Sosyal Medya

Gökhan Özcan: Charlie Chaplin ve civata

Bize yaşadıklarımızdan geriye hiçbir şey bırakmayan boş uğraşlarla, ardı arkası kesilmeyen ‘manasız’ meşguliyetlerle dolu hayatlarımız. Hakiki olanla, geçip gitmeyecek ve bizimle kalacak olanla, içimizi gerçekten hayatla, manayla, güzellikle dolduracak her şeyle irtibatımızı yitiriyoruz bütün bu boş işler, nefes aldırmaz meşguliyetler yüzünden.



Güne yetiÅŸmeye çalışıyoruz, geceye yetiÅŸmeye çalışıyoruz, iÅŸe geç kalmamak için koÅŸuÅŸturuyoruz, son ödeme tarihi gelen ÅŸeyleri ödemek için, son kullanma tarihi yaklaÅŸan ÅŸeyleri tüketmek için, bir filmi, bir otobüsü, bir randevuyu, bir fırsatı, bir iliÅŸkinin tadını kaçırmamak için çırpınıyoruz her gün. Durmadan yetiÅŸmeye çalışıyoruz, sonraki ana, sonraki iÅŸe, sonraki söze, sonraki ödemeye, sonraki fırsata... Sonu gelmez bir döngünün içinde dönüp duruyoruz ve kimimiz buna hayat diyoruz. Kimimizse buna hayat diyemiyorsa bile yerine hayat diyecek bir ÅŸey de bulamıyor.

“Åžurada bir an dalıp gitmiÅŸim” dedi üzüntüyle yanındakine, “kim bilir neler kaçırdım!”

Charlie Chaplin’in Modern Zamanlar filminde hemen herkesin bildiÄŸi bir sahne var; modern zamanlarda yaÅŸayan herhangi bir adam, yürüyen bandın üzerinden kendisine doÄŸru gelen ürünlerin belli bir ritimle cıvatalarını sıkıyor. Ä°ÅŸi bu, mesaisi bu... Sinema tarihinin en unutulmaz, en çarpıcı sahnelerinden biri bu sahnedir hiç ÅŸüphesiz; bir kaç dakika içinde bir asrın hikayesini, dramını, serencamını baÅŸka söze ihtiyaç bırakmayacak bir derinlikle anlatır çünkü. Herkese bir ÅŸekilde bir yerinden dokunmuÅŸtur bu sahne, çünkü anlatılan o minicik hikaye bizim modern zamanlardaki hayatlarımıza fazlasıyla benzer. Hayatımızda yapıp ettiklerimiz, bir yürüyen bandın üzerinden bize doÄŸru gelen vidaları sıkmaktan pek bir farkı yok. Birini kaçırırsak, birini atlasak, hayatın çatısı üstümüze çökecekmiÅŸ gibi tedirgin bir halde bütün vidalara yetiÅŸmeye çalışıyoruz.

“Bala düÅŸen sinekler gibiyiz. Hayal tatlı olduÄŸu için ondan vazgeçmek istemiyoruz; fakat ona ne kadar çok dahil olursak o kadar çok tuzaÄŸa düÅŸüyor, sınırlanıyor ve hüsrana uÄŸruyoruz. Onu hem seviyor hem de ondan nefret ediyoruz. Onlar için duyduÄŸumuz kaygının bize iÅŸkence etmesi için insanlara ve sahip olduklarımıza aşık oluyoruz. ÇeliÅŸki sadece bizi kuÅŸatan evrenle bizim aramızda deÄŸil, aynı zamanda kendimizle kendimiz arasında” diyor Alan Watts.

Bize ayrılan zamanı neredeyse tamamen elimizden alan bütün bu süreÄŸen meÅŸguliyetler hikayemizin içini tıka basa kendileriyle dolduruyor. Bize yaÅŸadıklarımızdan geriye hiçbir ÅŸey bırakmayan boÅŸ uÄŸraÅŸlarla, ardı arkası kesilmeyen ‘manasız’ meÅŸguliyetlerle dolu hayatlarımız. Hakiki olanla, geçip gitmeyecek ve bizimle kalacak olanla, içimizi gerçekten hayatla, manayla, güzellikle dolduracak her ÅŸeyle irtibatımızı yitiriyoruz bütün bu boÅŸ iÅŸler, nefes aldırmaz meÅŸguliyetler yüzünden. Bir illüzyon karşısında donup kalmış gibiyiz, öyle tutsak, öyle cansız ve hayatsız. Mekanik bir döngüde yaÅŸayıp gidiyoruz. Penceremize konan minik kuÅŸların doyumsuz güzelliÄŸinin farkına dahi varmadan...

Jiddu Krishnamurti, hayat ırmağının asıl zenginliÄŸinin ve güzelliÄŸinin nereden aktığına dair ÅŸöyle kısacık bir doÄŸu hikayesi aktarıyor: Bilge bir öÄŸretmen öÄŸrencileriyle her sabah iyilik, güzellik ve sevginin doÄŸası üzerine konuÅŸuyordu. Bir sabah, tam konuÅŸmasına baÅŸlarken, pencere pervazına bir kuÅŸ kondu. Bir süre ÅŸakıdı ve uçtu. ÖÄŸretmen öÄŸrencilerine ÅŸöyle dedi: “Bu sabahki konuÅŸma sona erdi”

Bir de ÅŸunu düÅŸünün; o herkesin yüzüne tek tek baktığı halde hiç kimsenin yüzüne bakmadığı bir çiçek ne hisseder?

“Öylece bakadurduÄŸumuz ÅŸeylerin içinde” dedi beyaz saçlı adam, “görsek bizi derinden mutlu edecek ne çok ÅŸey var!”

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.