisini ele alan metin hem de seçilen görseller bakımından “çok iyi bir iş” ile karşı karşıyayız. Tek itirazımsa bazı görsellerin kalitesine… Görsel kalitesine biraz daha titizlenilseymiş tam bir başyapıt olacakmış bu önemli eser. Umarım sonraki baskılarda bazı görseller elden geçer.
 
Unutmadan Diyanet’in süreli yayınlarının son halkası olan gençlik dergisi Geçerken’den de bahsedeyim ve hem kendime hem de dergimiz Cins’e bir paye çıkartayım. Zannediyorum Cins, Türkiye’de “gençlerin de okuyabileceği ve kültürü popülerleştiren dergiler” konusunda bir çıpa, bir kalite çizgisi belirlemiş durumda. Güzel dergi Geçerken’de bu çıpanın, bu kalite çizgisinin izlerini, esintilerini görmek benim açımdan da, Cins’e emek veren arkadaşlarım açısından da bir mutluluk kaynağı oldu.
 
Ve son not: Sevgili Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları yetkilileri… Şu “Kalem Güzeli”nin yeni baskısını ya yapın ya da bize, Ketebe Yayınları’na bir haber uçurun da halledelim şu işi. Beklemekten ciğerimiz solmuştur.
 
 
Yenişafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.